Hayattan silleyi yemiş bir baba...gönlünü sanata edebiyata kaptırmış ama sonunda olmayınca, bırakmış o dünyayı. onca kitap okumuş da ne olmuş...muazzam bir film. filmin kahramanı İdris hoca. Keşke onun çocukluğunu ve gençliğini izleyebilsek...
Öncelikle TRT2'nin yeniden aktif olması, başta sinema ve diğer sanat dallarını kapsayan programların yeniden ekrana taşınması, şahsım adına beni çok mutlu etmiştir. Sinema her kesime hitap eden değerli ve benimde aşık olduğum sanat dalıdır. Sadece bir filmi izlemek klişe edilmiş bir yaklaşımdır kendi düşüncem. Bir filmi izlemeden önce bilgi almak, filmi izlemek, filmin sonunda eleştirmek, inceleyip bilgiler edinmek kadar güzel bir düşünce olmasa gerek. İnşallah devam eder ve değerli elestirmenleriniz sayesinde sinema sektöründe düşünce dağarcığımız daha da genişler.
Bugüne kadar trt nin yaptığı en iyi ışlerden biri.Genelde trt izlemem, ancak trt 2 film kuşağı muhteşem. Sezar in hakkı sezar a.Birde çok güzel iki ismin ,hem film öncesi vede film sonrası yaptığı yorumlar olağanüstü. Teşekkürler trt 2.
04:15’e kadar iki yorumcu tarafından yapılan yorumlara açıkçası çok şaşırdım. Bu filmin finalini ve bütününü “hayatla mücadelesi bir umut gibi” söylemlerle yorumlanması ilginç. Bu karanlık filmde anlatılan sevmediği köyü ve babasının kaderine yenik düşüp aynı kaderi yaşaması olarak yorumlanmalıydı. Sonuçta fiziksel olmasada zihinsel olarak bir şekilde mücadele etti o yaşadığı toplumdan, insanlardan, şehirden kurtulmak için ama olmadı olamadı. Sevmediği babasının kaderini o sevmediği kuyusunu kazarak aynı kaderini yaşadı tıpkı birçoğumuzda olduğu gibi. Esas filmin vurucu olan yanı bu olmalıydı.
Belki de cüzdanda babasının kendine ait tek değerli şeye yani kitabına değer verdiğini ve o gazete kupurunu sakladığını gördüğünde, sonra kitabını okuyan tek kişinin babası olduğunu farkettiginde, sonra babasıyla yaptığı son konuşmayla babasının sadece at yarışı oynayan yüzeysel dangalak bir adam olmadığını anladığında ona bakış açısı değişti. Kuyuyu kazmaya başlaması bence taşra çaresizliğini onun da düşmesi değil babası pes etmişken kazmaya başlaması hayır baba sen bana inandın, ben de sana inanıyorum demesinin bir yoluydu belki. Bilmiyorum. Katman katman bir film hakikaten. Ashgar farhadi filmlerini izleyince de böyle duygularla doluyorum.
Film mutlu sonla bitiyor.. Sinan askerden geldiğinde umudunu tamamen yitirmiş. Annesiyle kardeşinin kitabı okumamış olmasına bile takılmıyor.. Babasinin cüzdanında kendi haberinin saklanmis küpürünü görünce babaya karşı yumuşamaya başlıyor...(bencillige dayalı sevgi. Hemen her tür sevgi gibi) Ama asıl kırılma babasının kitabını okuduğunu, hatta birkaç kez okuduğunu ve üstelik beğendiğini anladığı an.. Babası kimse iplemese de entelektüel bir insan. Onun beğenisi, tutkularını gerçekleştirme konusunda ona tekrar bir itki sağlıyor.. o kadar ki, babasının tek arzusu olan kuyu konusunda da o pes etmiş olmasına rağmen aksiyona geçiyor... Kendisini kuyuda asmış olarak görmesi oraya gelmeden önceki düşüncesiydi belki. Ama babasının kitabı beğenmesi herşeyi değiştirdi...O su o kuyudan çıkacak, babası toplum nezdinde ilk kez haklı olacak..Sinan yazmaya devam edecek ve belki de sonunda başarıya ulasacak...Kesinlikle umut dolu bir son.
Halit Ziya'nın romanlarını anımsadım. Bihter'in annesini çok eleştirmesi ama tıpkı annesinin yaptıgı hataları yapması. Yani kısaca SOYA çekim teması çok güzel işlenmiş.
Gerçekten film gibi şahane ve bi o kadar da akıcı bir bölümdü bir solukta bitti sizin gibi bir kadronun olması ve bu kadronun bizim gibi gençlerle TRT 2 de buluşması büyük bir nimet, her şey için çok teşekkür ederim.
efsane geri dönmüş çok sevindim. ntv'de izledik sizi yıllarca tv'deki en güzel şeylerden biriydiniz. çok uzun yıllar mahrum kaldık bu programdan, şükür kavuştuk.
Ahlat Ağacı 'nı tam kafamla iki defa izledim, bir defa daha izleyeceğim. Beğendim. Keyifli bir film olmuş. Film ile ilgili googledaki yazıları okudum, bir kaç tane de video izledim. Sataşma ve şaka amaçlı dokunanlar haricinde ciddi eksiklikler belirtene rastlamadım. Ben bir kaç eksiklik gördüm, bunlar ne derece mühim bilmiyorum, zihnim farketti. Neticede sanat kaygısı mayasını bulmuş, keyifli bir film olmuş. Bu videodaki ikili de filmdeki eksik tarafları okusa bizler için faydalı olurdu, olumlu tarafların altını çizip bırakmışlar. Nuri Bilge Ceylan izlemeye ve bu filmlere kafa yormaya devam...
Gerçekten de ahlat ağacı gübrelemeye, aşılamaya, sulamaya gerek olmadan küçük de olsa tadı çok özgün armut verir. Yaradan bu yörede ve iklimde evrimleştirmiştir. Çoğu güncel meyve ağaçları bu topraklara ait olmasa da ülkemizdeki bir atası veya akrabası sayesinde aşılanabiliyor. Bu çok büyük bir avantajdır. Ağacın tohumdan büyümesi sıkıntısı çekilmeden bir iki senede aşılı ağaç meyve verebilir.
TRT 2'ye teşekkürlerimi sunmak istiyorum.Tabii ki Türkiye'deki genel sinema görüşü ve maalesef talebin az olması nedeniyle, bu filmleri ülkenin çoğu salonunda izleyemiyor olmamız ve televizyondaki sansür ve benzeri kısıtlamalar nedeniyle yine televizyona uzak kalmak zorunda hissetmiş olsam da, yaptığınız işi takdir ediyor ve destekliyorum. Biliyorum ki böyle güzel filmleri seçip televizyonda insanlara ulaştırma uğraşında olsanız da yeterince izlenmiyor ve desteklenmiyor.Tam tersi olması gerekirken,bunun temel sebebinin de gerçek filmler olarak düşündüğüm, geneli sanat filmi olarak değerlendirilebilecek kaliteli filmler vermeniz ve yine olması gerektiği gibi altyazılı olarak sunmanız olması gerçeği çok acı.Umarım çabanız ve emekleriniz sinemaya bakış açısını ve verilen değeri artırıp, kitlelerin daha önemli ve değerli işlerle tanışmasına vesile olur.Teşekkürler...
