W/J.Jungkook - Rüyaların Ötesindeki Evren - Bölüm 18
Вставка
- Опубліковано 9 лют 2025
- Kitabın on sekizinci bölümü sabitli yorumdadır.
Keyifli okumalar dilerim. 🔆
Videoda kullanılan şarkı: Friends - Chase Atlantic
Etiket:
#kitap #kurgu #wattpad #seri #jeonjungkook #Leeharin #rüyalarınötesindekievren #rüyalar #evren #keşfet #anasayfa #anasayfayadüş #keşfetteyiz #yazarlar #yazarlık #romantizm #gizem #korku #merak #paralelevren #aşk #foryou #trend #global #final
Kitap Adı: Rüyaların Ötesindeki Evren.
Acemi Yazar: Rosechaei/M.
Kurgu: Tamamen şahsıma aittir.
_BÖLÜM 18_
|| _Yazarın bakış açısı_
Gece, gökyüzünü siyaha boyamış, yıldızları bile görünmez kılmıştı. Rüzgâr, şehrin beton duvarlarına çarpıyor, uzaklardan nahoş bir uğultu yayıyordu. Jungkook'un büyük rezidansının geniş camları, dışarıdaki bulutlu ve ürpertici geceye açılıyordu.
Gökyüzünde ay vardı ama ışığını sakınmış gibiydi; bu gece her şey, sırlar ve gölgeler arasında şekillenecekti.
Salonun içinde ağır bir sessizlik hâkimdi. Loş ışık, ahşap zemin boyunca uzanan gölgeleri daha da belirginleştiriyordu. Minjun, koltuğa oturmuş, dizlerini dirsekleriyle destekleyerek öne doğru eğilmişti.
Kang, duvara yaslanmış, elindeki çakmakla oynamaktan başka bir şey yapmıyordu. Jiyeon, koltuk değneklerine hafifçe yaslanarak aralarındaki durgunluğa uyum sağlıyordu.
Harin, kollarını karnına sarmış, salonun bir köşesinde sessizce duruyordu. O herkesten daha fazla düşünceliydi; Ailesi hakkında çok fazla eksik parçanın oluşu, onu büyük bir bilinmezliğin içine sürüklüyordu.
Jungkook ise, sırtını arkasındaki camlara yaslamıştı.Sanki etrafındaki hiçbir ses, hiçbir hareket onu etkilemiyormuş gibi görünüyordu.
Sessizlik, sadece odada değil, zihninde de yankılanıyordu Jungkook'un. Kendi iç sesinin bile bu kadar sessiz olduğu anlar nadirdi. Ama şimdi, düşüncelerini kelimelere dökmek bile gereksizdi. Çünkü cevapsız sorular, çoktan duvarlara kazınmıştı.
Bir şey olacaktı. Bunu herkes gibi o da hissediyordu.
Tam da o sırada telefonun tiz titreşimi, odanın içindeki sessizliği keskin bir bıçak gibi kesti. Masanın üzerinde titreyen telefon, metalik yüzeyin üzerinde hafifçe kayarken Jungkook’un bakışları ekrana sabitlendi. Ekranda yanan tek bir isim vardı, babasıydı.
Bu babasına ait bir hareket değildi.
Babasıyla sık sık iletişim kurmazdı zaten. İletişim kurmaları gerektiğinde de araya genellikle başkaları girerdi. Babası, her zaman doğrudan mesaj verirdi. Eğer bir şey söylemesi gerekiyorsa, adamlarını gönderirdi. Eğer onu görmek istiyorsa, bizzat kendisi gelirdi. Ama asla telefon açmazdı.
Telefonun titreşimi odanın içinde yankılanmaya devam ederken Jungkook'un yüzü taş kesilmiş gibiydi. Bir an için bekledi. Sanki bekleyerek, o anın içinde bir şeyleri analiz etmeye çalışıyordu.
Etrafındaki insanlar da aynı bekleyişin içindeydi. Minjun’un gözleri hafifçe kısılmıştı, Kang’ın sigarası parmakları arasında yavaşça yanıyordu, Jiyeon ise tek kelime etmeden ona bakıyordu. Herkes, o aramanın sıradan bir arama olmadığını hissediyordu.
Jungkook, sonunda telefonu eline aldı ve açtı.
"Evet?"
