Sevgili hocam, çok keyifle izlediğim bir aydınlatma yaptınız. Sağolun. Özellikle dilbilgisi kurallarının bilgisizce devşirilmesi, hem kulak tırmalayıcı oluyor hem de dilimizde son derece yerinde ve anlamı net olan fiil çekimlerinin bilgisizce yapılan bazı tercümelerle saçma kelime tamlamaları halinde kullanılmalarına sebep oluyor. Örneğin; “I will be doing” için “yapıyor olacağım” , “I will get back to you” için “sana döneceğim” gibi ne idüğü belirsiz ifadelerle karşılaşmaya başlıyoruz. Bu konudaki yorumunuzu rica ediyorum. 😊
Önemli bir konuyu gündeme getirdiniz Sayın Fatosyalman. Bazı terimler, üzerinde pek düşünülmeden kullanıma sokuluyor. Peki kalıcı oluyor mu? Dile yerleşiyor mu? İtiraf etmek gerekir ki bazı pratik kullanımlar yerleşebiliyor da... Örneğin sizin belirttiğiniz "sana döneceğim," "yapıyor olacağım" gibi kullanımlar belli ortamlarda, belli kişiler arasında kullanılıyor. Türkiye'de bunlara "plaza dili" diye bir yakıştırma yapılıyor, yani bir tür jargon gibi, özel dil gibi görülüyor. Bunun geçici olduğunu ve yerlerine daha Türkçeye uygun kullanımların yerleşmesini umarım. Selamlar, Levent.
@@leventcinemrejacklondon Hocam selamlar, "yapıyor olacağım" kalıbını kullanmakta pek bir mahzur görmüyorum ve sıklıkla kullanıyorum. Çünkü bir süreklilik veya devamlılık hali belirttiğini düşünüyorum. Tıpkı İngilizcedeki progressive tense'ler gibi. Sizin fikrinize göre bu yanlış bir kullanım mı? Fikrinizi duymak isterim.
Sayın Matrakcnasuhefendi, "yapıyor olacağım" şeklindeki kullanım, "future continious tense" adı verilen zaman kipidir ve İngilizcede de fazla kullanılmaz. Ancak uluslararası büyük firmalarda (plazalarda) çalışanlar arasında belli bir yaygınlık kazandığı anlaşılıyor. Türkiye'nin yurtdışına iyice açıldığı 2000'li yıllardan itibaren yine aynı yoldan, yani uluslararası firmalara bağlı olarak Türkiye'de çalışan Türk vatandaşları aracılığıyla dile girdi. Bu kişiler firmalarının dili olan İngilizce ile kendi gündelik dilleri olan Türkçeyi birbirine katarak karma bir dil konuşur oldular. "Bu işin deadline'ı nedir?" gibi, "Saat 13 meeting'inde business partnership konusunu konuşacağız" gibi cümleler kurar oldular. Yani bir tür çeviri dili oluştu. İşte bu dile, biraz da eleştirel olarak, "plaza dili" yakıştırması yapıldı. Bu tarzın bazı pratikleri olduğu için varlığını devam ettirdiğine tanık oluyorum. İşte "Yapıyor olacağım" kullanımı da bu tarza dahildir. Türkçede böyle bir zaman kipi yok. Dolayısıyla bu kullanım Türkçeye bir zaman kipi ithal etmektir. Türkçede gelecek zaman kipi vardır, "yapacağım" deriz. Yani Türkçeye uygun bir kullanım değildir. Peki, neden böyle bir zaman kipi kullanılıyor? "Süren gelecek zaman" denebilecek yeni bir zaman kipine ihtiyacımız mı var? Dilimiz burada eksik mi kalıyor? Bana göre kalmıyor, yani ihtiyaç yok. Ben çevirdiğim bir kitapta bu zaman kipini gelecek zaman kipiyle çeviririm ve eksik olduğunu da düşünmem. Ama bu kullanım plazalardan çıkıp gündelik hayata giriyorsa konuya daha dikkatle eğilmek gerekir ki bu da dilbilimcilerin işi. Gerçi şimdiye dek buna olumlu yaklaşan bir dilci gördüğümü söyleyemem. Umarım sorunuza yeterli ve doyurucu bir cevap verebilmişimdir. Selamlar, Levent