09:20 'den sonra Mehmet Açar'ın sesinin titremesi ve gözlerinin dolması bilmiyorum bir tek benim mi dikkatimi çekti. Filmi içselleştirmek, hissetmek bu olsa gerek. Etkileyici bir an!
Final sahnesinde bir umut olduğunu düşünmüyorum aksine babadan ve onun kaderinden kaçan Sinan'ın yenilgisiydi o kuyu sahnesi. Kuyu sahnesinin ilk bölümünde Sinan'ın kendisini kuyuya astığını bir gündüz düşü olarak görmemiz de bunun bir yenilgi olduğunu düşündürüyor.
H B son sahnenin olumlu oldugunu ben de dusunmuyorum, siradanlasip bunu kabul ederek mutlu olunan bir sahne. Catismadan vazgecip, uyum ile huzur bulunuyor. Fakat yadsiyamayacagimiz olgu sudur ki, ayni final sahnesinde baba sevgisinin farkina variliyor ve ona destek olunuyor. Bu anlamda, o ana kadar karsiliksiz kalmis bir ogul sevgisi, baba sevgisi ile bulusuyor. Boyle bakilinca, bu mikro iliski mutluluga evriliyor.
Aynı şeyi düşünüyorum. Gelecek kaygısı taşıyan karakterin, en nihayetinde babası gibi olmayı tercih ettiğini düşündürdü bana. Derin bir umutsuzluk ve kadere teslim olma hali.
@@minerva4659 peki şunu hiç düşündünüz mü ? sinan gerçekten doğası gereği yaratıcı birisi miydi? O manalı, ağdalı cümleler ağzında sırıtmıyor muydu? Şöyle düşünelim yönetmen isteseydi düzgün diksiyonlu bir yazar adayı tasvirinde bulunabilirdi. Sinan kitaplardan ezberlediği cümleleri makinalı tüfek gibi birbiri ardına kullanan ancak pek de derinliği olmayan ''hevesli'' bir gençti. Yazar olmayı , sanat yapmak veya sanatçı olmak için değil yazar olmak için seçmiş görünüyordu. buna giden yolda ilk önce el yazmasını götürüp kitapçıya satmak istedi. Orada yazmanın para etmeyen birşey olduğunu gördü. Yazarın yanına çıktığı an sorduğu sorulardan birisi , dünyayı kurtabilecek bir amaç doğrultusunda bir başkasının eşyasına el koymanın ahlaki açıdan doğru olup olmadığı konusuydu... kafası karışıktı... ne zaman elma çalan , kendileriyle çelişen , bedavadan yaşayan, reformist düşüncelere karşı imamı ve arkadaşını gördü işte ozaman ahlakı sorgulamaya başladı. Bu imamlar sinanın babasına bile ''yaman adam'' diyecek dedikoducu karakterde insanlardı. İşte sinan tanrı inancı kuvvetli insanların bile hayatta ahlaki değerleri ezip geçtiğini görünce ,o gece ilk işi köpeğin iplerini çözüp satmak oldu. o gece sinan ahlaksız birisine dönüştü... yanlış yaşanan bir hayattan doğru bir sonuç çıkmaz... sinan'ın durumu biraz buna benziyor. Sinan bence yazar olamayacak nitelikte birisiydi. kendisini yazar olmak zorundaymış hissediyordu. burada esas vurgulanmak istenen konu bence ortasınıf bir ailenin çocuğunun ülkede sanatla uğraşamaması veya talihsizliği değil. Bu ilk bakışta anlaşılmıyor bu filmde...ikinci veya üçüncü izleyişte daha net bir okuma yapılabiliyor. Cumhuriyetle beraber elde ettiğimiz çağdaşlaşma hareketleri , devrimler bir takım partilerle bilerek veya bilmeyerek erozyona uğratıldı. Kafası karışık ne istediğini bilmeyen gençler erozyon sonrası ortaya çıktı. Sinan'da o çocuklardan birisi. Kpssye girip, yazar olmak isteyen insan olur mu? Ya kpssye girersin, ya sanatla uğraşırsın. Sen kpssye giriyorsan , hayallerine ulaşmak için yaşamının geri kalanını feda edemeyecek kadar konformist, korkak bir kişiliğe sahipsin demektir. Çünkü ayağını sağlama almak , emekli maaşı olan bir işe girmek istiyorsun. Sinan'ın sanatçı , aydın, yazar olabilecek zerre donanımı yoktu. O yazarlığın ismindeki illüzyona , şanına ulaşmak istiyordu. Hepsi bu... kahvehanede gençler oyun oynuyordu... duvarlarda atatürk'ün resmi asılıydı. Bu görüntüler rahatsızlık vericiydi... bu devrimler kahvehanede gençler oyun oynasın, hatta bazıları babasından büyük adamlarla at yarışı oynasın diye yapılmadı. Sinan'ın babası öğretmendi fakat ganyan bayilerinde sürünüyordu. Böyle bir insanın yetiştirdiği insandan ne gibi birşey beklenebilir hiç düşündünüz mü? Çanakkale savaşlarından kitaplarında bahsetmediği için sinan'a kızan kuru milliyetçi kum ocağı sahibi okumanın boş iş olduğunu vurguluyordu. Ben okumadım ,arkadaşlarım okudu şimdi benim emrimde çalışıyorlar diyordu... yani senin bir davan olmazsa, kendi devrimlerini her an her fırsatta koruyup geliştirmeye çalışmazsan cahil cühela onu sahiplenir kendi amacına göre yorumlar... sana milliyetçilik öğretir o cahil haliyle! bence ortada kaybedilmiş bir ruh var... o da devrimci ruhtur... Milyonlarca insanın kaybettiği ruh mu daha önemli? Yoksa bir kişinin kaybettiği yazarlık ruhu mu? Yorum sizin...
H B tam bir yenilgi hissi değil aslında bu kaderi değiştirme hırsıyla o kuyuya inip bu çaresiz döngüyü değiştirmeye çalışırken aslında kendisini babasının kaderini yaşamaya farkında olmadan mahkum etme.
Çok tatlısınız.ve türkiyede sinema eleştirmeni olarak görebileceğimiz nadir insanlardansınız. Keşke 2000 lerdeki gibi diğer iki arkadaşınız da sizinle olsaydı. Tuna erdem ve ali Hakan. Sevgiler hepinize.
köprüdeki heykel kopup suya düşüşünde aslında, sinan'ın yazarlık kariyerinin de suya düşüşü aslında. yazı yazan kolun ölümü. ve sinan'ın suçluluk duyarak kaçıp bir yerlere saklanışı. yani hayatın içine düşüşü. belki de hayatı ve insanları olduğu gibi kabul etmeyi öğrenip sevebildiğinde yeniden dirilecek.
