W/J.Jungkook - Rüyaların Ötesindeki Evren - Bölüm 19
Вставка
- Опубліковано 8 лют 2025
- Kitabın on dokuzuncu bölümü sabitli yorumdadır.
Keyifli okumalar dilerim. 🔆
Videoda kullanılan şarkı: Cardigan - Taylor Swift
Etiket:
#kitap #kurgu #wattpad #seri #jeonjungkook #Leeharin #rüyalarınötesindekievren #rüyalar #evren #keşfet #anasayfa #anasayfayadüş #keşfetteyiz #yazarlar #yazarlık #romantizm #gizem #korku #merak #paralelevren #aşk #foryou #trend #global #final
Kitap Adı: Rüyaların Ötesindeki Evren
Acemi Yazar: Rosechaei/M.
Konusu: Tamamen şahsıma aittir.
_BÖLÜM 19_
|| _Yazarın bakış açısı_
Odanın içi ağır bir sessizliğe bürünmüştü. Havanın soğuk ama boğucu olduğu o an, adeta zamanın durduğu bir gerçekliğin içinde hapsolmuşlardı.
Hwang’ın parmakları arasında tuttuğu alyansın soluk ışıkta hafifçe parladığını gören Harin, tüm vücudunu kontrol eden korkunun esiri olmuş gibiydi. Nefesi düzensizleşmiş, kalp atışları delicesine hızlanmıştı. Gözleri, sanki o küçük metal parçaya zincirlenmişçesine kıpırdamadan orada kilitlenip kalmıştı.
Aklında yankılanan tek bir soru vardı. 'Bu nasıl olabilir?'
Dizlerinin altından çekilen görünmez bir boşluk hissi, onu ayakta tutan son parçaları da alıp götürüyordu. Bir şeylerin yolunda gitmediğini, burada kendisini bekleyen korkunç bir gerçeğin var olduğunu bütün hücreleriyle hissediyordu.
Boğazında düğümlenen bir şey yüzünden yutkunmakta zorlanıyordu. Göğsüne çöken ağırlık, nefes almasını imkânsız hâle getiriyordu.
Hwang, alyansı hafifçe başparmağıyla döndürdü. Yüzüne hiçbir duygu yerleşmemişti. Ama sessizliği ve o donuk ifadesi, söylenmemiş kelimelerin gölgesinde bir çığlık gibi yankılanıyordu. Yavaşça başını kaldırdı ve Jungkook’a baktı.
“Bunu evimde düşürdün.”
Kelime kelime, derin ve boşlukta yankılanan bir ses tonuyla konuşmuştu. Bir suçlamadan çok, bir tespit gibi. Ama içinde gizli bir ima saklıydı. Harin, ürperdiğini hissetti.
Bu sözlerin ne anlama geldiğini düşündü. Bunu ne zaman kaybetmiş olabilirdi? Alyansı kaybettiğini nasıl fark etmemişti?
O yüzüğü her zaman boynunda taşıyordu, annesinden kalan tek hatıra buydu… Öyleyse, nasıl olmuştu da o adamın ellerinde bulmuştu kendisini?
Farkında olmadan boynuna götürdüğü eli, bir şeyin eksikliğini fark ettiğinde ansızın durdu. Parmakları, çıplak tenine dokunduğunda, olması gereken kolyenin orada olmadığını anladı. İçinden yükselen panik dalgası, tüm benliğini sarıp sarmaladı.
“Hayır…”
Bu tek kelime, dudaklarından dökülmüştü ama sesine hayat verememişti.
Kolyenin orada olmadığını fark ettiği o an, odadaki bütün hava onun için daha da yoğun ve dayanılmaz hâle gelmişti. Şimdi, Hwang’ın avuçlarında tuttuğu şeyin gerçekten de ona ait olduğunu anlıyordu. Onun kolyesi… Annesinin alyansı…
'Bu imkânsız…' diye düşündü.
Ama tam da o anda, Hwang’ın gözleri ona döndü. Harin’in zihninden geçenleri okurmuşçasına ona baktı. Birkaç saniyelik sessizlik, bir ömrü içine sığdıracak kadar uzundu. Hwang, parmaklarının arasında oynadığı alyansa göz gezdirirken, derin bir nefes aldı ve yavaşça konuştu.
"Onu ilk gördüğümde, yıllardır unuttuğumu sandığım bazı şeyler tekrar gün yüzüne çıktı."
Sesi düz ve ölçülüydü ama kelimelerinin altındaki duygusal derinlik, odadaki herkesin tüylerini diken diken edecek kadar gerçekti.
Jungkook, bir adım geri çekildi ve gözlerini kısıp Hwang’a dikkatlice baktı. İçinde bir şeyler, kıpırdamaya başlamıştı ama henüz ne olduğunu bilmiyordu.
Harin ise hâlâ, o yüzüğü neden Hwang’ın elinde gördüğünü anlamlandırmaya çalışıyordu. Bir açıklama arıyordu, mantıklı bir sebep… Ama zihninin bir köşesi, bunun kaçınılmaz bir felaketin başlangıcı olduğunu biliyordu.
Ve sonra, Hwang parmağındaki bir yüzüğü çıkardı.
Odada yankılanan sessizlik, o küçücük hareketle daha da yoğunlaştı. Hwang, kendi alyansını, diğer yüzüğün yanına koymuştu.
İki alyans, aynıydı.
Bir çift yüzüktü.
_Birbirinin aynısı olan, tıpatıp aynı tasarıma sahip alyanslar._
Harin’in nefesi tamamen kesildi. Zihni durdu. Kafasının içinde yankılanan tek şey, gerçeğin vahşiliğiydi. _Bu alyanslar… bir evliliğin sembolüydü._
Hwang’ın alyansı ve annesinin alyansı.
Babasının alyansı…
Babasının.
Bütün dünya, üzerine çöküyormuş gibi hissetti.
Nefes almak zordu, ayaklarının altındaki zemin kayıyordu. Odanın içindeki her şey bulanıklaşmaya başladı. Sesler, anlamını kaybetti. Sanki kulaklarının içinde uğuldayan rüzgârlar vardı ama o hiçbirini anlamıyordu.
_Hwang… onun babasıydı._
Yıllarca kim olduğunu bile bilmediği, annesinin adını dahi anmadığı o adam.. Jungkook’un dünyasında, güçlü ve korkusuz bir adamdı.
Kanlı bir hükümdarlığın sahibiydi, belki de acımasız bir katil. Öldürmekten çekinmeyen, gözünü bile kırpmayan bir adam.
Ve o adam… onun babasıydı.
Harin, bir şey söylemek istedi ama sesi çıkmadı. Bir adım geri atmak istedi ama bacakları hareket etmedi. Kalbinin çılgınca attığını hissedebiliyordu ama bu ona gerçek gibi gelmiyordu. Ellerini kaldırdı, ama ne yapması gerektiğini bile bilmiyordu.
Sonra, her şey üstüne çullandığında.. bu ağırlığın altında ezilecek gibi hissettiğinde vücudu dengesini kaybetti.
