1. Bölüm: Bir İcadın Gölgesinde 1900 yılının puslu bir kış sabahıydı. İstanbul, her zamanki gibi bir peri masalını andırıyordu. Sokaklardan geçen at arabalarının nal sesleri, Haliç üzerinden esen rüzgârla birleşerek bir melodi oluşturuyordu. Ben, Behlül, her zamanki gibi kendi halinde, sade bir hayat sürmeye çalışıyordum. Ancak bu sabah, hayatımın sıradanlığını sonsuza dek değiştirecek bir mektup aldım. Mektup, Bihter Hanım’dan geliyordu. Kendisi, zekâsıyla nam salmış, şehrin her köşesinde adı saygıyla anılan bir dahiydi. Bilim, sanat ve edebiyatla ilgilenen bu genç kadın, aynı zamanda çözülmesi imkânsız görünen davaların da çözüm anahtarıydı. Onunla çalışmak, bana hem bir şeref hem de bir meydan okuma olmuştu. Mektupta, “Behlül, acilen gelmelisin. Tarabya’daki malikânemde seni bekliyorum. Çok garip bir durum var,” yazıyordu. Hemen hazırlanıp yola çıktım. Tarabya’daki malikâne, Boğaz’a nazır devasa bir yapıydı. İçeri girdiğimde, Bihter Hanım beni büyük kütüphanede bekliyordu. Elinde bir tasarım çizimi vardı. Yüzündeki ciddi ifade, durumun ciddiyetini hemen anlamamı sağladı. “Behlül,” dedi, “elinde tuttuğum bu çizim, İstanbul’un tüm dengesini değiştirebilir.” Çizim, bir kanatlı araba tasarımına aitti. “Bu bir rüya gibi görünüyor,” dedim şaşkınlıkla. “Rüya değil, Behlül,” dedi Bihter. “Bu, bir felaketin başlangıcı olabilir.” Tasarımın, Halit Bey adında bir mucit tarafından yapıldığı ve kısa süre önce çalındığı anlaşılıyordu. Daha da ilginci, bu kanatlı araba sadece uçmakla kalmıyor, aynı zamanda inanılmaz bir hızda kara yollarında da ilerleyebiliyordu. Ancak bu teknoloji, yanlış ellerde bir silaha dönüşebilirdi. Bihter, çalınan tasarımın izini sürmek için hemen harekete geçmemiz gerektiğini söyledi. İstanbul’un en karanlık köşelerinde bir iz bırakılmış olabileceğini düşünüyordu. Benimle paylaştığı detaylar arasında, tasarımı çalan kişinin bir gece yarısı Galata Kulesi yakınlarında görüldüğü vardı. Gece yarısı, Bihter’le birlikte Galata Kulesi’ne doğru yola çıktık. Karanlık sokaklarda ilerlerken, içimde bir ürperti hissettim. Bir şeylerin ters gittiğini biliyordum. Kuleye vardığımızda, gizemli bir figürün gölgesiyle karşılaştık. Adam, Bihter’in zekâsıyla hazırladığı bir tuzağa düştü. Onu sorguladığımızda, tasarımı ünlü bir iş adamı olan Firdevs Hanım’a teslim ettiğini söyledi. Firdevs Hanım’ın adı, İstanbul’un her köşesinde lüks ve ihtişamla anılıyordu. Ancak bu kadının karanlık işler çevirdiği de söylentiler arasındaydı. “Behlül,” dedi Bihter, “bizi bekleyen daha büyük bir sır var.” Devam Edecek…
2. Bölüm: Firdevs Hanım’ın Labirenti Firdevs Hanım'ın adını duyduğumda istemsizce yutkundum. İstanbul'un görkemli balolarında, her şeyin hakimi gibi duran bu kadın, göz alıcı zarafetiyle hem hayranlık uyandırır hem de korkuturdu. Ancak Bihter Hanım'ın bakışları en ufak bir tereddüt belirtisi taşımıyordu. O, zekâsını ve iradesini bir silah gibi kullanmayı bilen bir kadındı. "Firdevs Hanım'ın evine girmemiz gerekecek," dedi. "Ama bu, sıradan bir ziyaret olmayacak. Kadın, sırrını saklamak için her şeyi yapabilecek biri." Ertesi gün, Firdevs Hanım’ın Beşiktaş’taki devasa konağının yolunu tuttuk. Malikâne, sadece zenginlik göstergesi değil, aynı zamanda bir labirent gibi inşa edilmişti. Dedikodular, konağın altındaki odalarda gizli toplantılar yapıldığını söylüyordu. Konağın ana salonunda bizi Firdevs Hanım karşıladı. Her zamanki gibi zarif ve mükemmeldi; yüzündeki gülümseme, tehlikeyi maskeliyordu. "Ah Bihter," dedi Firdevs Hanım, elini nazikçe uzatarak, "ne büyük bir onur. Bu ziyareti neye borçluyum?" Bihter, Firdevs