@@leventcinemrejacklondon Teşekkür ederim hocam, oldukça aydınlatıcı bir açıklama oldu. Sayenizde bu mevzu üzerine daha derinlikli fikirlere sahibim. İnternette üstünkörü bir araştırma yaptım ve bu konunun oldukça tartışıldığını gördüm. Aynı şekilde yersizce ve kafaya estiğince kullanıldığını da. Dediğiniz gibi Türkçeye bir zaman kipi ithal etme durumuyla karşı karşıyayız. Şahsen ben de gerek yazı gerekse konuşma dilinde elinden geldiğince Türkçe kelimeler kullanmaya çalışan bir insanım. Anlam bütünlüğünü bozduğunu ve lüzumsuz kaçtığını düşünürüm. Ne yazık ki "Cognitive" kelimesinin türkçesi olarak dilimize "kognitif" kelimesi girmiş durumda. Öyle ki bazen Türkçe-İngilizce sözlüklerde bile Türkçede olmayan kelimeleri görebiliyorum (bkz. "intrinsic" - "intrinsik"). Hal böyle olunca Türkçenin Türkçe olmaktan ziyade git gide diğer dillerin bir çevirisi halini aldığını görüyoruz ki bu da yeterince üzücü bir durum zaten. "-yor olmak" kalıbı hakkında şunları söyleyebilirim; gelecek zamandaki bir sürekliliği belirtmek için zaman veya süreç bildiren ifadeleri kullanmak daha doğru olacaktır. Ancak "Arayacağın zaman evi boyuyor olabilirim." yerine "boyayacak olabilirim" veya "boyayacak durumda olabilirim" gelebilir mi ki? Gelecekte ihtimal bildiren bu eylemi başka hangi kelimelerle açıklayabiliriz, yani bir ihtimal halini alan gelecekteki "boyama" eylemini? Bu kalıbın ithal olduğunun farkındayım fakat son yazdığım örnek üzerine her ne kadar kafa yormuş olsam da bir yanıt bulamadım. Sizin bu durumdaki yaklaşımınız ne olurdu? Selamlar, Nasuh
@@nasuhefendi Nasuh Bey, çeviride karşıma çıktığında "cognitive"i "bilişsel," "intrinsic"i ise bağlamına göre "içsel, yapısal, öze ilişkin" sözleriyle karşılıyorum. Bu gibi konularda dile biraz zaman tanımak lazım. Bir sözün karşılığı zamanla bulunup dile yerleşir veya o söz Türkçeleşebilir. "Posta-postacı" gibi. Boya örneğinize bir şey diyemedim. Belki gerçekten de böyle bir zaman kipine ihtiyaç vardır ve zamanla yerleşir. Ama şöyle bir gözlemim var: Sınırlı durumlarda ihtiyaç olduğunda kullanılabilecek olan bu zaman kipini sıkça kullananlar, bunu diline özel olarak yerleştirmiş gibi algılanıyor. Selamlar
Vakamız 1315 senesinde vukua geliyor. Mahalli vaka dahi İstanbul'da Keşkekçilerbaşın'da konak yavrusu ıtlakına şayan güzel bir evdir. (Ahmed Mithat Efendi, Jön Türkler) Ahmet Mithat Efendinin bu eseri 1910 yılında yazmış. Eseri Türk okurlara yazmış. Farslara ve Araplara değil. Vukua gelmek, ıtlaka şayan gibi kelime ve tamlama larla metin ve sözlük arasında gidip geldim. Özellikle başta Mustafa Kemal Atatürk ve Hasan Ali Yücel'in hakkı ödenmez. Ben ırkçı birisi değilim ama her millete de saygım var. Ama Türk dilinin milliyetçisiyim Her Türk aydınının ve entellektüelinin vazifesi dili korumak ve bizden sonraki kuşaklara teslim etmektir. Sizin gibi çevirmenlere ve yazarlara ihtiyacımız vardır. Sayınızın artması dileğiyle. Sevgi ve saygılarımla.
İyi günler Levent Bey. Kitap satın alırken yayınevlerinin kitapta emeği olanlara karşı tutumunu da göz önünde bulundurmak istiyorum. Konuyu biraz daha açmak gerekirse çevirmene, editöre yeterli ve gerekli imkanları sağlamamış, emeğin hakkını vermemiş yayınevlerinden kitap satın almak istemiyorum. Bu konu hakkında söylemek istediğiniz bir şey var mı? (Fikir oluşması açısından)
Merhaba Sayın İbrahimcamur. Dediğiniz doğru. Bu kadar üst düzey zihinsel çalışma gerektiren işlerde çalışan insanların kendilerini yeniden üretmeleri gerekir ki okura daha nitelikli eserler sunsunlar. Bunun için de onlara kendilerini yeniden üretebilecekleri maddi imkanların sağlanması şart. Bunu yapabilen yayınevleri var. Elbette bu yayınevlerinin kitapları diğerlerine göre daha kaliteli oluyor ve okur tarafından tercih ediliyor. Dolayısıyla yayınevleri arasında kendiliğinden bir seçilim gerçekleşiyor. Tabii sizin gibi emeğe duyarlı okurların bilinçli tavırları bu seçilimi daha da hızlandıracaktır. Selamlar, Levent.