Hattın diğer ucunda, önce sadece nefes sesleri vardı. Derin, ama düzenli. Hiçbir şey söylemeden birkaç saniye bekledi. Sonra, o tanıdık, otoriter ama bu defa alışılmadık şekilde tedirgin gelen ses duyuldu.
"Kadını getir."
Jungkook, anında sırtından aşağıya bir soğukluk indiğini hissetti. Parmakları, telefonun kenarlarını daha sıkı kavradı.
_Kadını getir._
Sadece iki kelime.
Ama Jungkook için, bu iki kelime fazlasıyla yeterliydi. Çünkü babasının sesi, her zamanki gibi tok ve keskin olsa da, içinde alışılmadık bir belirsizlik taşıyordu.
Bu ses, kendinden emin olan bir adamın sesi değildi. Bu, bir şeylerin yanlış gittiğini bilen ama bunu doğrudan ifade etmeyen bir adamın sesiydi.
Telefonun kapanma sesi duyulduğunda bile, bir süre elindeki cihazı indirmedi. Bakışları, donuk ve keskin bir halde duvarda bir noktaya sabitlenmişti. Bu bir davet değildi. Bu bir emir de değildi. Bu, doğrudan verilmiş bir mesajdı.
Jungkook, gözlerini odanın içinde dolaştırdı.
Kendi düşünceleriyle uğraşırken dışarıdan sakin görünüyordu ama zihninin içinde bir şeyler hızla şekilleniyordu. Babası, hiçbir zaman böyle bir hareket yapmazdı.
O adam, her zaman kendi alanını kontrol altında tutardı. Ancak şimdi, doğrudan bir çağrı yapıyorsa, bu demek oluyordu ki bir şeyler onun kontrolünden çıkmaya başlamıştı.
Minjun en sonunda sessizliği bozdu, sesi sert ama temkinliydi.
"Ne oldu?"
Jungkook’nun sesi, her zamanki gibi soğukkanlıydı. Ağır hareketlerle başını Minjun'a çevirdi.
"Babama gidiyorum."
Bu sözler, odadaki havayı daha da soğuttu. Herkes, bunun ne anlama geldiğini biliyordu. Babasının evi, dışarıdan bakıldığında sadece bir ev gibi görünse de, orası Jungkook’un dünyasında bir merkezdi. O ev, her zaman güç dengelerinin kurulduğu, kararların alındığı bir yerdi. Babasının oraya çağırması, sıradan bir görüşme olmayacağını gösteriyordu.
Jiyeon kaşlarını çattı. "Yalnız gitmeyeceksin, değil mi?"
Jungkook’un gözleri, ona doğru döndü. "Hayır, yalnız gitmiyorum." Bakışları, doğrudan Harin’e kaydı. "Harin benimle gelecek."
Bu, odanın içindeki ikinci şok dalgası oldu. Minjun ve Kang anında itiraz etmeye hazırlanırken Jungkook’un sert bakışları, onları daha başlamadan susturdu.
"Siz burada kalıyorsunuz."
Cümlesi, o kadar kesin bir otoriteyle söylenmişti ki, itiraz etmek bile gereksiz görünüyordu.
Harin, bu kısa sürede bile hafifçe gerilmişti ama bakışları titremiyordu. O da bir şeylerin döndüğünü anlamıştı.
Ama Minjun yine de geri adım atmadı. "Jungkook, bu bir tuzak olabilir. Eğer- "
"Biliyorum." Jungkook'un sesi soğuktu ama içinde sarsılmaz bir güven vardı. "Bu yüzden gidiyorum zaten."
Kang, kollarını göğsünde bağladı, kaşları çatılmıştı. "Neden sadece Harin?"
Jungkook, gözlerini bir an olsun Harin'in üzerinden çekmemişti. "Çünkü bu, onunla ilgili." dedikten sonra, bakışlarını derinleştirdi ve alçak bir tonla cümlesine devam etti.
_"Bu sefer onu yalnız bırakmayacağım."_
Harin’in içi bir an için sıkıştı. Jungkook’un cümlesinin içindeki ağırlığı ve duyguları hissetmişti. Bu, basit bir cümle değildi. Bu, onu artık yalnız bırakmayacağına dair bir işaretti.
Harin içgüdüsel olarak bir adım geri çekilmek istese de, kendisini sabit tuttu. Kendi içinde fırtınalar kopuyordu. O adamın gerçekten, annesiyle bir geçmişi olabileceği ihtimali... göğsüne bir ağırlık gibi oturmuştu.