Tam yere yığılmak üzereyken, Jungkook’un kolları hızla onu havada yakaladı.
Onun kavrayışı, demir gibi sertti. Refleksleri kusursuzdu, sarsılmadan Harin’i tutmuştu. Ama bu sefer, onu sadece ayakta tutmaya çalışmıyordu.
Jungkook’un elleri Harin’in beline, omuzlarına kenetlenmişti. Vücudu, Harin’in düşmesine izin vermeyecek kadar gergindi. Bir an duraksadı, sonra gözleri onun yüzüne kaydı.
Harin’in parmakları, farkında olmadan Jungkook’un gömleğine sıkıca tutundu. Sanki, tutunacak başka hiçbir şey yokmuş gibi.
"Ben...nefes alamıyorum."
Harin'in sesi neredeyse fısıltı gibiydi, ama Jungkook onu duymuştu.
Kaşlarını hafifce çattı, gözleri anlamaya çalışır gibi derinleşti. Harin’in göğsü hızla inip kalkıyor, parmakları titriyordu. Ellerini, sanki biraz daha sıkarsa tamamen çökecekmiş gibi güçsüz bir şekilde onun üzerine bırakmıştı.
"Gözlerime bak," dedi Jungkook, sesi boğuk ve sertti. "Beni duyabiliyor musun?"
Harin’in görüşü, tamamen bulanıktı. Ama yine de ona baktı.
Jungkook, içinden yükselen tuhaf bir sıkıntıyla nefes aldı. Harin’in zayıflığını hissetmek ona garip bir huzursuzluk veriyordu. Daha önce onu hiç böyle görmemişti.
Harin her zaman şaşkın, temkinli veya ürkek olmuştu ama hiçbir zaman böylesine parçalanmış değildi. Bu an, onu ilk kez tamamen savunmasız görmesiydi.
Hwang, karşılarında sessizce duruyor, yüzünde derin bir gölgeyle onlara bakıyordu. Onun için bu anın anlamı bambaşkaydı. Elindeki alyansları izledi, sonra gözleri Harin’e kaydı.
"Şaşırmadım.." dedi, sesi buz gibiydi. "Sana bakınca, annene ne kadar benzediğini görmek zor değil."
Harin, sesin sahibine doğru başını kaldırdı. Gözleri dolmuştu, ama ağlamıyordu. O adamı izledi. Onun ona nasıl baktığını…
Yabancı gibi.
Kendi babası… ona bir yabancı gibi bakıyordu.
Jungkook’un çenesi hafifçe sıkıldı, omuzları gerildi. Harin’in tüm vücudu hâlâ titriyordu ve o an, onun tek başına ayakta duramayacağını fark etti. Parmaklarını daha sıkı sardı, başını eğdi.
"Harin," diye seslendi, sesi daha yumuşaktı bu sefer. "Bana bak."
Harin yutkundu, ama konuşamadı.
Jungkook’un sabrı tükenmek üzereydi. Harin'in bu kadar çaresizce titrediğini görmek… içinde hoşuna gitmeyen bir duygu uyandırıyordu. Ama şu an bunun ne olduğu hakkında düşünmek istemiyordu.
Hwang, onların bu hâlini izlerken hafifçe başını yana eğdi. Gözleri, Jungkook’un Harin’i tutuşuna kaydı. Bir şeyler anladığını belli eden o boş, keskin bakışlarıyla konuştu.
"Demek bu yüzden," dedi sessizce. "Onu koruyorsun."
Jungkook başını ona çevirdi, gözleri fazlasıyla karanlık ve sertti.
"Ne demek istiyorsun?"
Hwang, alaycı bir gülümsemeyle iç çekti. "O gözlerine bakınca, cevabı görmek zor değil."
Jungkook’un parmakları, Harin’in omzuna biraz daha sıkı sarıldı.
Bu konuşma hoşuna gitmiyordu.
_Devam Aşağıdadır._
_Devam Buradan._
Tam o anda, koltukta gergince oturan Sungmin, nihayet öne doğru hareketlendi. Bir süredir sessizce izliyordu, ama artık daha fazla duramayacağını fark etti.
Gözleri önce oğluna, sonra Harin’e kaydı. Harin’in titreyen ellerini, onun gömleğini sıkıca tutunuşunu gördüğünde, yüzü tehditkâr bir ifadeye büründü.
"Ne oluyor burada?"
Hwang, hafifçe başını yana eğdi. Ona kısa bir bakış attıktan sonra, gözleri tekrar Harin’e döndü.
"Gerçekler açığa çıkıyor," dedi Hwang, sesi soğuk bir bıçak gibi havada asılı kaldı. "Ve görünen o ki, bazı yaralar hâlâ kapanamamış."
Sungmin, kaşlarını sertçe çattı. Ortamdaki boğucu hava daha da ağırlaşırken, içindeki huzursuzluk dalga dalga yükseliyordu.
Hwang’ın sözleri açık bir meydan okumaydı, ama Sungmin onun oyununa gelmeyecek kadar deneyimliydi. Yine de, içten içe gerçeğin yavaş yavaş çözüldüğünü hissediyordu ve bu his, onu tedirgin ediyordu.
"Beni bu saçmalıklarla oyalama, Hwang." Sesi, sabrının sınırlarında dolaşan bir adamın tonuydu. "Ne demeye çalışıyorsan, açık konuş."
Hwang hafifçe başını yana eğdi, yüzünde sinsice yayılan bir gülümseme vardı. Sungmin’in sabırsızlığı onu eğlendiriyordu sanki. Gözleri Harin’e, sonra hâlâ onu tutan Jungkook’a kaydı. Sahnedeki en önemli detayı kaçırmalarını istemiyordu.
_"Senin oğlun, benim kızımı koruyor."_
Sözcükler, odanın içindeki havayı bıçak gibi kesti. Bir süre kimse konuşmadı. Sadece gerçeğin ağırlığı duvarlara çarpıp yankılandı.
Sungmin’in gözleri hızla Harin’e döndü. Kızın solgun yüzü, titreyen bedeni, zihninin hâlâ şok içinde olduğu her halinden belliydi. Ardından bakışlarını oğluna çevirdi. Jungkook’un ifadesi taş gibi soğuktu, ama Sungmin’in dikkatinden kaçmayan tek şey, hâlâ Harin’i bırakmamış olmasıydı.
Sungmin’in gözleri daraldı, yüzü daha da sertleşti.
"Jungkook?"
Jungkook, tek kelime etmedi, kolları Harin’in etrafında bir an bile gevşemedi.
Sessizlik, kulakları sağır eden bir gerçek gibi üzerlerine çöktü.
Sungmin, oğlunun gözlerine baktı. Jungkook ise ona hiç tanıdık gelmeyen bir ifadeyle geri baktı. Her zaman sert, her zaman ulaşılmaz olan oğlu… şimdi birini koruyordu. Hem de, Hwang’ın kızını.
Harin’in parmakları farkında olmadan Jungkook’un gömleğine daha da sıkı tutundu. Teni buz gibiydi ama Jungkook’un bedeni ona kalkan olmuştu sanki. Kendini bir fırtınanın ortasında bulmuştu ama en azından düşmüyordu.
