İlk okul mezunuyum birazda kıt kafalıyım....Ama anlamak isteği var içimde!!!Hakkınızı teslim etmek adına şunu söylemek istiyorum...Anlattıklarınız orta okul seviyesin de insana bile ulaştı...Yani sizi duydum!!Ve ilk defa içeriği hakkında birşeyler duyduğum bu varoluşçuluğa benim iç sesim şöyle diyor:”Bu varoluşçulukta devrim,yıkım ve yeniden doğuş var”.Emeğinize teşekkürler...
merhaba ben irade konusunda varoluşçuluğun bakış açısını merak ediyorum. insan da diğer tüm canlılar gibi biyolojik bir varlık ve evrimsel olarak diğer tüm hayvanlar gibi önce kendini yaşatmak sonra da üremek için yaşıyor. insanın asıl özü budur esasında. bütün hayvanların da özü budur. insandaki sorun bunu içgüdünün güdümünde değil yeri geldiğinde dürtülerin ama çoğunlukla kültürün rehberliğinde yapması. bu durum işi karmaşıklaştırıyor haliyle. iki değişken, iki yönetici güç devreye giriyor. bu durumda insan biyolojik dayatmalarla( aslında biyolojik dayatma yanlış bir ifade, çünkü biyolojik tasarımımız bizi biz yapan en temel şeydir) kültürel dayatmalar arasında kalıyor. haliyle bir insanın her şeyi iradesiyle yönetebilmesi, oluşturabilmesi mümkün değil. kendi varoluşunu kendisi hazırlamak isteyen biri olsun diyelim ki. ama bu aynı zamanda yalnız hissediyor ve sevebileceği, bir şeyler paylaşabileceği birini arıyor. içinde yaşadığı toplumun özüne aykırı olarak kendi varoluşunu hazırlamak istiyor ve toplumla ters düşüyor. bundan dolayı çok sosyalleşemiyor, kendine sevebileceği birini bulamıyor. bir yandan biyolojik dayatma diğer yandan bizim varoluşsal oluşum sürecimiz ve öteki yandan da toplumsal dayatmalar.birey hem biyolojik yükümlülüklerini (sevgi, sosyallik, paylaşım vs genetik kodumuzda var) hem de varoluş mücadelesini nasıl birarada yürütebilir. varoluşçu düşünce biyolojiyi ne kadar göz ardı ediyor?
Sanırım , varoluş sürecinde kişinin kendi özgür iradesi ve doğruları ile toplumsal norm ve kültürel baskı arasında bir çelişki yaşadığını ifade ediyorsunuz. Toplumsal normlar ve değer yargıları mutlak doğrular değildir. İnsanlar dünyada ortaya çıktıklarında toplumsal normları ve ahlak kurallarını tıpkı fizik yasaları gibi hazır halde bulmadı. Zamanla kendisi geliştirdi.Sorunsuz bir şekilde toplu halde yaşamayı mümkün kılmak için ihtiyaç duydukça kurallar icat etti. Ama bu kurallar mükemmel ya da ilahi yasalar değil. Bazen gereksiz yere çok katı olabilen , değişken, genel geçer, yoruma açık kurallardır. Varoluşçuluk sürecinde önemli olan kişinin ne hissettiği ve ne düşündüğüdür. Toplumla her konuda uzlaşmak zorunda değiliz.Toplumsal baskı dediğimiz şey biraz da kişinin diğer insanların kendisiyle ilgili ne düşündüğüne çok önem vermesinden dolayı yaşanan birşey.. Kişi kendi doğruları ile toplumsal doğrular arasında kaldığında kendi doğrularını seçmeli diye düşünüyorum. Tabi kendi doğrularımıza güvenebilmek ve gerektiğinde savunabilmek için de kendimizi hem duygusal hem entelektüel olarak geliştirmeliyiz. Toplumla çelişkiye düştüğümüz konulara toplumun gözüyle bakmayı bıraktığımızda aslında bir çelişki olmadığını ya da varoluşumuzu geçerçekleştirmek için bir engel olmadığını görebiliriz.
Videonun son sorusuna cevap verilirken genetiğin toplum üzerindeki etkilerini inceleyen bir bilim insanından bahsedildi aramama rağmen bulamadım kendisini, isminin doğru yazılışını veya kendisini bulabileceğim bir içerik bilen birisi varsa söyleyebilir mi ?
İlk okul mezunuyum birazda kıt kafalıyım....Ama anlamak isteği var içimde!!!Hakkınızı teslim etmek adına şunu söylemek istiyorum...Anlattıklarınız orta okul seviyesin de insana bile ulaştı...Yani sizi duydum!!Ve ilk defa içeriği hakkında birşeyler duyduğum bu varoluşçuluğa benim iç sesim şöyle diyor:”Bu varoluşçulukta devrim,yıkım ve yeniden doğuş var”.Emeğinize teşekkürler...