Yıllardır aramadığı, yıllardır onun izini sürmediği bir adamın, şimdi bir anda karşısına bambaşka bir gerçekle çıkması fikri, nefesini kesiyordu.
Jungkook, onun tereddüt ettiğini fark etti. Ama herhangi bir şey söylemedi. Sadece ona baktı. Bakışlarında ne bir emir vardı ne de bir zorlama. Sadece bir gerçek vardı.
Onun yanında olacağını bilen bir adamın sarsılmaz bakışları.
Harin gözlerini kaçırmak istedi ama kaçırmadı. Derin bir nefes aldı, sonra başını hafifçe salladı. "Seninle geliyorum.."
Jungkook’un yüzü değişmedi. Ama bu cevabı zaten bekliyordu. Aralarındaki mesafeyi kapatarak Harin’in yanından geçti ve cebinden arabasının anahtarını çıkardı.
Minjun hâlâ memnun değildi. Kang ise içgüdüsel olarak kötü bir şey olacağını hissediyordu ama Jungkook'un kararlılığını sorgulamak, onun emirlerini sorgulamak anlamına gelirdi. Ve Jungkook'un emirleri, sorgulanmazdı.
Jungkook ve Harin kapıdan çıkarken, odadaki sessizlik sanki bir tabanca tetiği gibi gerildi. Minjun’in bakışları, Kang’ın buruşmuş kaşları ve Jiyeon’un endişeyle yudumladığı nefes, hepsi birer işaretti. Jungkook’un arkasından sadece soğuk bir hava dalgası kaldı. Bir zamanlar herkesin bu odaya sığdırdığı güven, şimdi yerini kaygı ve belirsizliğe bırakmıştı.
Jungkook’un adımlarındaki kararlılık o kadar yoğundu ki, sanki her adımı bir anlaşmaya imza atıyordu.
_Devam Aşağıdadır._
_Devam Buradan._
Arkasında bıraktığı boşluğu ise Harin, içindeki belirsizliklerle birlikte hissediyordu. Adımlarının nereye gittiği, ne olacağı hakkında hiçbir fikri yoktu. Ama bir şey kesindi.. Jungkook’un yanında olmak, ona bu kadar güvenmek, her şeyin ötesinde bir şeydi.
Dışarıda gece her zamanki gibi karanlıktı ama bu gece, bir başka dünyadan bir şeyler sızıyordu. Gökyüzü, ayın ışığını bu kadar saklamışken, sanki her yıldızın ardında bir sır vardı.
Ve o sır, Jungkook’un yanında olmanın getirdiği garip huzursuzlukla, Harin’in içinde derinleşiyordu. Ne yapacağını, neden orada olduğunu tam olarak anlamasa da, bir yerlerde onu bekleyen bir şey olduğunun farkındaydı.
Jungkook’un arabasına adımını attığında, kapının sesi bir başka sessizliği getirdi. Yavaşça motorun sesi devreye girdi, başta hafif bir gırıltı, sonra derin bir hırıltı.
Araba, geceye ses katarak ilerledikçe, Harin’in kalbinde tuhaf bir yankı oluştu. Her şeyin hızlı ve kaçınılmaz bir şekilde ilerlediğini hissediyordu. Jungkook’un sessizliği, sanki bir sonun başlangıcını işaret ediyordu.
O an, kalbinin atışlarını duyuyordu. Zihninde bir takım düşünceler dönüp duruyordu; ama hiçbiri onu net bir sonuca götürmüyordu. Tek bildiği, Jungkook’un bu gece ona söylediği kelimelerdi.
_'Bu sefer onu yalnız bırakmayacağım.'_
Bu basit cümle, sanki zamanın akışını değiştiren bir anahtar gibi etkisini gösteriyordu. Jungkook, gözlerinin içine bakarken sadece güven değil, aynı zamanda bir sadakat hissi de vardı. Ama Harin’in içinde aynı sadakat, bir kaçış arzusuyla savaşıyordu.
Ve o an, Jungkook’un bir yolculuğa çıktığını anlamıştı. Ama bu sadece dışarıya, babasına yapılacak bir yolculuk değil, içsel bir keşfin de ilk adımıydı. Ve Harin, farkında olmadan, o yolculuğun bir parçası oluyordu.
* * *
Arabadan indiklerinde, hava daha da soğumuştu. Jungkook’un elleri, soğuk camda iz bırakarak kapıyı kapatmıştı. Derin bir nefes aldı, bakışları çok uzaklara dalmıştı.