Alin hanım imamlar sahnelerini filme eğreti geldiğinin, üzerinde çok düşünüldüğünün hatta o konunun çok bize özgü olduğundan bahsetti ama durum öyle değil. Ne vardı o sahnede, mesela Dinde revizyon meselesi, ahlak ve tanrı ilişkisi, ibadetin şekli ve mekanı meselesi bunun gibi meseleler yalnızca Türkiye ye özgü değil hatta İslamiyete özgü de değil. Bu filmi izleyen bir katolikte ortodoskta ya da bir Yahudi de bu mesele üzerine tam o anda düşünebilir. Bu açıdan katılmıyorum. Ama şuna katılıyorum. Bu mesele bilge beyin kafasını çok meşgul etmiş ve filme kesinlikle koymak istemiş. Bu çok belli oluyor. Filme destek olması beklenirken e tamam artık geçsin şu sahne dememize yol açıyor. Ama ben yine de sevdim sahneyi
Filmin son sahnesi bende umut mucadele hislerinden cok bir kabullenis caresizlik kader gibi hissleri uyandirdi ki bence Nuri Bilge Ceylan cok da umutkar bir insan degil yani umut bence onun karakterine cok da uymuyor. Diger filimlerinde de bunu goremeyiz. Bir hayal kirikliginin bir gencin umutlarinin tukenisi hikayesi bu. En toplumsal filmi cunku bu hayal kirikligi direk toplum ile alakali ondan kaynakli. Filmin sonunda beni bir huzun kapladi ama benzer bir umutsuzluk ile. Film olarak yorumum ise bence Nuri Bilge Ceylanin en hazirliksiz ve tirtikli filmi. Diger filmlerindeki sureklilik ve uyum bu filminde hissedemedim. Bu farkli edebi bir film yapmak istemesinden kaynaklaniyor olabilir. Bir dusunceyi sanki okuyarak veriyor hissine kapildim ozellikle uzun diyalog sahnelerinde (mesela imam ile diyalog)
Bana da öyle gelmişti. Başta kuyunun içinde asılmış bir şekilde görüyoruz sonra babası onu kuyuyu kazarken görüyor. Burda da sanki çaresizliğin etkisiyle gördüğümüz iki tercihten biri var gibi. Nuri Bilge Ceylan ne anlatmak istemiş bilmiyorum ama bu son için iki farklı his veriyor olması çok iyi. Net değil. Herkes kendisine uygun olanı alıyor, anlıyor.
24:00 yahu adamalar orada üç kişi düşünceler üzerıne sohbet ediyor.ve asla konuşma bir karakterin diğerine üstünlüğüyle sonuçlanmıyor.günlük hayatta nasılsa o sekılde akıyor ve bitiyor.
Ahlat ağacıyla ilgili mesajlara tamamen katılıyorum ama ben şöyle de yorumladim kendimce :ahlat ağacı mitolojide ölümsüzlük ağacı olarak ifade edilir bundan yola çıkarak Sinan'ı yorumlarsam ne yaparsan yap,nereye gidersen git,kim olursan ol; Ibni Haldun'un da söylediği gibi "coğrafya kaderindir. " ve bu yaşananlar isim değiştirerek her daim devam edecektir.
Cok umutlu konusmussunuz film hakkinda.Ama ben filmi izlediginde umut hissetmek yerine aksine bi çıkmazlık gördüm.Belki kendi hayatimla ozlestirmis olabilirim
Bu program "film okuması aslında nasıl yapılmalıdır?" onu gösteren bir program. Aslında süreleri kısıtlı olmasa, daha kapsamlı şekilde de yapılmalıdır film okuması. Geleyim eleştirilerime: 1- E madem bu kadar uzun konuşabiliyordunuz da neden diğer filmler için de bu kadar uzun konuşmadınız? :) 2- Alin Hanım ve Mehmet Beyi severim sayarım ama bu programda kendileriyle çok çelişmişler. Özellikle Alin Hanım. Siz değil misiniz yıllardır sinemada; Aristotelyen anlatıyı, katarsisi, "etkileyici son"ları, ana akım anlatı sinemasını Hollywoodvari bulup aşağılayan ve minimalist sinemayı göklere çıkartan? Ben zaten eskiden beri, - Nuri Ceylan sineması özelinde - bu "yeni türkiye sineması", "sanat sineması", "art house sinema" vs diye tanımladıkları ama benim "minimalist festival sineması" diye tanımladığım bu film biçimini, sizlerin yıllardır abartılı şekilde övmenizin ve ödüllere boğmanızın sebebinin aslında, Avrupa festivallerinin (cannes, berlin, venedik) bu filmlere yer ve ödül vermesi olduğunu düşünüyordum. Ve bu programda söyledikleriniz ile de bu düşüncemde haklı olduğumu iyice anladım. Mahsun kırmızıgül de cannes da berlinde ödül alsa siz onu da eleştirmeye çekinir ve övmek zorunda hissedersiniz. Bakıyoruz sinemamızda en çok övülen yönetmenlere (yanlış anlaşılmasın ben bu 3 yönetmeni beğenmiyorum ya da kötü yönetmenler demiyorum bu kadar abartılı övülmelerini nesnel bulmuyorum sadece) kimler diye; karşımıza hemen şu 3 isim çıkıyor: Metin Erksan (çünkü Berlinde Altın Ayı aldı), Yılmaz Güney (Çünkü Cannes' da Altın Palmiye aldı) ve Nuri Bilge (Çünkü her filmi Cannes' a kabul ediliyor ve ödüller.) Yani sanki, önce kendi zevk ve görüşlerine göre değil de, 2-3 tane avrupalı festival yöneticisinin direktifiyle festivale kabul edilen belli seçilmiş yönetmenlerin yani önce batının beğendiği yerli yönetmenleri beğenmek zorunda hissetmek. Asıl üzerine eğinilmesi gereken konu(sorun) tam da bu işte. Yani "sanattaki mahalle baskısı" sorunu. "Kral çıplak" diyemeyiş. Ve buna bağlı olarak, övülmeyi hak eden diğer yönetmen ve filmleri övmedikleri gibi bir de haksızca eleştirmek. Mesela bu videoda Nuri'de ya da Metin Erksan'da övdükleri şeylerin hepsini, örneğin bir Atıf Yılmaz ya da Yavuz Turgul yapınca eleştiriyorlar. Yani Nuri ya da Metin yapınca sorun yok ama Yavuz ya da bir başkası yapınca olmamış, didaktik olmuş, çok konuşuyorlar diye eleştirirler... :/ Neyse mesele çook uzunca anlatılacak bir mesele. Üzerine belgeleriyle bir makale veya video essay yapılacak mesele. Şimdi benim bu yorumuma bile gelecek cevapları da tahmin edebiliyorum: :) "Sen git de recep ivedik izle" ya da "sen yap da görelim" ya da "sen sadece ana akım filmleri sev" ya da "o övdüğün yönetmenlerin son çektikleri filmlerini de biliyoruz" gibi cümleler... :/
yazdıklarınızın her kelimesine katılıyorum..hiç adı sanı duyulmamış biri çıksa ben böyle bir film yapım dese, eseri eleştirecek, bir yığın 'sorun' bulacak, filmi yerden yere vuracak insanlar işin içine 'Cannes' ve 'Nuri Bilge Ceylan' girince birden kafalarındaki çok bilen ukala eleştirmen şapkasını çıkarıp sanatsever ve değerden anlayan eleştirmen şapkalarını takıveriyorlar..aslında korkuyorlar, yalnız kalmaktan, bilmiyor görünmekten, Nuri Bilge Ceylan'ı ve dolayısı ile Cannes'ı eleştirmiş olmaktan..kervana katılmak kolaylarına geliyor..ve tabi hep öyledir ya insan psikolojisi: herkesin değerli, önemli kabul ettiği bir referansın 'sözcülüğünü' yapınca o değerden bir parçada size çalınmış gibi hissedersiniz için için.. sadece Cannes'da ödül alsın diye film yapmakta buna dahil..içinizde gizli bir yerlerde ezik hissediyorsanız istediğiniz kadar 'yücelin' o ezik yer size kendini hep hatırlatır...