Güncel Bey'in ağzına, sizlerinde elinize sağlık..Mükemmel bir anlatım...
çok güzel bir sunum.. teşekkürler
yasantilara açık olma ilkesi ile ilintili herşeyi deneyip daha sonra karar verme temelli varoluş felsefesini tamamlamak hiç de kolay değil
merhaba ben irade konusunda varoluşçuluğun bakış açısını merak ediyorum. insan da diğer tüm canlılar gibi biyolojik bir varlık ve evrimsel olarak diğer tüm hayvanlar gibi önce kendini yaşatmak sonra da üremek için yaşıyor. insanın asıl özü budur esasında. bütün hayvanların da özü budur. insandaki sorun bunu içgüdünün güdümünde değil yeri geldiğinde dürtülerin ama çoğunlukla kültürün rehberliğinde yapması. bu durum işi karmaşıklaştırıyor haliyle. iki değişken, iki yönetici güç devreye giriyor. bu durumda insan biyolojik dayatmalarla( aslında biyolojik dayatma yanlış bir ifade, çünkü biyolojik tasarımımız bizi biz yapan en temel şeydir) kültürel dayatmalar arasında kalıyor. haliyle bir insanın her şeyi iradesiyle yönetebilmesi, oluşturabilmesi mümkün değil. kendi varoluşunu kendisi hazırlamak isteyen biri olsun diyelim ki. ama bu aynı zamanda yalnız hissediyor ve sevebileceği, bir şeyler paylaşabileceği birini arıyor. içinde yaşadığı toplumun özüne aykırı olarak kendi varoluşunu hazırlamak istiyor ve toplumla ters düşüyor. bundan dolayı çok sosyalleşemiyor, kendine sevebileceği birini bulamıyor. bir yandan biyolojik dayatma diğer yandan bizim varoluşsal oluşum sürecimiz ve öteki yandan da toplumsal dayatmalar.birey hem biyolojik yükümlülüklerini (sevgi, sosyallik, paylaşım vs genetik kodumuzda var) hem de varoluş mücadelesini nasıl birarada yürütebilir. varoluşçu düşünce biyolojiyi ne kadar göz ardı ediyor?
Sanırım , varoluş sürecinde kişinin kendi özgür iradesi ve doğruları ile toplumsal norm ve kültürel baskı arasında bir çelişki yaşadığını ifade ediyorsunuz. Toplumsal normlar ve değer yargıları mutlak doğrular değildir. İnsanlar dünyada ortaya çıktıklarında toplumsal normları ve ahlak kurallarını tıpkı fizik yasaları gibi hazır halde bulmadı. Zamanla kendisi geliştirdi.Sorunsuz bir şekilde toplu halde yaşamayı mümkün kılmak için ihtiyaç duydukça kurallar icat etti. Ama bu kurallar mükemmel ya da ilahi yasalar değil. Bazen gereksiz yere çok katı olabilen , değişken, genel geçer, yoruma açık kurallardır. Varoluşçuluk sürecinde önemli olan kişinin ne hissettiği ve ne düşündüğüdür. Toplumla her konuda uzlaşmak zorunda değiliz.Toplumsal baskı dediğimiz şey biraz da kişinin diğer insanların kendisiyle ilgili ne düşündüğüne çok önem vermesinden dolayı yaşanan birşey.. Kişi kendi doğruları ile toplumsal doğrular arasında kaldığında kendi doğrularını seçmeli diye düşünüyorum. Tabi kendi doğrularımıza güvenebilmek ve gerektiğinde savunabilmek için de kendimizi hem duygusal hem entelektüel olarak geliştirmeliyiz. Toplumla çelişkiye düştüğümüz konulara toplumun gözüyle bakmayı bıraktığımızda aslında bir çelişki olmadığını ya da varoluşumuzu geçerçekleştirmek için bir engel olmadığını görebiliriz.
Varoluşçuluk felsefesinin eğitimde uygulanması bir ütopya mıdır?
Videonun son sorusuna cevap verilirken genetiğin toplum üzerindeki etkilerini inceleyen bir bilim insanından bahsedildi aramama rağmen bulamadım kendisini, isminin doğru yazılışını veya kendisini bulabileceğim bir içerik bilen birisi varsa söyleyebilir mi ?
Bir adım katetmek ne kadar da zor...
Kierkegaard okumaya hangi kitabından başlamalıyım?
Çok teşekkürler
Düşünen insan
Varolandir
Varolusturandir.
Diyebiliriz.
Yok öyle sisteme uyarlanan varoluşçuluk, cesaretin yoksa sisteme köle olmaya devam edeceksin. Cesaretli insanların eylemidir varoluşçuluk.
.