Ve Jungkook… onun düşmesine asla izin vermeyecekti.
Bu, kelimelere dökülmemiş bir cevap gibiydi.
Hwang, başını hafifçe yana eğerek sahneyi keyifle izledi. Sonunda geçmiş, kâbus gibi geri dönmüştü ve kimse ondan kaçamayacaktı.
Sungmin’in yüzündeki sert ifade yerini buz gibi bir donukluğa bıraktı.
Harin, kendisine yönelen bakışların ağırlığını iliklerine kadar hissediyordu ama artık daha fazla tepki verecek gücü kalmamıştı. Göğsüne oturan ağırlık, nefesini tamamen kesiyordu. Kulaklarında uğuldayan sessizlik, duyabildiği tek şeydi.
* * *
Ev, daha önce hiç bu kadar boş hissettirmemişti. Sanki duvarların arasında yankılanan sessizlik, içeridekileri yavaş yavaş yutuyordu.
Normalde burada her şeyin bir ritmi vardı; silahların soğuk metal sesi, mutfaktan gelen hafif uğultular, birinin sigara yakarken çıkardığı o kısa çıtırtı… Ama şimdi her şey fazla durağandı, fazla gergindi.
Kang, mutfak tezgâhına yaslanmış, önündeki bıçağı parmaklarının arasında çevirip duruyordu. Metalin pürüzsüz, soğuk yüzeyini hissederken, dişlerini sıkıyordu farkında olmadan.
Onun için bir şeyleri beklemek, yapabileceği en zor şeylerden biriydi. Çünkü beklemek, kontrolü kaybetmek demekti. Ve Kang, kontrolünü kaybetmeyi sevmezdi.
Jiyeon, koltukta arkasına yaslanmıştı. Bacağı hala ağrıyordu ama bunu kimseye belli etmemekte kararlıydı. Koltuk değnekleri hemen yanında duruyordu, onlara bakmamaya çalıştı. Fiziksel acıya alışkındı ama şu an içindeki huzursuzluk, ağrısından daha can sıkıcıydı.
Minjun ise pencerenin önünde durmuş, ellerini cebine sokmuş, dışarıyı izliyordu. Ama aslında hiçbir yere bakmıyordu. Sadece düşünüyordu. Ve Minjun ne zaman fazla sessizleşse, bu iyiye işaret olmazdı.
Saatin tik takları, odadaki tek gerçek sesti. Sessizliği ilk bozan Kang oldu.
"Bunu hiç sevmiyorum."
Sesi, bir bıçak kesiği gibi keskin ve kısa geldi. Sanki fazla uzun konuşursa, öfkesi kontrolsüzce taşacakmış gibi.
Jiyeon gözlerini Kang’a çevirdi, kaşlarını hafifçe kaldırarak.
"Neyi sevmiyorsun?"
Soruyu sorarken sesi neredeyse ilgisizdi ama Kang onun ne yaptığını biliyordu. Jiyeon her zaman böyleydi; sakin, umursamazmış gibi davranırdı. Ama gözlerindeki keskinlik, Kang’a her zaman her şeyi fark ettiğini hatırlatırdı.
Kang, elindeki bıçağı sertçe tezgâha bıraktı. Metalin yüzeye çarpma sesi, odanın içinde yankılandı.
"Burada olmamayı. Burada olup da hiçbir şey yapamamayı. O her zaman böyle yapar, değil mi? Her şeyi kendi başına çözmeye çalışır. Ama bu sefer…"
Cümlesini tamamlamadı. Ama herkes ne demek istediğini anlamıştı.
Bu sefer farklıydı. Çünkü işin içinde Harin vardı. Ve Harin’in varlığı, kuralları değiştirmişti.
Minjun sonunda pencerenin önünden ayrıldı ve onlara döndü. Kollarını göğsünde kavuşturdu, yüzünde her zamanki umursamaz ifadesi vardı ama gözlerinde bir şeyler dolaşıyordu, belli belirsiz bir rahatsızlık.
"Bizim yapmamız gereken şey beklemek. Jungkook’un planı bu."
Kang ona ters ters baktı. "Siktir et planı," diye homurdandı. "Plan dedikleri şey bu mu yani? Beklemek mi? Sen cidden burada oturup hiçbir şey yapmadan durabileceğini mi sanıyorsun? Çünkü ben duramam. Bizim bildiğimiz şeylerin dışında bir olay dönüyor. Hwang ve Harin meselesi… Bu işin sonu nasıl olacak bilmiyoruz bile."
Minjun, Kang’ın gözlerinin içine baktı. Sonra başını yana eğip hafifçe gülümsedi ama gülüşü soğuktu.
"Senin gibi düşünmüyorum. Jungkook ne yaptığını biliyor."
Jiyeon, Kang ve Minjun’un arasında gidip gelen bu soğuk tartışmayı izledi. Sonunda derin bir nefes aldı ve usulca konuştu.
"Jungkook’un her zaman ne yaptığını bildiğini sanıyoruz. Ama bu sefer... ona bile fazla gelmiş olabilir."
Kang başını Jiyeon’a çevirdi. "Ne demek istiyorsun?"
Jiyeon bir an duraksadı, kelimelerini tartıyordu. Sonra gözlerini hafifçe kıstı ve sessizce konuştu.
"Harin. Kadının babası Hwang. Ve Jungkook bu gerçeği bilmesine rağmen, onu yanına aldı. Üstelik Jungkook'un ona bakışı... farklı. Bu sana ne anlatıyor?"
Kang dişlerini sıktı. "Ne anlatıyor?" diye tekrar etti, sanki cevabı duymaktan hoşlanmayacağını biliyormuş gibi.
Jiyeon omuzlarını silkti. "Jungkook ona güveniyor demektir. Veya güvenmek istiyor. Ne olursa olsun, bu bizim alışık olduğumuzdan farklı bir şey."
Sessizlik.
_Devam Aşağıdadır._
_Devam Buradan._
Kang, başını iki yana salladı. Sonra gözlerini Minjun’a çevirdi.
"Sen ne diyorsun?"
Minjun gözlerini Jiyeon’dan Kang’a çevirdi, derin bir nefes aldı. "Ben mi? Ben diyorum ki… bazı şeyler planladığın gibi gitmez. _Ve bazen en büyük hatalar, en büyük zaaflardan doğar."_
Jiyeon kaşlarını çattı. "Zaaf?"
Minjun başını salladı. "Evet. Harin, onun zaafı olabilir. Bunu hiç düşündünüz mü? Eğer Hwang bunu öğrenirse, ne olacağını tahmin edebiliyor musunuz?"
Jiyeon, Minjun’un söylediklerini düşünerek başını hafifçe eğdi. Kang ise gözlerini kapatıp iç geçirdi.
"Umarım ne yaptığını biliyordur."
O anda dış kapıdan birkaç adım sesi duyuldu. Üçü de anında refleks olarak hareket etti.