Harikasiniz ve sizi dinlemeyi cok seviyorum.Bircok film icin cok derin analizleriniz oluyor ve goremedigim bir suru seyi sizin sayenizde anlayabiloyorum ama Ahlat Agaci yorumlarinizda cok yakalayamadim bunu.Yeni bir bolum mu cekseniz:))Film bircok seyi elestiriyor,topluma uyumsuz ve aykiri hissetmeyi,kapitalist toplumda kadin erkek iliskilerinin ,askin ,imkansizligini .Genel olarak insanlarin yalnizligi ve uretken olamamasini..
Sinan'ın metafor olarak Ahlat ağacını( kendini besleyen kimseye ihtiyaç duymayan) Babanin ise kuyu(doğumu, yeniden var olmayı.eski baba kimliğini kazanmayı ). Önce babanin ahlat ağacı altinda başarısız intihar girişimine tanık olup. Sonra Sinanin son sahnede önce intihar etmiş gibi gösterelip Babasının kader kuyusuna düşüp karanlığı dövdüğünü net olarak görüyoruz . Finali : her iki karakter için de yeniliğidir.
baba intihar etmedi, sadece sinan için babanın önemine vurgu yapıldı, ne kadar onn son durumundan rahatsız olsa da o babaya muhtaç gitmesine hazır değil.
Mehmet Açar yandaşlığının hakkını vermiş bu bölümde. Başka hangi ülkede atanamayan öğretmenler polis oluyor ki "dünyanın sorunu bu" diyor? Trt 2 özgür bir kanal değil zaten, ne bekliyorsak.
Ben twitter'da şöyle bir şey görmüştüm belki söylerler dedim Mehmet Açar ve Alin Taşçıyan;kötü karakterler konuşurken sinek gözükmesi.Bunu filmi izlemeden önce öğrendiğim için dikkat ettim.Başkanla konuşurken başkana sinek geliyordu ve kovmaya çalışıyordu.Köy imamı da konuşurken ona da sinek geldi.Ama inşaat ustasında göremedim sineği.Kaçırmış da olabilirim.
@Mahmut Gençarkadaşlar yazmamış ama ben doğrudan bir bağlantı kurmam ancak şöyle bir şey olabilir belki : kitap hayatın neden yaşamaya değer olduğu sorusu ile yani neden intihar etmeyelim sorusu ile başlar ya hani... ve felsefenin en öneli sorusu budur der. ve sisisof'a tanrıların verdiği cezayı her gun cekmesininin manasını sorgular vs.. butun bunlara rağmen Camus finalde her şeye rağmen intiharın bir seçenek olmaması gerektiğini anlatarak bitirir kitabı. Sinanın sonda intihar sahnesi ve sonra kazmayla aynı sisisof gibi kendine biçilen rolü/cezayı kabul etmesi. olabilir belki? ama ben böyle felsefi derinliğe ihtiyaç duymuyorum NBC sineması için. Bence NBC sineması problemin ve insan doğasının içinden fışkırıyor gibi. bu film türkl taşrasının insanı özellikle genç insanı nasıl tükettiğinin hazin dramıdır. her gün bu bunalımı milyonlarca genç yaşıyor. kızı erkeği her biri bir çok şey olabilecekken ne olacaklarını bile bile bir hayat sürmenin sinan vari umutsuzluğunu paylaşıyorlar.
@@hasucraft bende aynı sinan karakteri gibi o yaşlardayım ve kitaptaki konuları kendi kafamda hep düşünür oldum.burada denk gelmem güzel oldu ,hemen okuyacağım.teşekkürler
Kaç dakikadır izliyorum programı ama zaman kaybı. Film hakkında bir şey ifade etmiyor, derinliksiz, niteliksiz yorumlardan ibaret. Bunları izleyeceğinize gidip filmi izleyin
Hayattan silleyi yemiş bir baba...gönlünü sanata edebiyata kaptırmış ama sonunda olmayınca, bırakmış o dünyayı. onca kitap okumuş da ne olmuş...muazzam bir film. filmin kahramanı İdris hoca. Keşke onun çocukluğunu ve gençliğini izleyebilsek...
Öncelikle TRT2'nin yeniden aktif olması, başta sinema ve diğer sanat dallarını kapsayan programların yeniden ekrana taşınması, şahsım adına beni çok mutlu etmiştir.
Sinema her kesime hitap eden değerli ve benimde aşık olduğum sanat dalıdır.
Sadece bir filmi izlemek klişe edilmiş bir yaklaşımdır kendi düşüncem. Bir filmi izlemeden önce bilgi almak, filmi izlemek, filmin sonunda eleştirmek, inceleyip bilgiler edinmek kadar güzel bir düşünce olmasa gerek.
İnşallah devam eder ve değerli elestirmenleriniz sayesinde sinema sektöründe düşünce dağarcığımız daha da genişler.
Bugüne kadar trt nin yaptığı en iyi ışlerden biri.Genelde trt izlemem, ancak trt 2 film kuşağı muhteşem. Sezar in hakkı sezar a.Birde çok güzel iki ismin ,hem film öncesi vede film sonrası yaptığı yorumlar olağanüstü. Teşekkürler trt 2.
Tüm kanalların içinde tek sanat kanalı. Emeği geçen herkese teşekkürler.
kanalın açık ara en iyi programlarından
Bir hikaye bir resim
04:15’e kadar iki yorumcu tarafından yapılan yorumlara açıkçası çok şaşırdım. Bu filmin finalini ve bütününü “hayatla mücadelesi bir umut gibi” söylemlerle yorumlanması ilginç. Bu karanlık filmde anlatılan sevmediği köyü ve babasının kaderine yenik düşüp aynı kaderi yaşaması olarak yorumlanmalıydı. Sonuçta fiziksel olmasada zihinsel olarak bir şekilde mücadele etti o yaşadığı toplumdan, insanlardan, şehirden kurtulmak için ama olmadı olamadı. Sevmediği babasının kaderini o sevmediği kuyusunu kazarak aynı kaderini yaşadı tıpkı birçoğumuzda olduğu gibi. Esas filmin vurucu olan yanı bu olmalıydı.
Evet ama Sinan'in yazarligi da oldukca yuzeysel bir istek degil miydi sizce? Bir sey olmaya hevesli ve malumatfuruşluk yapan bir genç aslinda Sinan.
Oya Z. Tabiki. Sıradan birisi Sinan öyle pek bir meziyeti olmayan kasabasına sıkışıp kalmış.
Belki de cüzdanda babasının kendine ait tek değerli şeye yani kitabına değer verdiğini ve o gazete kupurunu sakladığını gördüğünde, sonra kitabını okuyan tek kişinin babası olduğunu farkettiginde, sonra babasıyla yaptığı son konuşmayla babasının sadece at yarışı oynayan yüzeysel dangalak bir adam olmadığını anladığında ona bakış açısı değişti. Kuyuyu kazmaya başlaması bence taşra çaresizliğini onun da düşmesi değil babası pes etmişken kazmaya başlaması hayır baba sen bana inandın, ben de sana inanıyorum demesinin bir yoluydu belki. Bilmiyorum. Katman katman bir film hakikaten. Ashgar farhadi filmlerini izleyince de böyle duygularla doluyorum.