Merhaba Sayın Seyyahseyyaha. "Belde" sözü köy olmayan küçük yerleşim birimleri için kullanılır. Yani aslında kasaba demek. Eskiden daha çok "belediyesi olan en küçük yerleşim" anlamında kullanılırdı. Sonradan belde belediyeleri kaldırılınca bu sözün kullanım alanı daraldı, unutulmaya başlandı. Selamlar, Levent
Evet, haklısınız Sayın Mehmetmoralı. Büyükşehir olan yerlerde beldeler kaldırılıp mahalle yapıldı. Büyükşehir olmayan yerlerde belde devam ediyor. Günümüzde birkaç yüz belde var. Eskiden nüfusun önemli bir kısmı bu beldelerde yaşandı. Şimdi böyle olmadığı için bu sözün kullanım alanı daraldı.
Selam abi ve artık ciddi anlamda iş bankasunin yayın politakasini anlamakta güçlük çekiyorum klasiklerden popüler yüzlerce ay vadisi dön kosot gorki ana daha buraya yazamadigim yüzlercesi dururken ismini namını daha ince duymadığınız eserleri öne çıkarıyorlar şöyle örnek vereyim ay vadisi çıkana kadar kaç tane yayın evinde basılıyor klasikleri görmek ustiyoruz neden bu geciktirme levent bey London wseeuni çevirdi bitti mi en az 1 ay içinde piyasaya sürülmeli nasıl steveug eserlerinu peşpeşe bastılar ise londin eserlerine kesinti olmamalı sabah uyandugim iş bankasuna yeni eserler kısmına baktığımda hiç değişen bir şeyin olmadığını görünce uzukiyorum sonra bajiyirum dorisn yayın evine adamlar bugüne kadar hiç yayınlanmamış klasikleri piyasaya sürmüşler sürmeye devam edilrlar sizi seviyorum abi sizden kaynaklı bir dutum olmadigunin fsrkindayim bu şikayetinizi nereye kime gondermeliyiz bir korsy karasulu ana cevirusi benden çıkacak demişti 5 senedir çıkacak hala .....
Merhaba Sayın Yasin Onur. Kitapların yayın süreci bazen uzun olabiliyor. Özellikle maliyetlerin çok arttığı şu dönemde yayıncıların düşünmesi gereken ek konular da var artık. Okurların sevdiği yayınevinden böylesine heyecanla kitap beklemesi o yayınevi için çok önemli, çok güzel bir şey ve İş Kültür Yayınları'nın bunun değerini iyi bildiğine eminim. Düşüncelerinizi www.iskultur.com.tr adresinde iletişim sekmesinde gösterilen email adresinden doğrudan yayınevinde iletebilirsiniz. Ben kendi adıma size ve sizin gibi duyarlı okurlara buradan bir kez daha teşekkür ederim. Selamlar, Levent.
Jack London anlatılarınız çok güzel ama bu tip tartışmaların yapıldığı içeriklerin de daha fazla gelmesi çok iyi olur. Maalesef Türkiye'de eskisi gibi aydınlar, yazalar arasında Türkçe üzerine düşünen, tartışan ve kafa yoran insan kalmadı.
Hocam.. "som" balığının adı nasıl "somon"a dönüştü? Treyler nasıl "tır kamyonu" oldu? Cangıl'ı "yağmur ormanı"na çevirmek; bir çevreci züppeliği mi? Balina balıkları, fok balıkları ve yunus balıkları; yumurtalarını, bizden daha ne kadar saklayacaklar??!!
@@seyyahseyyaha2362 Bütün cevaplar bende yok Sayın Seyyahseyyaha. Dil çok dinamik bir şey. Her kuşak kendi dilini yaratır. Biz elimizden geleni yapalım ve sonraki kuşakların dilimize sahip çıkmasını, onu daha da geliştirmesini umalım. Şu 15 dakikalık videoya gelen tepkiler bile bu umudun hiç de boş olmadığını gösteriyor bence. Ne kadar güzel ve kolay bir dilimiz, ne kadar kullanışlı bir alfabemiz olduğunu bence halkın çoğu biliyor. Tabii bazı tuhaflıklar da olmuyor değil ama zamanla bunlar da düzelir diyelim. Sorduklarınızla ilgili sizin açıklamanız varsa bilmek isterim.