Harin’in gözleri ondan ayrılmadı, ama içindeki kararsızlık, sonunda teslim olmuştu. Bir adım daha attı, ve o adım, artık geri dönüşü olmayan bir yolda ilerlemek anlamına geliyordu.
Jungkook, sonunda dönüp ona baktığında, gözlerinde son bir kez sarsılmaz bir karar vardı. Dudakları yavaşça aralandı ve geceyi süsleyen o kelimeler bir bir döküldü.
_"Defalarca kez kaybolacak olsan da, her defasında seni bulacak olan tek kişi ben olacağım."_ Derin bir nefes sonrası ekledi. _"Ve sen beni bulduğunda, başka hiç kimseye ihtiyacın olmayacak."_
Harin, zamanın durduğunu hissetti. Çünkü yalnızca Jungkook'un sözleri değil, aynı zamanda kalbinde yeni bir yolculuğun başladığına dair derin bir his vardı.
Birdenbire tüm geçmişin yükleri, o tek cümleyle hafifledi. İçindeki boşluk, bir parça da olsa dolmaya başlamıştı. Kaybolmuştu, evet, ama artık kaybolan sadece bedeniydi; ruhu, Jungkook’un kararlı bakışlarında, her adımında biraz daha kendi yerini buluyordu.
Korkuları, endişeleri, belirsizlikleri bir kenara bırakmıştı. Ve ilk kez, gerçekten yalnız olmadığını hissederek, bir yola çıkmaya hazır hissediyordu.
* * *
Demir kapılar ağır bir iniltiyle aralandığında, gecenin soğuk nefesi Harin'in tenine çarptı. Ay ışığı, gökyüzüne asılı bir bıçak gibi keskin ve solgundu. Konağın önündeki geniş avlu, gecenin karanlığına gömülmüş, yalnızca dağınık gölgelerle şekillenen bir labirente dönüşmüştü. Ancak o gölgeler ta zeminde donmuş halde yatan cesetlerin gölgeleriydi.
Harin, daha içeri adımını bile atmadan, havadaki kan kokusunu hissetti. Yoğundu. Midesinin kasılmasını neden olan ağır, demirsi bir koku. Gözleri önüne düşen saç tellerini, geriye iterek başını kaldırdı ve gördü.
Cesetler.
Birçoğu yüz üstü yere kapanmış, bazıları boğazından vurulmuş halde yatıyordu. Siyah takım elbiselerinin içlerinde donmuş bedenleri, henüz soğumamış bir ölümün sessizliğini taşıyordu. Birinin parmakları hala tetikdeydi, bir diğerinin gözleri boşlukta donmuş, dehşetle açılmıştı.
Jungkook'un adımları hiç sekmeden ilerlerken, Harin'in ayakları olduğu yerde çakılı kaldı. Bedenleri tek tek saydı. Sekiz, on.. belki daha fazlası. Ölüm burada fazlasıyla doğal, fazlasıyla sıradandı. Ama Harin için hâlâ dehşet vericiydi.
Bir adım geri çekildiğinde, ayağına bir şey takıldı. Sert ve soğuk bir cisim.
Nefesi düzensizleşti. Gözleri aşağı kaydığında, yere düşmüş bir adamın cansız elinin ayak bileğine dolanmış olduğunu fark etti. Gece kadar karanlık olan kan, taş zemine çoktan işlemişti.
Harin'in bacakları istemsizce titredi. Midesi yumruk yemişcesine sıkıştı. Bir şey söylemek için ağzını açtı ama ses çıkmadı.
Bunu fark eden Jungkook, aniden durdu ve geriye döndü. Gözleri, Harin'in gözlerini bulduğunda, içinde bir şeyler kıpırdandı.
O gözleri tanıyordu.
Korku, ama yalnızca korku değildi. İğrenme.. belki de tiksinme.
Ama ona değil, bu dünyaya.
Jungkook'un çenesi belli belirsiz sıkıldı. Uzun, sessiz bir nefes aldıktan sonra aradaki mesafeyi kapattı ve parmaklarını Harin'in bileğine nazikçe sardı.
"Bu dünyaya hâlâ alışamadın, değil mi?"
Sesi, kanların içinde yankılanan bir fısıltı gibi soğuk ve sakindi.
Harin'in göğsü hızlı inip kalktı. Kelimeler boğazına düğümlenmişti. Ne diyeceğini.. veya nasıl tepki vermesi gerektiğini bilmiyordu.