Aynen
Film mutlu sonla bitiyor.. Sinan askerden geldiğinde umudunu tamamen yitirmiş. Annesiyle kardeşinin kitabı okumamış olmasına bile takılmıyor.. Babasinin cüzdanında kendi haberinin saklanmis küpürünü görünce babaya karşı yumuşamaya başlıyor...(bencillige dayalı sevgi. Hemen her tür sevgi gibi) Ama asıl kırılma babasının kitabını okuduğunu, hatta birkaç kez okuduğunu ve üstelik beğendiğini anladığı an.. Babası kimse iplemese de entelektüel bir insan. Onun beğenisi, tutkularını gerçekleştirme konusunda ona tekrar bir itki sağlıyor.. o kadar ki, babasının tek arzusu olan kuyu konusunda da o pes etmiş olmasına rağmen aksiyona geçiyor... Kendisini kuyuda asmış olarak görmesi oraya gelmeden önceki düşüncesiydi belki. Ama babasının kitabı beğenmesi herşeyi değiştirdi...O su o kuyudan çıkacak, babası toplum nezdinde ilk kez haklı olacak..Sinan yazmaya devam edecek ve belki de sonunda başarıya ulasacak...Kesinlikle umut dolu bir son.
Bir sinema eleştirmeninin nasıl baktığını, neler gördüğünü kolay bir dille anlatması bence çok kıymetli.
Halit Ziya'nın romanlarını anımsadım. Bihter'in annesini çok eleştirmesi ama tıpkı annesinin yaptıgı hataları yapması. Yani kısaca SOYA çekim teması çok güzel işlenmiş.
Gerçekten film gibi şahane ve bi o kadar da akıcı bir bölümdü bir solukta bitti sizin gibi bir kadronun olması ve bu kadronun bizim gibi gençlerle TRT 2 de buluşması büyük bir nimet, her şey için çok teşekkür ederim.
efsane geri dönmüş çok sevindim. ntv'de izledik sizi yıllarca tv'deki en güzel şeylerden biriydiniz. çok uzun yıllar mahrum kaldık bu programdan, şükür kavuştuk.
Yine yoklar
Böyle programları görmek beni mutlu ediyor.
Ahlat Ağacı 'nı tam kafamla iki defa izledim, bir defa daha izleyeceğim. Beğendim. Keyifli bir film olmuş. Film ile ilgili googledaki yazıları okudum, bir kaç tane de video izledim. Sataşma ve şaka amaçlı dokunanlar haricinde ciddi eksiklikler belirtene rastlamadım. Ben bir kaç eksiklik gördüm, bunlar ne derece mühim bilmiyorum, zihnim farketti. Neticede sanat kaygısı mayasını bulmuş, keyifli bir film olmuş. Bu videodaki ikili de filmdeki eksik tarafları okusa bizler için faydalı olurdu, olumlu tarafların altını çizip bırakmışlar. Nuri Bilge Ceylan izlemeye ve bu filmlere kafa yormaya devam...
ÇOK DOYURUCU BİR DEĞERLENDİRME OLMUŞ, AĞZINIZA SAĞLIK.
Filmi bir kez daha yaşadım. Harikasınız... Bu arada proramın atasını hazırlayan Rekin Teksoy'a saygıyla.
Gerçekten de ahlat ağacı gübrelemeye, aşılamaya, sulamaya gerek olmadan küçük de olsa tadı çok özgün armut verir. Yaradan bu yörede ve iklimde evrimleştirmiştir. Çoğu güncel meyve ağaçları bu topraklara ait olmasa da ülkemizdeki bir atası veya akrabası sayesinde aşılanabiliyor. Bu çok büyük bir avantajdır. Ağacın tohumdan büyümesi sıkıntısı çekilmeden bir iki senede aşılı ağaç meyve verebilir.
Neden olacak köylüyüm, fakirim, işsizim. Birden fazla kez izlenebilecek etkileyici bir film.
Tadına doyum olmayan bir muhabbet. Harikasınız...
TRT 2'ye teşekkürlerimi sunmak istiyorum.Tabii ki Türkiye'deki genel sinema görüşü ve maalesef talebin az olması nedeniyle, bu filmleri ülkenin çoğu salonunda izleyemiyor olmamız ve televizyondaki sansür ve benzeri kısıtlamalar nedeniyle yine televizyona uzak kalmak zorunda hissetmiş olsam da, yaptığınız işi takdir ediyor ve destekliyorum. Biliyorum ki böyle güzel filmleri seçip televizyonda insanlara ulaştırma uğraşında olsanız da yeterince izlenmiyor ve desteklenmiyor.Tam tersi olması gerekirken,bunun temel sebebinin de gerçek filmler olarak düşündüğüm, geneli sanat filmi olarak değerlendirilebilecek kaliteli filmler vermeniz ve yine olması gerektiği gibi altyazılı olarak sunmanız olması gerçeği çok acı.Umarım çabanız ve emekleriniz sinemaya bakış açısını ve verilen değeri artırıp, kitlelerin daha önemli ve değerli işlerle tanışmasına vesile olur.Teşekkürler...
09:20 'den sonra Mehmet Açar'ın sesinin titremesi ve gözlerinin dolması bilmiyorum bir tek benim mi dikkatimi çekti. Filmi içselleştirmek, hissetmek bu olsa gerek. Etkileyici bir an!
Beyazperde’yi kaçırmadan, her hafta izlerdim. Bu programı yapmanıza o kadar sevindim ki. Umarım uzun soluklu olur.
Final sahnesinde bir umut olduğunu düşünmüyorum aksine babadan ve onun kaderinden kaçan Sinan'ın yenilgisiydi o kuyu sahnesi. Kuyu sahnesinin ilk bölümünde Sinan'ın kendisini kuyuya astığını bir gündüz düşü olarak görmemiz de bunun bir yenilgi olduğunu düşündürüyor.
Bircok yazarın gercegidir o. Intihar düşü insani bir miktar rahatlatır, ve yazarlar bunu sık sık düşünür.
H B son sahnenin olumlu oldugunu ben de dusunmuyorum, siradanlasip bunu kabul ederek mutlu olunan bir sahne. Catismadan vazgecip, uyum ile huzur bulunuyor. Fakat yadsiyamayacagimiz olgu sudur ki, ayni final sahnesinde baba sevgisinin farkina variliyor ve ona destek olunuyor. Bu anlamda, o ana kadar karsiliksiz kalmis bir ogul sevgisi, baba sevgisi ile bulusuyor. Boyle bakilinca, bu mikro iliski mutluluga evriliyor.
Aynı şeyi düşünüyorum. Gelecek kaygısı taşıyan karakterin, en nihayetinde babası gibi olmayı tercih ettiğini düşündürdü bana. Derin bir umutsuzluk ve kadere teslim olma hali.