@@leventcinemrejacklondon Merhaba Levent bey.. ben Türkçe aşığı biriyim. Dilimizi kullanmak, onu örselemeden eğip bükmek, yeni kelime ve deyimler öğrenmek, kelime kökenlerini araştırmak en büyük zevklerimden biridir. Bu soruları sorarken amacım biraz da sizinle sanal etkileşimde olmaktı. Cevapları bildiğim kadarıyla vereyim. 1- Bilimsel aile adı "salmonidae" olan bu balığın Türkçedeki adı "som balığı"dır. Geç dönem Osmanlı ve erken dönem Cumhuriyet devri romanlarında adı bu şekliyle geçer. Bu uzun yıllar boyunca nadir de olsa Türk sofralarında yer alan bu balık, 50'li yıllardan sonra yemek kültürümüzle birlikte konuşma dilimizden de kayboldu. Taki.. Turgut Özal'ın anlı şanlı ithalat furyası yıllarına kadar. Onlarca kalem ithal ürünleri arasında som balığı da vardı ve ithalatçılar konşimentoda yazılı "salmon" kelimesini okuyunca, zaten Türkçesini hiç duymadıkları balığa somon adını uygun gördüler. İsim yapışıp kaldı ve som kelimesi de ölü kelimeler dağarcığındaki yerini aldı. 2- Treylerin tıra dönüşmesi tam bir "galatı meşhur" örneğidir. TIR, "Transport International Routier" (Uluslararası Kara Nakliyatı Birliği) kelimelerinin başharfleridir. Biraz da gözüyle düşünen milletimiz; bu araçların üzerindeki gocuman gocuman harflerle yazılan TIR kelimesine aldanıp, tür adı treyler olan bu taşıtlara tır demeye başladı. 3- Cevap zaten sorunun içinde. 4- Okuya okuya cehaleti yok edeceğiz diye düşünüyorum ama bir gün birileri balina yumurtasıyla çıkagelirse fena halde mars oluruz diye de korkmuyor değilim. Selam ve saygılarımla.. (Yorumlarsanız sevinirim)
@@seyyahseyyaha2362 Som balığı konusunda bilgilendim, teşekkürler. Denizlerde memelilerin yaşaması herhalde çok alışılmadık bir durum ki bu hata yıllardır yapılır. ben de ergenliğimde öğrendiğimde şaşırdığımı hatırladım. Anladığım kadarıyla her kuşak bunu yeniden öğrenecek. Hayatımıza başka ülkelerden giren nesne ve aygıtlara, o ülkelerdeki isimlerini Türkçeleştirerek ad koyuyoruz. Örneğin "televizyon." Ama bazen yaratıcı çözümler ortaya çıkıyor. Örneğin "buzdolabı." Ona "soğutucu" değil de "buzdolabı" demişiz. Neden? Eskiden buz dolapları varmış, aileler buz kalıplarını o ahşap dolaplara yerleştirir, soğuk durması gereken yiyecekleri de o dolaba koyarmış. Buradan hareketle. Ya da cep telefonu. Onun asıl ismi "mobile phone," yani "seyyar (ya da taşınabilir, gezici, hareketli) telefon." Biz ona "mobil telefon" değil, "hareketli telefon" değil, "cep telefonu" diyoruz. Neden? Cepte taşınacak kadar küçük bir telefon olmasından hareketle. Türk insanı hayli yaratıcı ve pratiktir. Bütün bu yeni buluşlar, uygulamalar, nesneler ve aygıtlar yağmuru içinde bazen bilinçli olarak ("bilgisayar" kelimesinde olduğu gibi) bazen de el yordamıyla kendine bir yol bulmaya çalışır. Eskiden de böyleymiş. Yoksa İtalyanca "posta" ile Farsça "hane "kelimelerini bir araya getirip üstüne bir de Türkçenin o güzel özelliğinden faydalanarak fazlalıkları atarak "postane" sözünü nasıl üretebilirdi? "Tır" konusu da böyle bence. "Tıreyler" demek yerine "tır" deyip işin içinden çıkıyor. Ve herkes de bunun neyin ismi olduğunu biliyor. Kim bilir bu yaratıcılığı başka hangi kelimelerde göreceğiz... Selamlar
Doğrusu diye bir şey yoktur genellikle, biz ne yaparsak yapalım, dil kendi mecraını (pardon, mecrasını) bulur, akar. Bekleyelim bakalım, elli sene sonra ne olacak.
Ben de dil ve yanlış kavramlarının birbirine pek uymadığını söylerken bunu kastetmiştim. Ama bir yandan da dilimizi korumamız, yozlaştırmamamız lazım ki kavram dünyamız, düşüncemiz, düşüncemizin ifadesi, iletişimimiz açık ve net olsun. Bunun için özellikle dille ilgili kişilerin bu konuda yapması gereken şeyler var. Bu video da böylesi bir çabadır.
Hocam,hem bilgi,hem sohbet çok iyi.Saygilar ve teşekkürler
Teşekkürler Sayın Adnanzeytincioglu.
Sevgili hocam, çok keyifle izlediğim bir aydınlatma yaptınız. Sağolun.
Özellikle dilbilgisi kurallarının bilgisizce devşirilmesi, hem kulak tırmalayıcı oluyor hem de dilimizde son derece yerinde ve anlamı net olan fiil çekimlerinin bilgisizce yapılan bazı tercümelerle saçma kelime tamlamaları halinde kullanılmalarına sebep oluyor. Örneğin; “I will be doing” için “yapıyor olacağım” , “I will get back to you” için “sana döneceğim” gibi ne idüğü belirsiz ifadelerle karşılaşmaya başlıyoruz. Bu konudaki yorumunuzu rica ediyorum. 😊
Önemli bir konuyu gündeme getirdiniz Sayın Fatosyalman. Bazı terimler, üzerinde pek düşünülmeden kullanıma sokuluyor. Peki kalıcı oluyor mu? Dile yerleşiyor mu? İtiraf etmek gerekir ki bazı pratik kullanımlar yerleşebiliyor da... Örneğin sizin belirttiğiniz "sana döneceğim," "yapıyor olacağım" gibi kullanımlar belli ortamlarda, belli kişiler arasında kullanılıyor. Türkiye'de bunlara "plaza dili" diye bir yakıştırma yapılıyor, yani bir tür jargon gibi, özel dil gibi görülüyor. Bunun geçici olduğunu ve yerlerine daha Türkçeye uygun kullanımların yerleşmesini umarım. Selamlar, Levent.