"Burası bana ait," dedi Jungkook, Harin'in bileğini bırakmadan. "Ve sen, buraya ait değilsin."
Jungkook, söylediği şeyin farkındaydı. Harin'in buraya ait olmaması onu rahatsız etmemeliydi. Ama ediyordu.
Harin'in dudağı titredi. "Ben.. içeri giremem." Sesi zayıf çıkmıştı. Boğazına oturan korku, onu esir alıyordu.
Jungkook'un kaşları hafifçe çatıldı.
"Bunu yapamam," diye fısıldadı Harin. "O adam.. içeride. Ve ben.. bu gece açığa çıkacak gerçeklerle yüzleşmeye hazır değilim."
Jungkook, gözlerini ondan ayırmadan başını hafifçe eğdi. Harin'in bileğinden kayarak aşağı inen eli, parmaklarını onun parmaklarının arasına doladı.
Bir zamanlar yalnızca ölüm getiren, soğuk metalin ağırlığına alışmış bu eller, şimdi onu tutuyordu. Savaşların, hesaplaşmaların, kandan ve baruttan örülmüş geçmişin izlerini taşıyan eller… Şimdi ise Harin’in narin parmaklarını kavrıyor, onu bu karanlığın içinde sabit bir noktada tutuyordu.
Harin’in kalbi göğsüne sığmayacakmış gibi çarpıyordu. Etrafındaki ölü bedenler, taş zemine yayılmış kan gölcükleri, soğuk havayla karışan demir kokusu… Ölüm bu kadar yakınken nefes almak bile zordu. Ama tüm bunlardan daha sarsıcı olan şey, elini sımsıkı kavrayan adamın varlığıydı.
Jungkook’un dokunuşu, sert ama güven vericiydi. Koruyucu ama aynı zamanda tehditkârdı. Onun yanında olmak, uçurumun kenarında dengede durmak gibiydi. Bir adım geri çekilse, sonsuz boşluğa düşecekmiş gibi hissediyordu. Bir adım daha yaklaşsa, kendini bilinmez bir girdabın içinde kaybedecekti.
Harin, elini geri çekmeye cesaret edemedi. Çünkü ne gariptir ki, burada.. cesetlerin arasında, ölümün gölgesinde onu ayakta tutan tek şey, Jungkook’un dokunuşuydu.
Jungkook'un bakışları Harin’in yüzüne sabitlenmişti. Gözlerinde karanlık, derin ve okyanusun en dibindeki bilinmezlik gibi sarsıcı bir şey vardı.
O bakışlar her şeyi görüyordu; Harin’in korkusunu, titreyen nefesini, bedeninin istemsizce verdiği tepkileri. Ama geri adım atmadığını da fark ettiğinde, Jungkook’un yüzünde belli belirsiz bir ifade belirdi.
Bu bir hoşnutluk muydu?
Memnuniyet mi?
Yoksa daha derinde, kimsenin çözemeyeceği bir sahiplenme duygusu mu?
Jungkook, başını hafifçe eğdi ve sesi, gecenin içinde bir fısıltı gibi yankılandı. “Sana bir seçim hakkı sunmuyorum, Harin.”
Sözleri, etrafı saran ölüm sessizliğinde yankılanırken, Harin’in içini tuhaf bir ürperti kapladı. Cümle, bir emir gibiydi. Kaçmanın imkânsız olduğunu, kaçmaya çalışsa bile asla başaramayacağını bilen bir adamın sözleri.
_Devam Aşağıdadır._
_Devam Buradan._
Nefes alışları düzensizleşti. Göğsü inip kalkarken, Jungkook’un gözlerinin içine baktı. O bakışların içinde kaçınılmaz bir kader vardı. Sarsılmaz bir irade. Ve belki de, en korkutucu olanı.. kaçınılmaz bir bağlılık.
Jungkook’un başparmağı, Harin’in elinin üzerinde yavaşça gezindiğinde, vücudu bir anda irkildi. Dokunuşunun içinde.. kelimelere dökülmemiş bir anlam vardı.
Adam ona doğru eğildiğinde, Harin ciğerlerine dolan havanın ağırlaştığını hissetti. Bu, tedirgin edici bir yakınlıktı. Ama aynı zamanda, acı verici bir biçimde çekici…
Jungkook’un sesi, karanlığın ortasında tekinsiz bir güven gibi yankılandı. “Ben buradayken korkmana gerek yok.”