@@minerva4659 peki şunu hiç düşündünüz mü ? sinan gerçekten doğası gereği yaratıcı birisi miydi? O manalı, ağdalı cümleler ağzında sırıtmıyor muydu? Şöyle düşünelim yönetmen isteseydi düzgün diksiyonlu bir yazar adayı tasvirinde bulunabilirdi. Sinan kitaplardan ezberlediği cümleleri makinalı tüfek gibi birbiri ardına kullanan ancak pek de derinliği olmayan ''hevesli'' bir gençti. Yazar olmayı , sanat yapmak veya sanatçı olmak için değil yazar olmak için seçmiş görünüyordu.
buna giden yolda ilk önce el yazmasını götürüp kitapçıya satmak istedi. Orada yazmanın para etmeyen birşey olduğunu gördü. Yazarın yanına çıktığı an sorduğu sorulardan birisi , dünyayı kurtabilecek bir amaç doğrultusunda bir başkasının eşyasına el koymanın ahlaki açıdan doğru olup olmadığı konusuydu...
kafası karışıktı...
ne zaman elma çalan , kendileriyle çelişen , bedavadan yaşayan, reformist düşüncelere karşı imamı ve arkadaşını gördü işte ozaman ahlakı sorgulamaya başladı. Bu imamlar sinanın babasına bile ''yaman adam'' diyecek dedikoducu karakterde insanlardı. İşte sinan tanrı inancı kuvvetli insanların bile hayatta ahlaki değerleri ezip geçtiğini görünce ,o gece ilk işi köpeğin iplerini çözüp satmak oldu.
o gece sinan ahlaksız birisine dönüştü...
yanlış yaşanan bir hayattan doğru bir sonuç çıkmaz... sinan'ın durumu biraz buna benziyor. Sinan bence yazar olamayacak nitelikte birisiydi. kendisini yazar olmak zorundaymış hissediyordu.
burada esas vurgulanmak istenen konu bence ortasınıf bir ailenin çocuğunun ülkede sanatla uğraşamaması veya talihsizliği değil. Bu ilk bakışta anlaşılmıyor bu filmde...ikinci veya üçüncü izleyişte daha net bir okuma yapılabiliyor. Cumhuriyetle beraber elde ettiğimiz çağdaşlaşma hareketleri , devrimler bir takım partilerle bilerek veya bilmeyerek erozyona uğratıldı. Kafası karışık ne istediğini bilmeyen gençler erozyon sonrası ortaya çıktı. Sinan'da o çocuklardan birisi.
Kpssye girip, yazar olmak isteyen insan olur mu? Ya kpssye girersin, ya sanatla uğraşırsın. Sen kpssye giriyorsan , hayallerine ulaşmak için yaşamının geri kalanını feda edemeyecek kadar konformist, korkak bir kişiliğe sahipsin demektir. Çünkü ayağını sağlama almak , emekli maaşı olan bir işe girmek istiyorsun.
Sinan'ın sanatçı , aydın, yazar olabilecek zerre donanımı yoktu. O yazarlığın ismindeki illüzyona , şanına ulaşmak istiyordu. Hepsi bu...
kahvehanede gençler oyun oynuyordu... duvarlarda atatürk'ün resmi asılıydı. Bu görüntüler rahatsızlık vericiydi... bu devrimler kahvehanede gençler oyun oynasın, hatta bazıları babasından büyük adamlarla at yarışı oynasın diye yapılmadı. Sinan'ın babası öğretmendi fakat ganyan bayilerinde sürünüyordu. Böyle bir insanın yetiştirdiği insandan ne gibi birşey beklenebilir hiç düşündünüz mü?
Çanakkale savaşlarından kitaplarında bahsetmediği için sinan'a kızan kuru milliyetçi kum ocağı sahibi okumanın boş iş olduğunu vurguluyordu. Ben okumadım ,arkadaşlarım okudu şimdi benim emrimde çalışıyorlar diyordu... yani senin bir davan olmazsa, kendi devrimlerini her an her fırsatta koruyup geliştirmeye çalışmazsan cahil cühela onu sahiplenir kendi amacına göre yorumlar... sana milliyetçilik öğretir o cahil haliyle!
bence ortada kaybedilmiş bir ruh var... o da devrimci ruhtur...
Milyonlarca insanın kaybettiği ruh mu daha önemli? Yoksa bir kişinin kaybettiği yazarlık ruhu mu? Yorum sizin...
H B tam bir yenilgi hissi değil aslında bu kaderi değiştirme hırsıyla o kuyuya inip bu çaresiz döngüyü değiştirmeye çalışırken aslında kendisini babasının kaderini yaşamaya farkında olmadan mahkum etme.
Çok tatlısınız.ve türkiyede sinema eleştirmeni olarak görebileceğimiz nadir insanlardansınız. Keşke 2000 lerdeki gibi diğer iki arkadaşınız da sizinle olsaydı. Tuna erdem ve ali Hakan. Sevgiler hepinize.
köprüdeki heykel kopup suya düşüşünde aslında, sinan'ın yazarlık kariyerinin de suya düşüşü aslında. yazı yazan kolun ölümü. ve sinan'ın suçluluk duyarak kaçıp bir yerlere saklanışı. yani hayatın içine düşüşü. belki de hayatı ve insanları olduğu gibi kabul etmeyi öğrenip sevebildiğinde yeniden dirilecek.
Kol suya düşmüyor. Kopmuş heykel kolu Sinan tarafından atılıyor. Bağlantılarınızı buna göre yapınız.
alin taşçıyan'ı çok özlemişim. filmi inceleme şekli yine harika.
tüylerim diken diken oldu. çok garip bir histi. tarifsiz bir lezzet.
Sizleri çok seviyorum..iyi ki varsınız
Alin hanım imamlar sahnelerini filme eğreti geldiğinin, üzerinde çok düşünüldüğünün hatta o konunun çok bize özgü olduğundan bahsetti ama durum öyle değil. Ne vardı o sahnede, mesela Dinde revizyon meselesi, ahlak ve tanrı ilişkisi, ibadetin şekli ve mekanı meselesi bunun gibi meseleler yalnızca Türkiye ye özgü değil hatta İslamiyete özgü de değil. Bu filmi izleyen bir katolikte ortodoskta ya da bir Yahudi de bu mesele üzerine tam o anda düşünebilir. Bu açıdan katılmıyorum. Ama şuna katılıyorum. Bu mesele bilge beyin kafasını çok meşgul etmiş ve filme kesinlikle koymak istemiş. Bu çok belli oluyor. Filme destek olması beklenirken e tamam artık geçsin şu sahne dememize yol açıyor. Ama ben yine de sevdim sahneyi
Dört gözle kuru otlar üstüne filmini analiz etmenizi yapmanızı bekliyoruz ❤️
Filmin son sahnesi bende umut mucadele hislerinden cok bir kabullenis caresizlik kader gibi hissleri uyandirdi ki bence Nuri Bilge Ceylan cok da umutkar bir insan degil yani umut bence onun karakterine cok da uymuyor. Diger filimlerinde de bunu goremeyiz. Bir hayal kirikliginin bir gencin umutlarinin tukenisi hikayesi bu. En toplumsal filmi cunku bu hayal kirikligi direk toplum ile alakali ondan kaynakli. Filmin sonunda beni bir huzun kapladi ama benzer bir umutsuzluk ile.