@@leventcinemrejacklondon Hocam selamlar, "yapıyor olacağım" kalıbını kullanmakta pek bir mahzur görmüyorum ve sıklıkla kullanıyorum. Çünkü bir süreklilik veya devamlılık hali belirttiğini düşünüyorum. Tıpkı İngilizcedeki progressive tense'ler gibi. Sizin fikrinize göre bu yanlış bir kullanım mı? Fikrinizi duymak isterim.
Sayın Matrakcnasuhefendi, "yapıyor olacağım" şeklindeki kullanım, "future continious tense" adı verilen zaman kipidir ve İngilizcede de fazla kullanılmaz. Ancak uluslararası büyük firmalarda (plazalarda) çalışanlar arasında belli bir yaygınlık kazandığı anlaşılıyor. Türkiye'nin yurtdışına iyice açıldığı 2000'li yıllardan itibaren yine aynı yoldan, yani uluslararası firmalara bağlı olarak Türkiye'de çalışan Türk vatandaşları aracılığıyla dile girdi. Bu kişiler firmalarının dili olan İngilizce ile kendi gündelik dilleri olan Türkçeyi birbirine katarak karma bir dil konuşur oldular. "Bu işin deadline'ı nedir?" gibi, "Saat 13 meeting'inde business partnership konusunu konuşacağız" gibi cümleler kurar oldular. Yani bir tür çeviri dili oluştu. İşte bu dile, biraz da eleştirel olarak, "plaza dili" yakıştırması yapıldı. Bu tarzın bazı pratikleri olduğu için varlığını devam ettirdiğine tanık oluyorum.
İşte "Yapıyor olacağım" kullanımı da bu tarza dahildir. Türkçede böyle bir zaman kipi yok. Dolayısıyla bu kullanım Türkçeye bir zaman kipi ithal etmektir. Türkçede gelecek zaman kipi vardır, "yapacağım" deriz. Yani Türkçeye uygun bir kullanım değildir.
Peki, neden böyle bir zaman kipi kullanılıyor? "Süren gelecek zaman" denebilecek yeni bir zaman kipine ihtiyacımız mı var? Dilimiz burada eksik mi kalıyor? Bana göre kalmıyor, yani ihtiyaç yok. Ben çevirdiğim bir kitapta bu zaman kipini gelecek zaman kipiyle çeviririm ve eksik olduğunu da düşünmem. Ama bu kullanım plazalardan çıkıp gündelik hayata giriyorsa konuya daha dikkatle eğilmek gerekir ki bu da dilbilimcilerin işi. Gerçi şimdiye dek buna olumlu yaklaşan bir dilci gördüğümü söyleyemem.
Umarım sorunuza yeterli ve doyurucu bir cevap verebilmişimdir.
Selamlar, Levent
@@leventcinemrejacklondon Teşekkür ederim hocam, oldukça aydınlatıcı bir açıklama oldu. Sayenizde bu mevzu üzerine daha derinlikli fikirlere sahibim. İnternette üstünkörü bir araştırma yaptım ve bu konunun oldukça tartışıldığını gördüm. Aynı şekilde yersizce ve kafaya estiğince kullanıldığını da. Dediğiniz gibi Türkçeye bir zaman kipi ithal etme durumuyla karşı karşıyayız.
Şahsen ben de gerek yazı gerekse konuşma dilinde elinden geldiğince Türkçe kelimeler kullanmaya çalışan bir insanım. Anlam bütünlüğünü bozduğunu ve lüzumsuz kaçtığını düşünürüm. Ne yazık ki "Cognitive" kelimesinin türkçesi olarak dilimize "kognitif" kelimesi girmiş durumda. Öyle ki bazen Türkçe-İngilizce sözlüklerde bile Türkçede olmayan kelimeleri görebiliyorum (bkz. "intrinsic" - "intrinsik"). Hal böyle olunca Türkçenin Türkçe olmaktan ziyade git gide diğer dillerin bir çevirisi halini aldığını görüyoruz ki bu da yeterince üzücü bir durum zaten.