Minjun, elini hafifçe arkasına götürüp silahını yokladı. Kang, oturduğu yerden doğruldu, gözleri aniden keskinleşmişti. Jiyeon ise bacağını unutmuş gibi değneklerini kenara itti, ellerini koltuk kenarına koyarak hızla doğrulmaya çalıştı.
Ama birkaç saniye içinde ayak sesleri uzaklaştı. Gelen kimse yoktu.
Jiyeon, arkasına yaslanıp başını geriye attı, bir an gözlerini kapattı. "Gece uzun olacak," diye mırıldandı.
Kang içini çekti, ellerini saçlarının arasından geçirip hafifçe başını eğdi.
Minjun ise tekrar pencereye döndü. Camdaki yansımasına baktı. Çok alçak bir sesle, sanki sadece kendisine konuşuyormuş gibi mırıldandı.
_"Bazen en tehlikeli şey, kendinden bile gizlediğin şeydir."_
* * *
Kasvetli odada zaman neredeyse durma noktasına gelmişti. Harin’in kalp atışları, kulaklarında yankılanıyor, içinde büyüyen korku ve belirsizlik, nefes almasını bile zorlaştırıyordu.
Hwang, ona birkaç adım mesafede, tehditkâr bir şekilde duruyordu. Siyah takım elbisesi kusursuz bir şekilde üzerine oturmuştu, ancak onu asıl korkutucu yapan yüzündeki o kayıtsız ifadeydi.
Karşısındaki genç kadını incelerken hafifçe başını yana eğdi. Kaşları çatılıydı, fakat bu çatış öfkeden değil, daha çok ilgisiz bir sıkıntıdan kaynaklanıyordu. Hızla soluk alıp veren, zihni altüst olmuş kızına bakarken içindeki karmaşık duygular yüzüne yansımıyordu.
Kızı… Evet, Harin onun kızıydı. Fakat bu ona karşı sıcak bir babalık hissi duymasını sağlamıyordu. Daha çok, uzun zamandır kayıp olan bir mülke yeniden kavuşmuş bir adamın memnuniyeti vardı içinde.
Harin, içgüdüsel olarak geriye doğru bir adım attığında, sırtında sert ve sarsılmaz bir varlık hissetti.
Bedeninin sıcaklığı bile tehditkârlık yayıyor, hareket etmese bile varlığıyla odadaki dengeleri değiştiriyordu. Jungkook’un varlığı, Harin için bir kalkan gibi olsa da, aynı zamanda daha büyük bir tehlikenin habercisi gibiydi.
Adamın tüm kasları gergin, her an bir patlama noktasına ulaşabilecekmiş gibi keskin ve kontrol altına alınmış bir öfkeyle doluydu. Ancak yüzünde en ufak bir duygu belirtisi yoktu. Gözleri, ölümcül bir soğukkanlılıkla Hwang’ı inceliyor, karşısındaki adamın her hareketini hesaplıyordu.
Harin ise gözlerini babası olduğunu iddia eden bu adamdan ayıramıyordu. Düşünceleri o kadar karmaşıktı ki, henüz bir şeyler kavrayamamıştı. Her şey üzerine üzerine geliyordu sanki.
"Annen hakkında..." dedi Hwang, Harin’in düşüncelerini okuyormuş gibi.
Harin, yutkundu.
"Siz," dedi, sesi neredeyse fısıltı kadar cılızdı. "Nasıl..."
Hwang’ın dudakları belli belirsiz kıvrıldı. Siyah takımının kollarını düzelterek ağır adımlarla salonun içinde dolaşmaya başladı. Sanki eski bir anıyı hatırlıyormuş gibi gözlerini hafifçe kıstı.
"Jaehwa…" diye başladı, sesini neredeyse bir şarkı gibi uzatarak. "Benzersizdi. Senin gibi değildi. O, bu dünyanın kurallarına hakimdi. Güçlüydü, akıllıydı ve ne yaptığını biliyordu. O, kendi iradesiyle buraya geliyordu. Bunu yapabilen tek kişiydi. En azından, öyle sanıyordum."
Cümlesini bitirdiğinde, dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm belirdi. Ama bu gülümseme, sevgi dolu bir anıyı anımsatan türden değildi. Daha çok, uğursuz bir tatmin barındırıyordu.
Ancak Harin’in içinde, annesinin adını duyduğu anda garip bir boşluk açıldı. Annesini kaybettiği günden beri onu böylesine yakından anlatan biriyle ilk kez karşılaşıyordu.
Hwang’ın gözlerindeki ifade, ona güven duygusu vermekten çok uzaktı. Harin’in yüzündeki şokun tadını çıkarırcasına dudaklarını bükerek devam etti.
"Jaehwa, diğerleri gibi değildi. İlk başta onu bir yanılsama sandım. Ama sonra fark ettim ki… hayır, o gerçekti. Gerçekti ve… benimdi."
Bu son kelimeyi söylerken sesi daha da sert bir hal almıştı.
Harin ise, duydukları karşısında geriye çekildi. Adamın söylediklerinin nereye varacağını bilmiyordu ama bu konuşmanın içinde kaybolmuş gibiydi.
Hwang, ona doğru bir adım daha attı. Bu sefer sesi biraz daha yumuşaktı, ama bu yumuşaklık rahatsız ediciydi.
"Ama sen.." dedi, Harin’i baştan aşağı süzerek. "Sen kontrol edemiyorsun, değil mi?"
Bu sefer Harin’in irkilmesine engel olamaması, Hwang’ı memnun etmişti. Gözlerinde, eğlenen birinin bakışı vardı. "Demek hâlâ farkına varamamışsın." diye ekledi, gülümseyerek.
Harin’in içinde bir şeyler koptu. Boğazı düğümlenmişti adeta, kelimeleri çıkaramıyordu dudaklarından. Harin henüz konuşamadan, Jungkook öne çıktı.
"Yeter."
Bedeninin her kası gergindi ama yüzündeki soğukkanlılık sarsılmamıştı. Gözleri, karşısındaki adamı baştan aşağı süzüyor, tehditkâr bir sessizlikle sabitleniyordu.
Hwang’ın yüzünde eğlenceli bir ifade belirdi, ama bu eğlence herhangi bir neşe taşımıyordu. Daha çok, bir avcıyı tuzağa düşürmüş olmanın getirdiği o sinsi tatmin vardı içinde.
"Ne kadar da ilginç," dedi ağır bir sesle, Harin’den çok Jungkook’a hitap ediyormuş gibi. "Onun burada olması seni bu kadar mı rahatsız etti, Jungkook? Yoksa… başka bir şey mi var?"
Jungkook’un yüzü, tek bir kas hareketi bile olmadan ifadesizliğini korudu. Onun bakışları, sıradan bir adamınkinden farklıydı.. bu gözler ölüm görmüş, hayatta kalmak için öldürmüş birinin gözleriydi. Hwang, onu kışkırtmaya çalışıyordu ama Jungkook bu oyuna düşmeyecek kadar deneyimliydi.
Siyah gömleğinin kollarını hafifçe sıvamış, bileklerinde beliren ince damarlar dahi kontrol altında tuttuğu öfkesini yansıtıyordu. Derin ve sessiz bir nefes aldı, ardından başını yavaşça yana eğdi. Karanlık gözleri Hwang’a kilitlenmişti.