Film olarak yorumum ise bence Nuri Bilge Ceylanin en hazirliksiz ve tirtikli filmi. Diger filmlerindeki sureklilik ve uyum bu filminde hissedemedim. Bu farkli edebi bir film yapmak istemesinden kaynaklaniyor olabilir. Bir dusunceyi sanki okuyarak veriyor hissine kapildim ozellikle uzun diyalog sahnelerinde (mesela imam ile diyalog)
Nuri Bilge nihilist bir adam bence.
Yorumunyza katılıyorum kesinlikle umutsuzluk ve kendimle yabancılaşma ve en sonunda kabullenme durumu var
Bana da öyle gelmişti. Başta kuyunun içinde asılmış bir şekilde görüyoruz sonra babası onu kuyuyu kazarken görüyor. Burda da sanki çaresizliğin etkisiyle gördüğümüz iki tercihten biri var gibi. Nuri Bilge Ceylan ne anlatmak istemiş bilmiyorum ama bu son için iki farklı his veriyor olması çok iyi. Net değil. Herkes kendisine uygun olanı alıyor, anlıyor.
Ülkemiz gerçeklerini en iyi anlatan yönetmen Nuri Bilge Ceylan ve her sonraki filminde daha da ustalaşıyor. Ayakta alkışlıyorum
İNSAN NEDEN EN YAKININDA DURAN HAYATI SEÇER Kİ?
24:00 yahu adamalar orada üç kişi düşünceler üzerıne sohbet ediyor.ve asla konuşma bir karakterin diğerine üstünlüğüyle sonuçlanmıyor.günlük hayatta nasılsa o sekılde akıyor ve bitiyor.
Ya arkadaş gayet güzel yorumladınız. Çok tskler. Ahlat ağacı neden altın Palmiye almadı? Nedenleri ne? Bu durum neden konuşulmuyor. Kafayı yicemmm
köyün entelektüel genci ile genç imamlar her zaman bu tip felsefik diyaloglar kurarlar..köyde yaşamadığınız için o gerçeklik size geçmemiş...
Kesinlikle
Ahlat ağacıyla ilgili mesajlara tamamen katılıyorum ama ben şöyle de yorumladim kendimce :ahlat ağacı mitolojide ölümsüzlük ağacı olarak ifade edilir bundan yola çıkarak Sinan'ı yorumlarsam ne yaparsan yap,nereye gidersen git,kim olursan ol; Ibni Haldun'un da söylediği gibi "coğrafya kaderindir. " ve bu yaşananlar isim değiştirerek her daim devam edecektir.
Çok güzel en sevdiğim kanal 👏🏻
Abi şu kanalı kim kurup yönetiyorsa allah razı olsun.mukemmelsiniz❤❤
Cok umutlu konusmussunuz film hakkinda.Ama ben filmi izlediginde umut hissetmek yerine aksine bi çıkmazlık gördüm.Belki kendi hayatimla ozlestirmis olabilirim
Çok güzel bi sohbet ✌️
Bu program "film okuması aslında nasıl yapılmalıdır?" onu gösteren bir program. Aslında süreleri kısıtlı olmasa, daha kapsamlı şekilde de yapılmalıdır film okuması.
Geleyim eleştirilerime:
1- E madem bu kadar uzun konuşabiliyordunuz da neden diğer filmler için de bu kadar uzun konuşmadınız? :)
2- Alin Hanım ve Mehmet Beyi severim sayarım ama bu programda kendileriyle çok çelişmişler. Özellikle Alin Hanım. Siz değil misiniz yıllardır sinemada; Aristotelyen anlatıyı, katarsisi, "etkileyici son"ları, ana akım anlatı sinemasını Hollywoodvari bulup aşağılayan ve minimalist sinemayı göklere çıkartan?
Ben zaten eskiden beri,
- Nuri Ceylan sineması özelinde - bu "yeni türkiye sineması", "sanat sineması", "art house sinema" vs diye tanımladıkları ama benim "minimalist festival sineması" diye tanımladığım bu film biçimini, sizlerin yıllardır abartılı şekilde övmenizin ve ödüllere boğmanızın sebebinin aslında, Avrupa festivallerinin (cannes, berlin, venedik) bu filmlere yer ve ödül vermesi olduğunu düşünüyordum. Ve bu programda söyledikleriniz ile de bu düşüncemde haklı olduğumu iyice anladım. Mahsun kırmızıgül de cannes da berlinde ödül alsa siz onu da eleştirmeye çekinir ve övmek zorunda hissedersiniz. Bakıyoruz sinemamızda en çok övülen yönetmenlere (yanlış anlaşılmasın ben bu 3 yönetmeni beğenmiyorum ya da kötü yönetmenler demiyorum bu kadar abartılı övülmelerini nesnel bulmuyorum sadece) kimler diye; karşımıza hemen şu 3 isim çıkıyor: Metin Erksan (çünkü Berlinde Altın Ayı aldı), Yılmaz Güney (Çünkü Cannes' da Altın Palmiye aldı) ve Nuri Bilge (Çünkü her filmi Cannes' a kabul ediliyor ve ödüller.) Yani sanki, önce kendi zevk ve görüşlerine göre değil de, 2-3 tane avrupalı festival yöneticisinin direktifiyle festivale kabul edilen belli seçilmiş yönetmenlerin yani önce batının beğendiği yerli yönetmenleri beğenmek zorunda hissetmek. Asıl üzerine eğinilmesi gereken konu(sorun) tam da bu işte. Yani "sanattaki mahalle baskısı" sorunu. "Kral çıplak" diyemeyiş. Ve buna bağlı olarak, övülmeyi hak eden diğer yönetmen ve filmleri övmedikleri gibi bir de haksızca eleştirmek. Mesela bu videoda Nuri'de ya da Metin Erksan'da övdükleri şeylerin hepsini, örneğin bir Atıf Yılmaz ya da Yavuz Turgul yapınca eleştiriyorlar. Yani Nuri ya da Metin yapınca sorun yok ama Yavuz ya da bir başkası yapınca olmamış, didaktik olmuş, çok konuşuyorlar diye eleştirirler... :/ Neyse mesele çook uzunca anlatılacak bir mesele. Üzerine belgeleriyle bir makale veya video essay yapılacak mesele. Şimdi benim bu yorumuma bile gelecek cevapları da tahmin edebiliyorum:
:) "Sen git de recep ivedik izle" ya da "sen yap da görelim" ya da "sen sadece ana akım filmleri sev" ya da "o övdüğün yönetmenlerin son çektikleri filmlerini de biliyoruz" gibi cümleler... :/
Belgeleri ile bir video yapılsa çok iyi olur.
Yok dostum ya o tarz yorumları yapanlar "Recep İvedik izlesin" gayet doğru konuşmuşsun.
yazdıklarınızın her kelimesine katılıyorum..hiç adı sanı duyulmamış biri çıksa ben böyle bir film yapım dese, eseri eleştirecek, bir yığın 'sorun' bulacak, filmi yerden yere vuracak insanlar işin içine 'Cannes' ve 'Nuri Bilge Ceylan' girince birden kafalarındaki çok bilen ukala eleştirmen şapkasını çıkarıp sanatsever ve değerden anlayan eleştirmen şapkalarını takıveriyorlar..aslında korkuyorlar, yalnız kalmaktan, bilmiyor görünmekten, Nuri Bilge Ceylan'ı ve dolayısı ile Cannes'ı eleştirmiş olmaktan..kervana katılmak kolaylarına geliyor..ve tabi hep öyledir ya insan psikolojisi: herkesin değerli, önemli kabul ettiği bir referansın 'sözcülüğünü' yapınca o değerden bir parçada size çalınmış gibi hissedersiniz için için.. sadece Cannes'da ödül alsın diye film yapmakta buna dahil..içinizde gizli bir yerlerde ezik hissediyorsanız istediğiniz kadar 'yücelin' o ezik yer size kendini hep hatırlatır...
güzelim programın yeni bölümlerini neden artık youtube a yüklemiyorsunuz?