"-yor olmak" kalıbı hakkında şunları söyleyebilirim; gelecek zamandaki bir sürekliliği belirtmek için zaman veya süreç bildiren ifadeleri kullanmak daha doğru olacaktır. Ancak "Arayacağın zaman evi boyuyor olabilirim." yerine "boyayacak olabilirim" veya "boyayacak durumda olabilirim" gelebilir mi ki? Gelecekte ihtimal bildiren bu eylemi başka hangi kelimelerle açıklayabiliriz, yani bir ihtimal halini alan gelecekteki "boyama" eylemini? Bu kalıbın ithal olduğunun farkındayım fakat son yazdığım örnek üzerine her ne kadar kafa yormuş olsam da bir yanıt bulamadım. Sizin bu durumdaki yaklaşımınız ne olurdu?
Selamlar, Nasuh
@@nasuhefendi Nasuh Bey, çeviride karşıma çıktığında "cognitive"i "bilişsel," "intrinsic"i ise bağlamına göre "içsel, yapısal, öze ilişkin" sözleriyle karşılıyorum. Bu gibi konularda dile biraz zaman tanımak lazım. Bir sözün karşılığı zamanla bulunup dile yerleşir veya o söz Türkçeleşebilir. "Posta-postacı" gibi. Boya örneğinize bir şey diyemedim. Belki gerçekten de böyle bir zaman kipine ihtiyaç vardır ve zamanla yerleşir. Ama şöyle bir gözlemim var: Sınırlı durumlarda ihtiyaç olduğunda kullanılabilecek olan bu zaman kipini sıkça kullananlar, bunu diline özel olarak yerleştirmiş gibi algılanıyor. Selamlar
Vakamız 1315 senesinde vukua geliyor. Mahalli vaka dahi İstanbul'da Keşkekçilerbaşın'da konak yavrusu ıtlakına şayan güzel bir evdir. (Ahmed Mithat Efendi, Jön Türkler) Ahmet Mithat Efendinin bu eseri 1910 yılında yazmış. Eseri Türk okurlara yazmış. Farslara ve Araplara değil. Vukua gelmek, ıtlaka şayan gibi kelime ve tamlama larla metin ve sözlük arasında gidip geldim. Özellikle başta Mustafa Kemal Atatürk ve Hasan Ali Yücel'in hakkı ödenmez. Ben ırkçı birisi değilim ama her millete de saygım var. Ama Türk dilinin milliyetçisiyim Her Türk aydınının ve entellektüelinin vazifesi dili korumak ve bizden sonraki kuşaklara teslim etmektir. Sizin gibi çevirmenlere ve yazarlara ihtiyacımız vardır. Sayınızın artması dileğiyle. Sevgi ve saygılarımla.
Teşekkürler Sayın MuratOzcan. Her dil kendi toprağına yakışır, her dil kendi memleketinde güzeldir. Selamlar, Levent
İyi günler Levent Bey. Kitap satın alırken yayınevlerinin kitapta emeği olanlara karşı tutumunu da göz önünde bulundurmak istiyorum. Konuyu biraz daha açmak gerekirse çevirmene, editöre yeterli ve gerekli imkanları sağlamamış, emeğin hakkını vermemiş yayınevlerinden kitap satın almak istemiyorum. Bu konu hakkında söylemek istediğiniz bir şey var mı? (Fikir oluşması açısından)
Merhaba Sayın İbrahimcamur. Dediğiniz doğru. Bu kadar üst düzey zihinsel çalışma gerektiren işlerde çalışan insanların kendilerini yeniden üretmeleri gerekir ki okura daha nitelikli eserler sunsunlar. Bunun için de onlara kendilerini yeniden üretebilecekleri maddi imkanların sağlanması şart. Bunu yapabilen yayınevleri var. Elbette bu yayınevlerinin kitapları diğerlerine göre daha kaliteli oluyor ve okur tarafından tercih ediliyor. Dolayısıyla yayınevleri arasında kendiliğinden bir seçilim gerçekleşiyor. Tabii sizin gibi emeğe duyarlı okurların bilinçli tavırları bu seçilimi daha da hızlandıracaktır. Selamlar, Levent.
Hocam "belde" kelimesi genel anlamda şehir demek değil mi?Neden son yıllarda, sadece kasaba büyüklüğündeki yerler için kullanılır oldu?
Merhaba Sayın Seyyahseyyaha. "Belde" sözü köy olmayan küçük yerleşim birimleri için kullanılır. Yani aslında kasaba demek. Eskiden daha çok "belediyesi olan en küçük yerleşim" anlamında kullanılırdı. Sonradan belde belediyeleri kaldırılınca bu sözün kullanım alanı daraldı, unutulmaya başlandı. Selamlar, Levent
@@leventcinemrejacklondon Teşekkür ederim.
Belde belediyeleri az da olsa devam ediyor
Evet, haklısınız Sayın Mehmetmoralı. Büyükşehir olan yerlerde beldeler kaldırılıp mahalle yapıldı. Büyükşehir olmayan yerlerde belde devam ediyor. Günümüzde birkaç yüz belde var. Eskiden nüfusun önemli bir kısmı bu beldelerde yaşandı. Şimdi böyle olmadığı için bu sözün kullanım alanı daraldı.