"Oyun oynamayı bırak, Hwang." Sesindeki soğukluk, bir bıçağın keskinliği kadar netti. "Ne söylemek istiyorsan söyle. Ama burada... kimsenin sabrı sonsuz değildir. Ve ben, tahammülü tükenmiş bir adamım."
_Devamı Aşağıdadır._
_Devam Buradan._
Harin’in tüyleri diken diken oldu. Jungkook’un sesi alçak, ama içinde vahşi bir gerçeklik barındırıyordu. Onun söyledikleri, boş sözler değildi. Onun dünyasında, cümleler eyleme dökülmeden söylenmezdi.
Hwang’ın sıcaklıktan yoksun gülümsemesi genişledi.
"O zaman bir gerçeği söyleyeyim, Jungkook." dedi yavaşça. "Bu kız, uzun zamandır kaybettiğim bir parçamdı. Ve şimdi, tekrar önümde duruyor. Sence onu bırakır mıyım?"
Sessizlik.
Jungkook’un gözlerinde, tehlikeli bir ışık parladı. Bu, sabrın en ince ipliğinin kopmaya yaklaştığı o andı.
"Yanılıyorsun, Hwang." dedi, sesi keskin bir bıçak gibi. "O, bir parça değil. İnsanları mülkiyetinmiş gibi görmek gibi bir hastalığın var, farkındayım. Ama Harin kimsenin malı değil. Senin hiç değil."
Hwang, bir an sessiz kaldı. Ama bu sessizlik, bir geri çekiliş değil, bir hesap yapıştı.
"Sen ne sanıyorsun, Jungkook?" dedi sonunda. "Benim kanımdan olan birini, benim kadar iyi tanıyabileceğini mi? Sana söylüyorum… Harin kim olduğunu bilmiyor. Ama ben biliyorum."
Harin, irkildi. Kim olduğunu bilmiyor mu?
Ne demekti bu?
Hwang adımını attı, çok yavaş, çok dikkatli. Jungkook ise, en ufak bir hareketle bile, Hwang’a bir adım daha yaklaştı. İki adam arasındaki hava, o an çatırdayan cam gibi gerildi. Gözle görülmeyen bir savaş, kelimelerin ardında gizleniyordu.
Ve Hwang, sonunda küçük bir nefes vererek gülümsedi.
"Biliyor musun," dedi, Harin'e bakarak. "Annen de senin gibi bakardı. Kırıldığında, ama yine de dimdik ayakta durmaya çalışırken."
Harin’in nefesi düzensizleşti.
"Onun gibi görünüyorsun, onun gibi nefes alıyorsun." diye devam etti Hwang. "Ama ben en çok... onun gibi savaştığını görmek istiyorum."
Harin’in zihni bir çığ gibi büyüyen sessizlikle yankılanıyordu. Bedenindeki titreme, içeriden dışarıya doğru yayılan, kontrol edemediği bir korkunun yansımasıydı. Hwang’ın sesi, tüylerini diken diken eden bir yankı gibi kulaklarında asılı kalmıştı.
Annesi… Onun gibi görünmekten bahsetmişti. Onun gibi nefes almaktan, ama en çok da onun gibi savaşmasını görmek istediğinden.
Harin’in boğazı düğümlendi, kalbi acı veren bir hızla çarpmaya başladı. Bir şeylerin ters gittiğini, bu adamın yalnızca kelimelerle oynayan biri olmadığını, düşündüğünden çok daha fazlası olduğunu her zerresiyle hissediyordu.
Jungkook’un çenesinin kasıldığını görmemek ise imkansızdı. Tüm bu cümleler, o hasta ruhlu adamın ağzından süzülen kelimeler, beyninde yavaş yavaş parçalanıyordu. Anlamlarını tartıyordu.
Hwang’ın ne ima ettiğini çözmeye çalışıyordu. Ama bir şey açıktı.. bu adam, karşısında duran kızı bir varlık olarak değil, bir gölge olarak görüyordu.
_Annesinin gölgesi._
Jungkook'un kaşları çatıldı. Sabrı tükeniyordu. Bir şey söylemek için ağzını açtı, ama tam o anda, odadaki sessizliği Sungmin’in ağır, otoriter sesi böldü.
"Jungkook."
Derin, tok ve sabırsız bir sesti bu. Bir uyarı gibi havada yankılandı, bir hükümdarın kararını bildirirken kullandığı soğuklukta.
Harin, gözlerini kırpıştırarak sesin sahibine döndü. Sungmin, koltuğunda oturuyor ama sanki odayı ve içindeki herkesi birer satranç taşı gibi değerlendiriyordu. Yüzü herhangi bir duygu taşımıyordu, en azından ilk bakışta öyle görünüyordu.
Ancak Harin, bu adamın sadece sessiz bir gözlemci olmadığını anlamıştı. O, bekleyen ve zamanı geldiğinde harekete geçen biriydi. Şimdi ise harekete geçmeye hazırdı. Gözlerini, oğlunun üzerinde sabitlemişti.
"Onu gerçekten koruyabileceğini mi sanıyorsun?"
Harin’in içindeki korku bir kat daha arttı. Kendi kaderinin, burada iki adam arasında bir pazarlık konusu haline geldiğini görmek miydi onu daha da tedirgin eden? Yoksa Sungmin’in bu kadar soğukkanlı ve umursamaz bir şekilde bunu dile getirmesi mi?
Jungkook kıpırdamadı, yüzü herhangi bir duygu göstermiyordu. Gözleri, babasına kilitlenmiş, düşüncelerini tartıyordu. Ancak Sungmin, oğlunun suskunluğunu bir tereddüt gibi algılamış olacak ki bu sefer sesi daha sert ve emredici bir tona büründü.
"Onu babasına teslim et."
Harin’in dünyası aniden durdu.
Nefesi sıkıştı. Teslim etmek? Babasına mı? Gözleri istemsizce Hwang’a kaydı, adam hâlâ keyifli bir gülümsemeyle onu izliyordu, ama o gülümsemenin altında bir şey vardı. Bir açlık. Bir sahiplenme. Bir zaferin getirdiği tatmin.
Jungkook’un sesi, bu kez hiç olmadığı kadar soğuk, ve kararlı bir tınıya bürünmüştü.
"Bir daha tekrarlarasan, bunu konuşarak çözmeyeceğimizi bil."
Sungmin, oğlunun bakışlarına karşılık verdi. Odadaki gerilim aniden değişti. Bir saniye öncesine kadar Sungmin, yalnızca bir gözlemciydi, ama artık durum öyle değildi. Şimdi gerçekten devreye girmişti ve o, asla geri adım atmazdı.
"Hwang onun babası. Seninle bir ilgisi yok."
Jungkook’un parmakları yumruk haline geldi, çenesi gerildi. O an Harin bile, Jungkook’un içindeki öfkenin yükseldiğini hissedebiliyordu. Hwang’ın babası olması, onu teslim etmesi gerektiği anlamına mı geliyordu?
