BERKELEY: Taşın Varlığı Üzerine Felsefi bir Giriş

Поділитися
Вставка
  • Опубліковано 21 сер 2024
  • Bu videoda meseleyi Jung'un felsefe taşı üzerine bıraktığımız yerden konuşmaya devam ediyoruz, öte yandan taşın üzerine yazılanlardan evvel taşın varlığı üzerine felsefi bir soruşturmaya girişiyoruz.

КОМЕНТАРІ • 5

  • @ZuhatÖztarhan
    @ZuhatÖztarhan 12 днів тому

    Gayet güzel olmuş. Tebrik ederim.

  • @ceng
    @ceng Місяць тому

    Hocam algılamaktan ve algılanmaktan bahsederken bunların tanımını vermediğiniz için bir problem var bence; algılamak görmektir mi, düşünmektir mi, hatırlamaktır mı, ya da tersten bir şekilde açıklayarak algılanmak unutulmamak mıdır gibi. Algılamayı insanda tüm duyuların ve tüm düşünsel melekelerin bütünleşik metafizik bir yapısı olarak kabul ettik diyelim, bir algılayıcı cihaz yapmak ve bu algılayıcı cihaz üzerinden bir şeyi algılamak (örneğin bu, uydu ile frekansı bir şekilde görüntü olarak algılamak olsun) şeklini de Hegelci düşünerek insanın kendini dışsallaştırması olarak kabul edelim, o halde ben burada Berkeley'in tanrı dediği şeyi Aristotales'in açısından ''işinin ereğine mutlak bir uyum sağlayan bir algılayıcı cihaz'' olarak ''kendinde mükemmel olan şey'' gibi düşünüyorum. Peki buradan yola çıkarak Berkeley konusunu, insan olarak bahsettiğimiz hem algılayıcı alet üzerinden (insan beyni) ve hem de algılanan bir kişi (refleksif düşünce) olan insan bağlamında nasıl değerlendireceğimizi sormak isterim. Cevabınız için teşekkür ederim.

    • @unalanil
      @unalanil  Місяць тому +1

      MErhaba, bu nitelikli soru için teşekkür ederim. Sorunuz benim bil hassa sevdiğim bir kaç bileşeni içeriyor hem felsefi bir hayal gücü ve bu hayal gücünün ürünü olarak da bir düşünce deneyi ortaya çıkmış gibi görünüyor. Algılama ve algılanmanın tanımlarındaki eksiklik meselesini geçiyorum, çünkü bu en nihayetinde bir yaklaşım meselesidir, benim üzerine konuştuğum hiç bir konuda tanımlar verip o tanımlar üzerinden bir yerlere varmayacağımı garanti edebilirim ama siz bu meseleyi gayet güzel halletmişsiniz gibi geldi bana; “Algılamayı insanda tüm duyuların ve tüm düşünsel melekelerin bütünleşik metafizik bir yapısı” olarak tanımlamak kulağa yanlış gelmiyor. Bunu gerçekten de bu biçimde metafizik parantezine almamızda fayda büyük çünkü meselenin bir yanıyla tüm canlı örgütlenmenin belirli türden bir algısı olduğunu mu söyleyeceğiz ya da diğer yandan bitimsiz tin gibi bir mefhum da işe dahil olduğunda onun algılama süreçlerini nasıl anlayabiliriz sorularını bir biçimde baypas eden bir yaklaşım ortaya çıkıyor bu sayede. Şimdi sorunuzun yanıtına gelebiliriz, “algılayıcı alet” meselesine ilişkin bu mesele Hylas ve Philonous arasındaki diyalogda buna paralel biçimde gündeme geliyor, şu anda tam alıntı yapamayacağım ama şu fikir ortaya çıkıyor ki fiziksel anlamda düşüncemizin merkezi olarak kurguladığımız “beyin” , metafizik anlamda maddesellik atfettiğimiz her hangi bir fiziksel nesne ile - metafizik anlamda - aynı mesafededir. Bu şu demek, kafanızın içinizdeki beyniniz - dilerseniz algılayıcı alet diyelim - elinizde tuttuğunuz bir taş ile metafizik anlamda size aynı mesafededir. Bu noktada elbette şu soru doğuyor, peki maddesellik atfettiğim beynim bile benimle bu mesafede ise o zaman “ben” neyim? Sorunun bu gelişimi aslında sizin ikinci sorunuz ile ilginç bir etkileşim halinde çünkü algılayıcı ve algılanan benlerimiz üzerinden bir formülasyonu elzem hale getiriyor. ALgılanan ben derken kastettiğimiz şeyin ne olduğunu çok dikkatli bir biçimde artiküle etmek gerekiyor çünkü bu noktada algılanan benimizi maddesellik atfettiğimiz bir bedene indirgemek gibi bir hataya da düşmemek gerekiyor. Bu metafizik formülasyona sadık kaldığımızda şayet kafamın içindeki beynim ve elimde tuttuğum taş aynı metafizik mesafede ise aslında “ben” olarak adlandırdığımız şeyin sınırlarını değerlendirdiğimizde şunu fark edebiliriz ki ben dediğimiz şeyin sınırları da garip bir biçimde genişliyor. Algılayan ya da refleksif düşüncenin konusu olarak karşımıza çıkan ben tasavvuru aslında bir biçimde maddesellik atfedilen bir tözsellik ile sınırlanmadığında ne kadar ileri gidilebileceği sorusu ortaya çıkıyor. Bu noktada sözgelişi bizim bu mesele özelinde yola çıkış noktamız olarak bir felsefe taşı yontmanın anlamının ne olabileceği biraz ortaya çıkmış oluyor. Sorunuz için tekrar teşekkürler izleyen yayınlarda bu beyin ve taş meselesini gündeme getirirken sorunuzu da anımsayacağım.

  • @csuyuksel
    @csuyuksel Місяць тому

    Filozof olmasinin yani sira bir insan ve bir balik burcu erkegi :) terimleri tanimlamadaki bu titiz hassasiyeti takdir ediyorum :)

    • @unalanil
      @unalanil  Місяць тому

      Halk bu şekilde arzu ediyor; "barkli aşşa barkli yukarı ama nedir bu barkli? Mobilya mıdır?Yeni bir yapay zeka mıdır anlayamıyoruz!" şeklinde serzenişler oluyor. Videolarım daha geniş kitlelere ulaşmaya başladığından beri ben de herkesi mümkün olduğunca memnun etmeye çalışıyorum.
      Bi de şunlar söylenebilirdi: Berkeley'in düşünceleri balık burcunun duygusal ve sezgisel doğasıyla ilginç bir paralellik gösterir. Balık burcu, hayal gücü ve sezgiyle derin bir bağlantı kurarken, Berkeley de dış dünyanın varlığını zihin aracılığıyla algılanan duyumlarla ilişkilendirir. Bu anlamda, Balık burcunun sembolik olarak rüyalar ve içsel dünyayla olan bağlantısı, Berkeley'in maddi dünyanın varlığını zihinle ilişkilendiren felsefi anlayışını yansıtır. Diye düşünüyoruz biz. Bazinga.