Harin’in gözleri aniden ona kilitlendi. Bu bir yalan mıydı? Yoksa tehlikenin tam kalbindeyken, sadece onun güvende olduğunu bilmesi için söylenmiş bir gerçek mi?
Bunu anlamaya çalışırken, Jungkook’un, elini daha da sıkı kavradığını fark etti. Parmakları, Harin’in parmaklarının arasına tam olarak geçtiğinde, aralarındaki bağın yalnızca fiziksel bir temas olmadığını fark etti.
Jungkook sessizce eğildi. Nefesi Harin’in tenine değecek kadar yakındı artık.
“Seni benden başka kimse alamaz.”
Bu sözler, Harin’in damarlarına bir zehir gibi işledi. Korkutucu bir vaat, ama aynı zamanda insanı garip bir şekilde sarhoş eden bir güven hissi…
Kaçmalı mıydı?
Yoksa artık kaçmanın bir anlamı kalmamış mıydı?
Jungkook’un gözleri, Harin’in gözlerinde bir saniye daha durdu. Sonra başını hafifçe yana eğdi ve alçak bir sesle fısıldadı.
“Yanımda olduğun sürece, kimse sana zarar veremez.”
Ve o an, Harin bir gerçeği fark etti.
_Bu adam, onu yok edebilecek tek kişiydi. Ama aynı zamanda.. onu koruyabilecek tek kişi de oydu._
* * *
|| _Harin'in bakış açısı_
Burası... havasızdı.
İçeri adım attığım anda, tüm vücudumu saran ağırlık, sadece bu evin içindeki havadan gelmiyordu. Bu bir his, bir uyarı, bir tehdit gibiydi. Sanki duvarlar, daha önce burada yaşananları içine hapsetmiş ve şimdi de nefes almama izin vermiyordu.
Loş ışıklar, mermer zemin üzerinde yankılanan adımlarımız, içerideki sessizlik... her şey gerilmiş bir ip gibi, tek bir yanlış harekette kopmaya hazırdı.
Jungkook’un varlığı yanımda, soğuk bir duvar gibiydi. Onun duruşu, yürüyüşü, hatta nefes alışları bile dikkatlice hesaplanmış gibiydi. O tamamen hazırlıklıydı. Ama ben?
Ben buraya ait değildim.
Koridor boyunca ilerlerken, kan lekeleri gözüme çarptı. Bazıları kurumuştu, bazıları ise hâlâ taze. Birkaç adım ötede, duvara sıçramış koyu kırmızı izler vardı. Midem, gördüğüm manzaraya bir tepki vermek istese de, kendimi zorlayarak duygularımı bastırdım.
Tam önümde yürüyen Jungkook'un omuzları gerilmişti. Onu daha önce böyle görmemiştim. Her zamanki özgüveni, tehditkâr ve sarsılmaz hali... şimdi bile güçlüydü ama bir fark vardı. Bu, bir savaşçının tetikte olduğu andı.
Koluma değen hafif dokunuşu, ilk başta yanlışlıkla sandım. Ama yanılmıştım. Bu bir mesajdı. Küçük, belirsiz ama net. Yanımda olduğunu, beni fark ettiğini ve bana göz kulak olduğunu söyleyen sessiz bir uyarı.
Bu koridorun sonu, bizim için bir başlangıçtı. Kapının eşiğine geldiğimizde, nefesimi tuttum. Çünkü içeride, bizi bekleyen şeyin ne olduğunu bilmiyordum.
Ama Jungkook, çok iyi biliyor gibiydi.
Kapı ardımızan kapandığında, içerideki hava anında değişti. Dışarıdaki soğuk, ölüm kokan koridordan farklı bir atmosfer vardı burada. Ama bu kesinlikle bir rahatlama hissi değildi. Aksine, daha ağır, daha baskılayıcı ve daha tehlikeliydi. Bir kafese kapatılmış gibi.
Odadaki ışık gözlerimi rahatsız edecek kadar parlak değildi ama loş da sayılmazdı. Burası lüks bir evdi, her şey ince bir zevkle döşenmişti, ama yerde uzanan cesetler bu ihtişamın içindeki en çarpıcı tezatı oluşturuyordu. Kan, pahalı halının desenlerine sinsice yayılmıştı.
Jungkook’la birlikte, adım adım bu ölüm sahnesinin ortasına doğru ilerliyorduk.