Harin’in gözleri farkında olmadan Jungkook’a çevrildi. O, her zamankinden daha soğuk görünüyordu ama bu soğukluk, her an patlamaya hazır bir yanardağın sessizliğini taşıyordu.
Jungkook’un sesi düşmanca bir tehdit gibi odanın duvarlarına çarparak yankılandı.
"O adam onun babası falan değil."
Kelimeler, herkesin üzerine karanlık bir perde gibi çökmüştü. Harin’in zihni bir girdabın içine çekilmiş gibi döndü. Bedeninde istemsizce bir ürperti hissetti. Jungkook, o cümleyi söylerken geri adım atmamıştı. Açıkça onu koruyordu. Ama neden?
Sungmin, oğlunun yüzünü dikkatlice inceledi. Oğlunun her hareketini, yüzündeki en küçük kas oynamasını bile takip etti. Jungkook’un gözlerinde beliren o tehditkâr ışığı görmüştü. Ama bu bakışlar ona yabancı değildi.
Yıllardır, onu bu dünyanın en acımasız kurallarına göre yetiştirmişti. Güçlü olacaktı. Mantıklı olacaktı. Gereksiz şeyler için zayıflık göstermeyecekti. Ancak şimdi karşısında duran Jungkook, tüm bunları unutmuş gibiydi.
Sungmin, gözlerini bir kez daha Harin’e kaydırdı. Ardından, gölgelerin içinde sessizce duran Hwang’a çevirdi. Derin bir nefes aldı. Ses tonu, bir babanın oğluna verdiği son uyarıyı andırıyordu.
"Jungkook." Duraksadı, gözlerini oğluna çevirdi. "Bu dünyada basit duygulara yer yok. O kızın peşini bırak. Onun kaderini sen belirleyemezsin."
Bu cümle, bir emir gibi odanın ortasına düştü. Soğuk, net ve tartışmaya kapalıydı. Ama Jungkook’un gözleri bir an bile titremedi.
Derin bir nefes aldı, yumrukları gevşeyip sıkıldı. Her şey onun için netti. Babası, Harin’in burada hiçbir anlam ifade etmediğini düşünüyordu. Onun, Hwang’a ait olduğunu, bu işin kaçınılmaz bir kader olduğunu varsayıyordu. Ve ona göre, Jungkook’un bu meseleye dahil olması gereksizdi.
Ama Jungkook buna inanmıyordu.
Gözleri Harin’e kaydı. Kadının gözlerindeki korku, onun içindeki öfkeyi daha da ateşledi. Harin olduğu yerde donmuştu. Solgun ve kırılmış bir figür gibi, kaosun ortasında bir gölge gibi duruyordu.
Harin'in yüzündeki her ifade, içinde kopan fırtınayı ele veriyordu. Zihninde yankılanan kelimeler, onun bütün varlığını ağır bir yüke dönüştürmüştü. Her şey, bir anlığına bile olsa, fazla gelmişti.
Bu sahne, Jungkook’un hafızasına bir yara gibi işlendi.
Odanın ortasında babasına bakarak, sesi bu kez daha kararlı, daha geri dönüşü olmayan bir şekilde yanıtladı.
"Onu Hwang’a vermeyeceğim."
Jungkook, babasının üzerinde bıraktığı baskıyı hissetti ama yüzündeki kararlılık tek bir an bile sarsılmadı. Onun için bu artık bir tartışma meselesi değildi.
_Devam Aşağıdadır._
_Devam Buradan._
Harin’in varlığı, onun için bir risk olmaktan çıkmış, tam anlamıyla bir gerçeklik hâline gelmişti. Gözlerinin içindeki öfke, bu gerçekle yüzleşmesi gerektiğini söyleyen Sungmin’e çevrildiğinde, odadaki tansiyon daha da yükseldi.
Sungmin, bakışlarını oğlunun yüzüne kilitlemişti. Yıllarca kurduğu düzenin, katı prensiplerin ve bu dünyanın acımasız kurallarının, şimdi oğlunun karşısında bir duvar gibi durduğunu görebiliyordu.
Jungkook’un kararlılığı, Sungmin için hiç de yabancı değildi. Aynı bakışı bir zamanlar aynada kendine bakarken görmüştü. Ve işte bu yüzden oğlunun ne kadar ileri gidebileceğini de çok iyi biliyordu.
"O kız için ölmeye mi niyetlisin, Jungkook? "
Jungkook, tek bir saniye bile tereddüt etmeden, gözlerini babasının gözlerinden ayırmadan cevap verdi.
"Gerekirse."
Bu tek kelime, derin anlamlar taşıyordu.
Hwang’ın dudakları kıvrıldı, bakışlarındaki parıltı belirginleşti. Bu sahne, onun için izlemeye değer bir şeydi. Tehlikeli, heyecan verici, kaosun kıyısında dengede duran bir oyun…
Sungmin ise gergin bir sessizlik içinde oğlunun yüzünü süzdü. Çizgileri belirginleşmiş, artık geri dönüşü olmayan bir noktaya geldiğini fark etmişti. Jungkook, kendi kararını vermişti. Onun inadı, babasının bile aşamayacağı kadar sert ve derindi.
Odadaki gerginlik gözle görülür şekilde yükselirken, Harin, hâlâ sessizce olduğu yerde duruyordu. Bedenine sanki ağır bir ağırlık çökmüş gibiydi. Hwang’ın ağzından dökülen kelimeler zihninde yankılanmaya devam ediyordu;
_'Annen de senin gibi kaçmaya çalışmıştı.'_
Bu cümle beynine kazınmış, içinde derin bir sızı bırakmıştı. Ellerini sıkmasına rağmen titremesini durduramıyordu. Bilmediği bir geçmiş, hiç öğrenmediği bir gerçek, en korktuğu adamın dudaklarından dökülmüştü.
Jungkook, Harin’in titrediğini fark ettiğinde gözlerini kısmıştı. Bu detay, içindeki öfkeyi daha da büyüttü. Hwang’ın o zehirli kelimeleriyle Harin’in zihnine nasıl kazındığını, onu nasıl sarsıp darmadağın ettiğini görmek... Bu, tolere edemeyeceği bir şeydi.
Ve artık sabrı tükenmişti.
Jungkook’un göğsü ağır ağır inip kalkıyordu. Parmakları, farkında bile olmadan kenetlenmiş, tırnakları avuçlarına gömülmüştü. İçindeki öfke, etrafına soğuk bir fırtına gibi yayılıyordu.
Sonunda, buz gibi bir sesle konuştu.
“Pişman olacağın kararlar verme, Hwang."
Odadaki herkes, bu iki kelimenin ağırlığını hissetti. Hava, aniden keskinleşti, sanki görünmez bir el herkesin nefesini sıkıyormuş gibi bir gerginlik çöktü. Kimse kımıldamıyordu. Zemin bile Jungkook’un öfkesi karşısında çatlayacakmış gibi titriyordu.
Harin, içgüdüsel olarak olduğu yerde sıkışıp kaldığını hissetti. Jungkook’un sesi, karanlık ve tehlikeliydi. Öyle bir tonla konuşmuştu ki, içini garip bir ürperti kapladı. Ne olacağını bilmiyordu, ama bir şeylerin hızla kontrolden çıktığını hissedebiliyordu.