Sevgili Levent bey, Güzel bilgilerinizi insanlarla baylaşmanız çok değerli. Teşekkürler.
Teşekkürler Sayın User-koc-c
Yine çok şey öğrendiğim bir video oldu. Emekleriniz için teşekkürler hocam...
Teşekkürler Sayın ugurbngol
Selam abi ve artık ciddi anlamda iş bankasunin yayın politakasini anlamakta güçlük çekiyorum klasiklerden popüler yüzlerce ay vadisi dön kosot gorki ana daha buraya yazamadigim yüzlercesi dururken ismini namını daha ince duymadığınız eserleri öne çıkarıyorlar şöyle örnek vereyim ay vadisi çıkana kadar kaç tane yayın evinde basılıyor klasikleri görmek ustiyoruz neden bu geciktirme levent bey London wseeuni çevirdi bitti mi en az 1 ay içinde piyasaya sürülmeli nasıl steveug eserlerinu peşpeşe bastılar ise londin eserlerine kesinti olmamalı sabah uyandugim iş bankasuna yeni eserler kısmına baktığımda hiç değişen bir şeyin olmadığını görünce uzukiyorum sonra bajiyirum dorisn yayın evine adamlar bugüne kadar hiç yayınlanmamış klasikleri piyasaya sürmüşler sürmeye devam edilrlar sizi seviyorum abi sizden kaynaklı bir dutum olmadigunin fsrkindayim bu şikayetinizi nereye kime gondermeliyiz bir korsy karasulu ana cevirusi benden çıkacak demişti 5 senedir çıkacak hala .....
Merhaba Sayın Yasin Onur. Kitapların yayın süreci bazen uzun olabiliyor. Özellikle maliyetlerin çok arttığı şu dönemde yayıncıların düşünmesi gereken ek konular da var artık. Okurların sevdiği yayınevinden böylesine heyecanla kitap beklemesi o yayınevi için çok önemli, çok güzel bir şey ve İş Kültür Yayınları'nın bunun değerini iyi bildiğine eminim. Düşüncelerinizi www.iskultur.com.tr adresinde iletişim sekmesinde gösterilen email adresinden doğrudan yayınevinde iletebilirsiniz. Ben kendi adıma size ve sizin gibi duyarlı okurlara buradan bir kez daha teşekkür ederim. Selamlar, Levent.
Jack London anlatılarınız çok güzel ama bu tip tartışmaların yapıldığı içeriklerin de daha fazla gelmesi çok iyi olur. Maalesef Türkiye'de eskisi gibi aydınlar, yazalar arasında Türkçe üzerine düşünen, tartışan ve kafa yoran insan kalmadı.
Teşekkürler Sayın Serkanustun. Ben de sizin gibi bu konuda daha fazla insanın kafa yormasını isterim. Üstüme düşeni yapmaya çalışacağım.
Dilimize olan sevginiz güne güzel başlamama vesile oldu, çok tşkler...
Teşekkürler Sayın SibelOzgeTuncel
Hocam.. "som" balığının adı nasıl "somon"a dönüştü?
Treyler nasıl "tır kamyonu" oldu?
Cangıl'ı "yağmur ormanı"na çevirmek; bir çevreci züppeliği mi?
Balina balıkları, fok balıkları ve yunus balıkları; yumurtalarını, bizden daha ne kadar saklayacaklar??!!
Her sözcük geleceğe yazılmış bir mektuptur bence. O mektup ilerde açılacak mı, açılmayıp kenara mı bırakılacak?
@@leventcinemrejacklondon Hocam.. linguistik felsefeniz çok tatlı ama benim sorularım havada kaldı. En azından 1. soruma cevap verseydiniz.
@@seyyahseyyaha2362 Bütün cevaplar bende yok Sayın Seyyahseyyaha. Dil çok dinamik bir şey. Her kuşak kendi dilini yaratır. Biz elimizden geleni yapalım ve sonraki kuşakların dilimize sahip çıkmasını, onu daha da geliştirmesini umalım. Şu 15 dakikalık videoya gelen tepkiler bile bu umudun hiç de boş olmadığını gösteriyor bence. Ne kadar güzel ve kolay bir dilimiz, ne kadar kullanışlı bir alfabemiz olduğunu bence halkın çoğu biliyor. Tabii bazı tuhaflıklar da olmuyor değil ama zamanla bunlar da düzelir diyelim. Sorduklarınızla ilgili sizin açıklamanız varsa bilmek isterim.
@@leventcinemrejacklondon Merhaba Levent bey.. ben Türkçe aşığı biriyim. Dilimizi kullanmak, onu örselemeden eğip bükmek, yeni kelime ve deyimler öğrenmek, kelime kökenlerini araştırmak en büyük zevklerimden biridir. Bu soruları sorarken amacım biraz da sizinle sanal etkileşimde olmaktı. Cevapları bildiğim kadarıyla vereyim.