Karşımızda, iki adam oturuyordu.
İkisi de sessizdi. Sessizlik, bazen kelimelerden daha tehditkâr olabilirdi ve bu da onlardan biriydi.
Biri, Jungkook’un babası. Güçlü, otoriter ve içinden neler geçtiğini anlamanın zor olduğu bir adam. Bana bakan gözlerinde bir şey vardı; tanımlayamadığım bir şey. Jungkook’a mı kızgındı, yoksa burada olmamdan mı rahatsızdı emin değildim ama yüzündeki sertlik, içindeki rahatsızlığın sadece küçük bir yansıması gibiydi.
Diğeri ise…
Hwang.
Onun varlığı, içerideki havayı bile değiştiriyordu. Ölüm kokusu, artık sadece cesetlerden değil, onun sessiz ama ürpertici varlığından da yayılıyordu sanki. Gözleri, insanın içini görebilecek kadar keskin ve deliciydi. Sanki zihnimin içini okuyormuş gibi, düşüncelerimi didik didik ediyormuş gibi bir his uyandırıyordu.
Bakışları ise sadece benim üzerimdeydi ve bu çok tedirgin edici hissettiriyordu.
Nedenini bilmiyordum, ama içimde bir şeyler ters gidiyordu. Bakışlarını üzerimden çekmemesi, sanki beni çok yakından tanıyormuş gibi dikkatlice süzmesi, omurgamdan aşağıya soğuk bir ürperti gibi yayılıyordu.
Bunun farkında olan sadece ben değildim. Gözlerini benden ayırmaması, Jungkook’un anında fark ettiği bir şeydi.
O da farkındaydı.
Jungkook’un nefesi neredeyse duyulmayacak kadar ağırlaşmış, bedeni kasılmıştı. Farkında olmadan bileğimi tuttuğunu fark ettim, parmakları tenime hafifçe bastırıyordu. Beni arkasına çekmedi, ama bunu yapmamak için kendini zor tuttuğuna emindim.
Ve sonra, o sessizlik dağıldı.
“Onu Hwang’a bırak.”
Jungkook’un babasının sesi, bir mahkeme salonunda son sözü söyleyen bir yargıç gibiydi. Tartışmaya kapalı, kesin ve emir verircesine.
Ama Jungkook, emir alacak biri değildi. Yanımdan bir adım öne çıktı. Beden dili, savaşmaya hazır bir adamı andırıyordu. Ama sesi, her zamanki o kendinden emin, tehlikeli sakinliğiyle doluydu.
“Bu olmayacak.”
Babasının yüzü gölgeler arasında daha da karanlık hale geldi. Onun içinde kopan fırtınayı görebiliyordum. Öfkesi, dizginlenmiş bir canavar gibi, henüz zincirlerini koparmamıştı. Ama çok yaklaşmıştı.
“Bu çocukça inatlaşmayı bırak. Ne yaptığının farkında mısın?”
Jungkook, gözünü bile kırpmadan yanıt verdi.
“Farkındayım.” Bir adım daha attı, sesi bir gölge kadar soğuktu. “Ama asıl sen ne yaptığının farkında mısın?”
Odadaki hava sıcak değil, boğucuydu. Biri konuştuğunda diğerinin nasıl tepki vereceğini kestirmek zordu ve bu tedirginlik içimde büyüyordu.
Ve sonra, Hwang oturduğu koltukta kıpırdadı.
Sanki tüm bu sahneyi izlemekten sıkılmış gibi, cebine uzandı ve içinden küçük bir şey çıkardı.
Ne olduğunu anlamam birkaç saniye sürdü. Ama gördüğüm anda, içimdeki korkunun bambaşka bir boyuta geçtiğini hissettim. Çünkü, yüzündeki gülmsemeyle birlikte elinde tuttuğu o kolyeyi çok iyi tanıyordum.
_O kolye bana aitti, ama o kolyeye takılı parlak alyans.. annemindi._
* * *
_On Sekizinci Bölüm Sonu_
Bunun basılması gereken konular var
@@rosechaeiHASSS Bİ DK BABASI HWANG OLABİLİRMİ ABİ DELİRENZİ
O kadar da değil canım yani agsjehskehd
Keşke filmi olsaydı ya. Gerçekten çok başarılı bir hikâye. İlerde filmini görmek dileğiyle.