Hwang ise tam tersine, bundan keyif alıyor gibiydi. Gözlerinde sinsice kıvrılan bir parıltı belirdi, dudaklarının kenarı alaycı bir gülümsemeyle kıvrıldı.
“Oh, Jungkook…” diye mırıldandı, başını yana eğerek. Bakışları, Jungkook’un yüzünü dikkatlice tarıyordu, sanki onu daha iyi anlamaya çalışıyormuş gibi. Ama gözlerindeki o şeytani ışıltı, sadece oyun oynadığını gösteriyordu.
_“İnsan, gerçekten umursamadığı biri için böyle deliye dönmez, değil mi?"_ diye sordu. _"Bu, hissettiklerinin çok ötesinde bir şey."_
Harin’in kalbi aniden hızlandı, sanki yavaşça bile olsa Hwang’ın kelimeleri içindeki tüm duvarları yıkıyormuş gibiydi.
Hwang’ın sorusu, bir yandan Harin’i zor durumda bırakıyor, bir yandan da Jungkook’un içinde neyin gizli olduğunu sorguluyordu. Harin, başını hafifçe eğerek Hwang’a baksa da, içindeki huzursuzluk artmıştı.
Ama Jungkook, Hwang’ın bu alaycı oyununa asla düşmeyecekti. Gözleri aniden kısıldı. O öfke, yalnızca Hwang’a değil, belki de her şeyin üzerine çöken bir umutsuzluğa yönelmişti.
"Bu konu senin sınırlarını aşar." dedi Jungkook.
Hwang, kaşlarını kaldırarak hafifçe gülümsedi. Sanki her hareketi, Jungkook’u daha da zor bir duruma sokmaya yönelikti. “Bu sahne defalarca kez yaşandı, Jungkook." diye mırıldandı, bu kez bakışlarını doğrudan Harin’e yönlendirerek. _"Tek fark, her seferinde sonunun aynı olmasıydı."_
Harin, istemsizce bir adım geriye çekildi. Hwang’ın bakışları, görünmeyen bir ok gibi onu hedef alıyordu. Ama o daha hareketini tamamlayamadan, odada yeniden Sungmin’in sesi yükseldi.
“Yeterince vakit kaybettik.”
Sungmin’in sesi, herkesin dikkatini hemen çekmişti. Gözleri, katı ve kararlı bir şekilde oğlu Jungkook’a çevrildi. Sungmin, yılların tecrübesine dayalı soğukkanlılığıyla duruşunu bir an bile bozmadan, bakışlarını oğlunun yüzünde gezdirdi.
O adam, her zaman karanlıkta bir yılan gibi gizlenen ama şimdi öfkesini gizleyemeyen bir liderdi. Hırçınlığı, artık odadakilere daha belirgin hale gelmişti.
“O kızın bu evde işi yok.”
Harin’in kalbi, bu cümleyle birlikte sımsıkı kavruldu. O an, kendi varlığının bir tehdit gibi hissedildiğini düşündü. Sadece burada istemediği bir konuya daha fazla dahil olmakla kalmıyordu, aynı zamanda varlığı tüm dengeleri değiştirmiş gibiydi.
“Hwang onu istiyor, sen ise aklını kaybetmiş gibisin.” dedi Sungmin, gözlerinden yayılan soğukluğun içinde neredeyse bir ölüm tehdidi vardı.
Jungkook, biraz önceki sert bakışlarını gözlerinde toplayarak, sakin ama kararlı bir sesle yanıt verdi.
“Dedim ki, onu ona vermeyeceğim.”
Bu, sanki bir volkanın patlaması gibiydi. Sözleri, odada yankılandıkça herkesin içinde bir huzursuzluk bıraktı. Hwang’ın gülümsemesi kayboldu. Harin, bu cümleyi duyarken, her şeyin yerli yerine oturduğunu hissetti.
Jungkook, sadece bu savaşın bedelini ödemek için değil, aynı zamanda kendi inancını savunmak için hazır görünüyordu.
Sungmin, Jungkook’un sözlerinden ne kadar rahatsız olduğunu fark etti. Oğlunun bakışlarındaki değişim, ona bir şeyler anlatıyordu. Bu karar, bir rastlantı değildi.
Oğlu artık sadece bir hedef değil, içinde bir ateş taşıyan bir adamdı. O ateşin, ne kadar derin olduğunu ve nereye kadar gideceğini görmek istiyordu.
Sungmin, gözlerini Jungkook'un üzerinde gezdirirken, bir anlık bir duraklama yaşadı. Sonra, dudaklarından bu cümle döküldü, her kelimenin ağırlığını yansıtarak.
_“Bu kadına olan aşkın seni yakacak, Jungkook.”_
Harin, nefesini tutarak gözlerini kapattı. Aşk… sadece bir kelime gibi görünse de, o kadar büyük bir yük taşıyordu ki, odadaki herkesin arasında bir tek kendisi o yükün altında eziliyormuş gibi hissetti.
Hwang’ın bakışları, bu sefer daha da canlanmıştı. Gözlerindeki o şeytani parıltı, bir gülümsemeye dönüşmüştü. Ama Harin, ona odaklanmak yerine, Jungkook’a yöneldi.
Jungkook’un yüzü, hiçbir şey hissettirmiyordu. Öfke, sinir, acı… hiçbir şey. Ama sonra, gözleri babasının gözlerinden ayrılmadan, hafifçe gülümsedi.
Bu, meydan okuyan bir gülümseme değildi. Bu, tüm dünyaya karşı son bir adım atmaktan vazgeçmeyen bir adamın gülümsemesiydi. Kendi sonunu kabullenen, ama ona rağmen kararlılığını kaybetmeyen bir adamın gülümsemesiydi.
Jungkook'un dudaklarından son bir cümle döküldü.
_“Öyleyse… yanacağım.”_
Ve o an, Jungkook’un gülümsemesi, sadece geçmişin kaybolduğunu değil, her şeyin küllerinden yeniden doğacak kadar güçlü bir ateşle şekillendiğini gösterdi. O an, bir başlangıcın, ama aynı zamanda bir sonun göstergesiydi.
* * *
_On Dokuzuncu Bölüm Sonu_
AĞLIYORUM ŞAKASIZ
Lütfen bu hikaye mutsuz bitecek olmasın Mirayy...
Eğer mutsuz biterse evimde ayaklı cenaze gibi gezmeye başlayacağım, çok ciddiyim.