Harikasiniz ve sizi dinlemeyi cok seviyorum.Bircok film icin cok derin analizleriniz oluyor ve goremedigim bir suru seyi sizin sayenizde anlayabiloyorum ama Ahlat Agaci yorumlarinizda cok yakalayamadim bunu.Yeni bir bolum mu cekseniz:))Film bircok seyi elestiriyor,topluma uyumsuz ve aykiri hissetmeyi,kapitalist toplumda kadin erkek iliskilerinin ,askin ,imkansizligini .Genel olarak insanlarin yalnizligi ve uretken olamamasini..
Özellikle babanın rolü çok güzeldi bu filmden hepimiz ders çıkarmalıyız
Çok şey öğrendim doğrusu teşekkürler
Sinan'ın metafor olarak Ahlat ağacını( kendini besleyen kimseye ihtiyaç duymayan) Babanin ise kuyu(doğumu, yeniden var olmayı.eski baba kimliğini kazanmayı ). Önce babanin ahlat ağacı altinda başarısız intihar girişimine tanık olup. Sonra Sinanin son sahnede önce intihar etmiş gibi gösterelip Babasının kader kuyusuna düşüp karanlığı dövdüğünü net olarak görüyoruz .
Finali : her iki karakter için de yeniliğidir.
baba intihar etmedi, sadece sinan için babanın önemine vurgu yapıldı, ne kadar onn son durumundan rahatsız olsa da o babaya muhtaç gitmesine hazır değil.
Serkan Keskin le olan diyalog dan sıkılmak mümkün mü yaa en sevdiğim yer olabilir
NBC sineması gerçekçiliği fazlaca ön plana aldığı için en ufak hatası bile göze batıyor. Sinan'ın kışın KPSS'ye girmesi beni çok rahatsız etti :)
Program kadar izleyici yorumları da çok iyi. ☺
Mehmet bey sonda konuşacaktı . Alin hanım lafı ağzına tıktı.
Mehmet Açar yandaşlığının hakkını vermiş bu bölümde. Başka hangi ülkede atanamayan öğretmenler polis oluyor ki "dünyanın sorunu bu" diyor? Trt 2 özgür bir kanal değil zaten, ne bekliyorsak.
Assasds😁
Lan ne eziksiniz yaa.
Kış uykusu için de bir bölüm yapar mısınız
Filmi iki kere izlediğimi sanıyordum. İzlememişim halbuki
Türkiye nin en iyi 3 sinema eleştirmeninden 2 si, dinlemeye doyamıyorum şu insanları...
Ben twitter'da şöyle bir şey görmüştüm belki söylerler dedim Mehmet Açar ve Alin Taşçıyan;kötü karakterler konuşurken sinek gözükmesi.Bunu filmi izlemeden önce öğrendiğim için dikkat ettim.Başkanla konuşurken başkana sinek geliyordu ve kovmaya çalışıyordu.Köy imamı da konuşurken ona da sinek geldi.Ama inşaat ustasında göremedim sineği.Kaçırmış da olabilirim.
su gibi akıp giden harika bir program.
Ahlat Ağacı'nın finalini anlamak için Sisifos Söyleni'ni okumuş olmak lazım
@Mahmut Gençarkadaşlar yazmamış ama ben doğrudan bir bağlantı kurmam ancak şöyle bir şey olabilir belki : kitap hayatın neden yaşamaya değer olduğu sorusu ile yani neden intihar etmeyelim sorusu ile başlar ya hani... ve felsefenin en öneli sorusu budur der. ve sisisof'a tanrıların verdiği cezayı her gun cekmesininin manasını sorgular vs.. butun bunlara rağmen Camus finalde her şeye rağmen intiharın bir seçenek olmaması gerektiğini anlatarak bitirir kitabı. Sinanın sonda intihar sahnesi ve sonra kazmayla aynı sisisof gibi kendine biçilen rolü/cezayı kabul etmesi. olabilir belki? ama ben böyle felsefi derinliğe ihtiyaç duymuyorum NBC sineması için. Bence NBC sineması problemin ve insan doğasının içinden fışkırıyor gibi. bu film türkl taşrasının insanı özellikle genç insanı nasıl tükettiğinin hazin dramıdır. her gün bu bunalımı milyonlarca genç yaşıyor. kızı erkeği her biri bir çok şey olabilecekken ne olacaklarını bile bile bir hayat sürmenin sinan vari umutsuzluğunu paylaşıyorlar.
@@hasucraft bende aynı sinan karakteri gibi o yaşlardayım ve kitaptaki konuları kendi kafamda hep düşünür oldum.burada denk gelmem güzel oldu ,hemen okuyacağım.teşekkürler
okumadım ama anladım
gelecek kaygısı beni de yakaladı...
UA-cam kanalı açıp devam edin.
Ahlat ağacı konuşup iktidarın bu ülkeye ve gençlere yaptığı kötülükten bahsetmemeye çalışmak zor. Sizin adınıza üzüldüm. Her şey var özne yok.
Bizim genclerin durumu sinandan daha umutsuz su anda
Öğretmen ile evlenmenin para evliliği sayilmadigi bir dünyada yaşamak isterim
3:20
filmin son sahnesi resmen dumur etti.
Köpeğe ne oldu ?
altın ve gümüş dolu ev metafor değil ki, kızın evlendiği
adam filmin başındaki kuyumcu
Kaç dakikadır izliyorum programı ama zaman kaybı. Film hakkında bir şey ifade etmiyor, derinliksiz, niteliksiz yorumlardan ibaret. Bunları izleyeceğinize gidip filmi izleyin
Denize dusen kopek metaforunu cozen varmi ? Ben anlamadim
zavallı altılı ganyan oynayacak kadar parası kalmış diyerek altılı ganyancıları çok üzdünüz lütfen özür dileyin
şaka bi yana. gerçekten bu format muhteşem
Babasi intihar ettimi agacin altinda yattigi sahnede
Oğlanın kafasında yaşamak için amacı olmayan ve intihar etmesi gerekecek kadar başarısız bir baba figürü var. Onun alegorisi o sahne.
yanlız ev gercek mekan degıl studyoda insa edılmiş bir ic mekan.....
Bence film ile ilgili yorumlariniz cok vasat. Sinifsal celiskiler ve sosyolojik olarak yapilan derin analiz hic dikkatinizi cekmemis.
Umut mu? Filmde hayatın trdeki zorlu koşulları ve gereksiz döngüsü anlatılmış
Kazım Karabekir did not like this
Baba figürü çok kötü değil..bu nedenle sinan dan bile nefret ediyoruz...atyarışını çok korkunç sanmak bence aşırı abartılmış bir olgu
Dizi yorumlar gibi yorumlamışsınız.