1- Bilimsel aile adı "salmonidae" olan bu balığın Türkçedeki adı "som balığı"dır. Geç dönem Osmanlı ve erken dönem Cumhuriyet devri romanlarında adı bu şekliyle geçer. Bu uzun yıllar boyunca nadir de olsa Türk sofralarında yer alan bu balık, 50'li yıllardan sonra yemek kültürümüzle birlikte konuşma dilimizden de kayboldu. Taki.. Turgut Özal'ın anlı şanlı ithalat furyası yıllarına kadar. Onlarca kalem ithal ürünleri arasında som balığı da vardı ve ithalatçılar konşimentoda yazılı "salmon" kelimesini okuyunca, zaten Türkçesini hiç duymadıkları balığa somon adını uygun gördüler. İsim yapışıp kaldı ve som kelimesi de ölü kelimeler dağarcığındaki yerini aldı.
2- Treylerin tıra dönüşmesi tam bir "galatı meşhur" örneğidir. TIR, "Transport International Routier" (Uluslararası Kara Nakliyatı Birliği) kelimelerinin başharfleridir. Biraz da gözüyle düşünen milletimiz; bu araçların üzerindeki gocuman gocuman harflerle yazılan TIR kelimesine aldanıp, tür adı treyler olan bu taşıtlara tır demeye başladı.
3- Cevap zaten sorunun içinde.
4- Okuya okuya cehaleti yok edeceğiz diye düşünüyorum ama bir gün birileri balina yumurtasıyla çıkagelirse fena halde mars oluruz diye de korkmuyor değilim.
Selam ve saygılarımla..
(Yorumlarsanız sevinirim)
@@seyyahseyyaha2362 Som balığı konusunda bilgilendim, teşekkürler. Denizlerde memelilerin yaşaması herhalde çok alışılmadık bir durum ki bu hata yıllardır yapılır. ben de ergenliğimde öğrendiğimde şaşırdığımı hatırladım. Anladığım kadarıyla her kuşak bunu yeniden öğrenecek.
Hayatımıza başka ülkelerden giren nesne ve aygıtlara, o ülkelerdeki isimlerini Türkçeleştirerek ad koyuyoruz. Örneğin "televizyon." Ama bazen yaratıcı çözümler ortaya çıkıyor. Örneğin "buzdolabı." Ona "soğutucu" değil de "buzdolabı" demişiz. Neden? Eskiden buz dolapları varmış, aileler buz kalıplarını o ahşap dolaplara yerleştirir, soğuk durması gereken yiyecekleri de o dolaba koyarmış. Buradan hareketle. Ya da cep telefonu. Onun asıl ismi "mobile phone," yani "seyyar (ya da taşınabilir, gezici, hareketli) telefon." Biz ona "mobil telefon" değil, "hareketli telefon" değil, "cep telefonu" diyoruz. Neden? Cepte taşınacak kadar küçük bir telefon olmasından hareketle. Türk insanı hayli yaratıcı ve pratiktir. Bütün bu yeni buluşlar, uygulamalar, nesneler ve aygıtlar yağmuru içinde bazen bilinçli olarak ("bilgisayar" kelimesinde olduğu gibi) bazen de el yordamıyla kendine bir yol bulmaya çalışır. Eskiden de böyleymiş. Yoksa İtalyanca "posta" ile Farsça "hane "kelimelerini bir araya getirip üstüne bir de Türkçenin o güzel özelliğinden faydalanarak fazlalıkları atarak "postane" sözünü nasıl üretebilirdi? "Tır" konusu da böyle bence. "Tıreyler" demek yerine "tır" deyip işin içinden çıkıyor. Ve herkes de bunun neyin ismi olduğunu biliyor.
Kim bilir bu yaratıcılığı başka hangi kelimelerde göreceğiz... Selamlar
Doğrusu diye bir şey yoktur genellikle, biz ne yaparsak yapalım, dil kendi mecraını (pardon, mecrasını) bulur, akar. Bekleyelim bakalım, elli sene sonra ne olacak.
Ben de dil ve yanlış kavramlarının birbirine pek uymadığını söylerken bunu kastetmiştim. Ama bir yandan da dilimizi korumamız, yozlaştırmamamız lazım ki kavram dünyamız, düşüncemiz, düşüncemizin ifadesi, iletişimimiz açık ve net olsun. Bunun için özellikle dille ilgili kişilerin bu konuda yapması gereken şeyler var. Bu video da böylesi bir çabadır.
Tamam canım, çaban tabii ki değerli, ama işte reçeteler de her hastalığa uymuyor, biraz da esnek olmak lazım
Hocam.. dinozor'a dinazor, pantolon'a pantalon, Azerbaycan'a Azarbeycan diyenler bir gün tükenecek mi?
Bir gün mutlaka:)
@@leventcinemrejacklondon Kulağımı tırmalayanları özlemeyeceğim. 🫡
onlar tükense bile maydanoza maydonoz diyenler tükenmez 🥸
:) @@nasuhefendi