Ayy lütfen kötü sonla bitmesin. Çok ağlarım yoksa. Ben depresyona bile girerim. 😔🥺
BEKLİYORUM SABAHTAN BERİİİİ YENİ BÖLÜMMM NERDEEEEE
MIRAY O SHORT VIDEOSU NE HARIN OLECEK MI
Woaaahhh.. çok güzel olmuş
Kelimelerle ifade edemiyorum 😍😍❤❤
Jungkook'un buradaki tutumu kalbimi tekletti desem yalan olmaz 😍😍
Bunu duymak çok güzel, teşekkürler. 💌🎀
uzun zamandır bu kadar iyi bişiy okumamıştım harika olmuş
Her seferinde ödüm kopuyor Jiyeon'a bir şey olacak diye. O başlarda bi geliyor sanıyorlar ya. Orda bir şey olcak sandım da olmadı. Hwang'a gelince.. Tahminim doğru çıktı. Harin'in babasıymış. Her ne kadar şapşallık yapsada ben seviyorum seni Hwang Dedee. Kook fena tutulmuş yalnız. Sonda dediği şey çok hoşuma gitti
MIRAY AT ARTIK SUNU CATLATMA INSANII
Miray eğer kötü son uaparsan bozuşuruz🥹
Yaa ağlayayım mı ben şimdi🥺Çok güzel, acayip duygu doluyum şu an. Jungkook'un Harin'e olan bağlılığı ve kararlılığına diyecek bir şey bulamadım❤ Kaleminin derinliği çok güzel yazarım. Ellerine sağlık🤍
"Yazarım" yazan parmaklarınızı seveyiim. Teşekkür ederimmm. 🤍
@rosechaei 💖🥰
Çok güzel ama kötü bitmesin lütfen 🥺
Mükemmel bi bölümdü okurken hissettirdi ellerine sağlıkk 🎀💗
Okurken hissederek okumak... Bir yazarın en çok istediği şey olabilir. Teşekkür ederim. 🤍
Rica ederimm 💞
GERCEKTEN COK HOSSS asssiri derecede b-a-y-ı-l-d-ı-m harika yazmissin gercekten okurken o anin duygusu o kadar icime kadar hissettim ki yani yazdigin hersey mukemmel ayni senin gibi seni cooooo∞k seviyoruz bunu sakin unutmaaa 🎀❤️💗
Teşekkür ederimm. 🙈🤍
@@rosechaei 🎀❤️💗
Çok güzel olmuş ❤hawanga sinir oldum 😅ama ellerine sağlık ♥️🥰
Hwang’a sinir olmayan yok agskehdkrh. Teşekkürler. 💗
@rosechaei 🤣🤣♥️
ABİ ÇOK GÜZEL BİR BÖLÜMDÜ VE ÖYLE Kİ her bölüm bir öncekinden daha da büyüleyici gelmeye başlıyor bazı cümleler yatakta tepinmeme sebep oluyor falan bu kadar kendini geliştirdiğini gördüğümde belki haddime değil ama gururlu bir anne gibi hissediyorum eski ve her yazdığını okumuş bir okurun olarak...
Ve şunu söylemek istiyorum ki sona gerçekten yaklaşıyoruz ve her veda bir sonraki buluşmanın bir işaretidir diye düşünsemde bazı vedeların geri dönüşü olmuyor umarım ki bu geri dönüşü olmayan bir veda olmaz çünkü kaleminden mahrum kalmak beni üzer ama biliyor musun ne olursa olsun okurların olarak seni seviyoruz
BENDE SIZLERI COK SEVIYORUM.
@@rosechaei 💗💙
Mirayyyy yine harikasın........;)
🙈
Tam zamanındaa geldim yazarım yine mükemmel olduğunu düşünüyorum😻
💁🏻♀️🤍
Aşırı derece güzel yazıyorsun gerçekten hayran kaldım sakın pes etme ❤
Teşekkürler 💌
@@rosechaei ❤❤❤
YAKALADIIIMMM
ÇOK GÜZEL ÇOK ÇOK ÇOK GÜZEL
💌🎀
Lan daha ben 3 bölümdeyim of olayları çık merak ediyorum ama bir türlü okumaya müsait zaman bulamıyorum millet yeni bölümleri ile okuyor ben hala 3 kaldım bu kadar geri bir insan dünyada tek 😂
Aa çok geridesin, koş koş! Yetiş bize. 🌝
@@rosechaei ay yok yetişemiyorum şuanda uyumam lazım kaldı bir gün okuyup size yetişicem merak etme tamda en meraklı yerde kalmıştım
Öyleyse yanacağım🍷
Yanalım bebem💋
Neden bilmiyorum ama sanki Harin annesiyle aynu kaderi paylaşıyormuş gibi geliyor. Bismillahirrahmanirrahim deuip yolumuza devam.
Kalemine sağlık 🍯'ım🤍
Jaehwa'ya olan her şeyi tam olarak bilmek istiyorum ya baya merak ettim
Teşekkürler can parçam. 🤍
Bütün bölüm boyunca Harin'i tokatlayıp kendine getirmek istedim ve Harin'in şu Hwang pzvenkine sen hayırdır lan diye çıkışmasını bekledim ama bazı bünyeler bazı şeyleri kaldırmaz özellikle de o şeyler bu kurgudaki şeyler gibiyse VE ABİ BEN BU ANNESİYLE HWANG'IN HİKAYESİNİN TAMAMINI ÇOK MERAK ETTİM KEŞKE ONU DA YAZSAN DA JAEHWA'NIN HİKAYESİNİ DE OKUSAKK
Jaehwa ve Hwang'ın hikayesi acayip derin, bi girsem geri çıkamam ordan. 🙊
Ayrıca Harin'e kızma.. o bazen süzme saftirik olabiliyor. AGSKEHSKEHPS
@@rosechaei biraz çıt kırıldımsıı abi BEN O DERİN HİKAYEYİ ÇOK MERAK EDİYORUM
@@Aybuke_KARACA Yok yok, sen boşver annesiyle babasini. Sen bizimkilere odaklan.
@@rosechaei bir de böyle Hwang'ın anlattığına göre Jaehwa daha böyle savaşçı güçlü akıllı bir kadın karakter ya iyice meraklandım bir de bu kadın neden öldü acabaa bir de Hwang'la olmak istiyor muydu istemiyorsa boyut değiştirmeyi kendisi kontrol edebildiği halde neden yeniden o boyuta gitti çatlicam meraktan
@@Aybuke_KARACA Kitap bitince bana hatırlat da, sana özel özet geçeyim o ikisinin hayatından bir parça. ^^
Abi benim anlamadığım Harin'in o alyans takılı kolyesinin hwang'ın eline nasıl geçtiği hatırladığım kadarıyla Hwang Harin ile ilk kez karşılaştığı zaman o kolye Jungkook'un mekandaki yatağın üstünde kalmamış mıydı
Canı sağ olasıca Jungkook'cum, Hwang’ın evinde düşürdü kolyeyi. Yanında taşıdığı için, oracıkta düşürüverdi ne hikmetse. 🌝
HAYIRR O SHORTS NE ÖYLE HARİN ÖLÜCEK Mİ
@@StarmyHwq_Kpop O kadar da acımasız olamam bencee. 👀
Yaa ölmssin lütefn mutlu sonla bittisin😢
@@rosechaei Doğru çıktı, ölmüş işte :3
@@StarmyHwq_Kpop Demekki o kadar da acımasız mışım.. 😭 avsksgsmdgdkd
@@rosechaei SOFJODJFODKFK olsun ben seni her halinle seviyorum
İLKKK