Yaa.. böyle bir film çekilmiş olsa bende kesin merak eder ve izlerdim. 🥺
YAZARIM COK GUZEL BU NE😻😻💍💍
O senin güzelliğin. 🤍
Yia bu çok güzel amaa💘neden bu kadar güzel kii.. Bu şarkı da çok güzel uymuş. Ellerine sağlık yazarım🌠💝
Yiiaa teşekkürler. 🙆🏻♀️💌
GELDİM🤩💜
💌
Ayy yetiştim yetiştim
Çok güzeldi emeğine sağlık 😍❤
🤍🎀
Çok güzel 😍
💗
ALLAHUEKBER.
Hikaye başladığından beri yorumlarımda hiç olmadığı kadar edebiyat yaptım ama bu yetenek sönüyor artık, diyefek bir şey bulamıyorum yemin billah.
Ayrıca Jungkookun babasını hiç sevmemiştim zaten bir Hwang Mwang dedi, ıyyy yani hiç gerek yok.
Heh çirkefleştiğimize göre yorum burada bitiyor kendimi rezil etmek istemiyorem.
Kalemine sağlık 🍯'ım🤍
Teşekkür ediyorum. Bolca öpücüüük! 💁🏻♀️💌
COK GUZELDI. 😭 Şarkıya mı biteyim yoksa kitaba mı biteyim bilemedim. Yazarım ne zaman yeteneğini anlayıp kendine acemi demeyi bırakacaksın??? 😠
Şu youtube'da herkes kafayı smut veya cinsellikle bozmuşken senin bu kadar ince ve güzel yazmana bayılıyorum. Kanalı açtığın ilk günden beri bir kez olsun değişmedin. Her zamanki gibi tertemiz, saf, masum ve güzel içerikler sunmaya devam ediyorsun. 🥺🖤
İyiki bizi kendinden mahrum bırakmıyorsun.
Ya sen şekerleme misin?! Bi kere ısırayım mı? 🤍
@rosechaei Ay oha olur SMZBSMXNDM 🖤
Kesin Hwang Harinin babası. Yıllar önce de kaybolmuş derken bu dünayaya geldiği kast ediliyor. Geri dönemediği içinde ailesini görememiş. Ve babasının iki dünya arasında gitme becerisi kızına geçmiş. Ya da Harinde jungkookun dünyasından annesi oraya gele biliyormuş sonra bir daha gidememiş. Bu yüzden bir daha birbirlerini görmemişler ve Harine yetenek annesinden gecmiş
Tam yerinde teorileeer. 🌝
UÇARAK GELDİMM
Önceki bölümde yazdığım gibi babasının Hwang olmama ihtimali yok bu arada çok güzel bölümdüü
BAZI BETİMLEMELERİNİ CÜMLELERİNİ OKURKEN SANKİ PROFESYONEL OLAN BİR YAZARIN KİTABINDAN SATIRLARMIŞ GİBİ HİSSEDİYORUM
Sen kesinlikle yeteneklisin💗
Böylesine yüreği güzel okurlara sahip olduğum için çok minnettarım. 🤍🎀
@@rosechaei bizde böylesine guzel bir yazar oldugun icin şanslıyız
@@rosechaei bizde böylesine nazik her okurunu kırmadan incitmeden dikkate alan tam bir güzellik yazara sahip olduğumuz için minnettarız🎀🤍
@@hürremist777 🤍
@@Aybuke_KARACA🤍
Mirayim bu kurguyu silmeyeceksin değil mi? Henüz sadece ilk 2 bölümü okuyabildim. Hiç boş vakit bulamıyorum. Umarım ben bitirmeden kurguyu kaldırıp gitmezsin..
@@gemmabecamegemm074 Silmeyi düşünmüyorum, kanalda kalacak.
Aww teşekkürler 🥺😚💜@@rosechaei
Kesinlikle Hwang, Harin'in babası. Daha da emin olmaya başladım. Ayrıca acaba Jungkook'un olduğu evren aslında ölülerin yani gerçek dünyada da ölen kişilerin olduğu veya paralel evren olabilir mi?
@@StarmyHwq_Kpop İki farklı dünya. İkisi de genel olarak aynı, fakat tek fark Jungkook'un dünyasının kanunsuz olması. Harin’in dünyasında ise kanunlar, yasalar, hükümler var. 💁🏻♀️
@@rosechaei Paralel evren değil mi
@@StarmyHwq_Kpop Evet evet, paralel evren
ALLAH GELMIS
İlkimmmmmm❤❤❤❤❤