Hanım'ın oyunlarına karşı hazırlıklıydı. Gülümseyerek, "Bir dost ziyareti," dedi. "Ancak son zamanlarda kaybolan bazı belgelerle ilgili yardımınıza ihtiyaç duyuyoruz." Firdevs Hanım bir an için duraksadı. Gözlerindeki pırıltı söner gibi oldu, ancak hemen toparlandı. "Tabii ki yardımcı olmak isterim," dedi. "Ancak bu tarz konulara pek karışmam. Siz de bilirsiniz, iş dünyası karmaşıktır." Sohbet ilerlerken Bihter, Firdevs Hanım'ın dikkatini başka yöne çekip bana işaret etti. Bu, konağı daha yakından incelemem gerektiği anlamına geliyordu. Sessizce salondan ayrıldım ve koridorlarda dolaşmaya başladım. Konağın derinliklerinde, bir bodrum katına inen dar bir merdiven buldum. Merdivenlerden aşağı indiğimde, gözlerime inanamadım. Bodrum, bir laboratuvara dönüştürülmüştü. Raflarda çeşitli aletler, haritalar ve kanatlı araba tasarımına dair eskizler vardı. Daha da önemlisi, tasarımın prototipi oradaydı. Parlak metal yüzeyi, gaz lambalarının ışığında neredeyse canlı gibi parlıyordu. Ancak o anda arkamda bir hareket hissettim. Döndüğümde, Firdevs Hanım'ın uşağı Katya’yla burun buruna geldim. Katya, elindeki tabancayı bana doğrultmuştu. "Bu kadar ileri gitmemeliydiniz," dedi soğukkanlı bir sesle. Tam o anda, Bihter Hanım ortaya çıktı. Onun ince zekâsı sayesinde Katya’yı etkisiz hale getirdik ve laboratuvardan tüm belgeleri almayı başardık. Ancak işler burada bitmiyordu. Firdevs Hanım’ın iş birliği yaptığı kişinin çok daha tehlikeli biri olduğunu öğrenmiştik: Nihal. O, masumiyet maskesi altında ustaca saklanmış bir dahi ve Firdevs Hanım’ın bu tasarımı çalmasına yardım eden kişiydi. Nihal, tasarımı daha da geliştirmiş ve kanatlı arabayı ölümcül bir makineye dönüştürmüştü. "Bihter," dedim, "bu iş bizi çok daha karanlık yerlere götürecek gibi görünüyor." Bihter, gözlerini laboratuvardaki prototipe dikti ve soğukkanlılıkla, "Behlül, sırlar katman katman açılmaya başladı. Nihal’in planlarını çözemezsek, İstanbul’un kaderi değişebilir," dedi. Artık yolumuz Nihal’e çıkıyordu. Ancak bu yol, İstanbul’un karanlık sırlarıyla doluydu ve biz daha sadece başlangıçtaydık. Devam Edecek…
3. Bölüm: Gökyüzünde Çarpışma Nihal'in izini sürmek için gecenin karanlığında Pera sokaklarına çıktık. Bihter Hanım, her zamanki gibi bir adım öndeydi. Elinde Galata’dan bir eski tüccar tarafından verilen şifreli bir mektup vardı. Mektup, Nihal’in bu gece Karaköy Rıhtımı’nda bir toplantı yapacağını söylüyordu. Ancak bu toplantı bir buluşma değil, bir test uçuşuydu. Nihal, çaldığı tasarımı hayata geçirmişti ve kanatlı arabayı çalıştırmak için hazırdı. Rıhtıma ulaştığımızda, kömür dumanıyla karışık deniz kokusu etrafı sarmıştı. Bir grup adam, devasa bir arabanın etrafında toplanmıştı. Tasarım tam karşımızdaydı. Bu, sıradan bir kanatlı araba değildi. Nihal, tasarımı bir savaş makinesine dönüştürmüş, ön kısmına namlu benzeri bir mekanizma yerleştirmişti. "Görüyorsun, değil mi Behlül?" dedi Bihter, gözlerini arabanın üzerinde gezdirerek. "Eğer bu makineyle gökyüzüne çıkarlarsa, sadece İstanbul değil, tüm dünya tehlikede." Nihal’i gözlerimle aradım ve kısa sürede onu fark ettim. Tasarımının başında duruyor, adamlarına talimat veriyordu. Masumiyetinden eser kalmamış, gözleri tehlikeli bir hırsla doluydu. "Bihter," dedim, "ona ulaşmamız gerekiyor. Bu makinenin kalkmasına izin veremeyiz." Ancak tam o sırada, Nihal makineye binip kontrol paneline geçti. Kanatlı araba, gürültüyle çalışmaya başladı. Araba, ağır bir kalkışla yerden yükselirken biz de peşine takıldık. Bihter, elindeki çantasından küçük bir cihaza benzeyen bir şey çıkardı. "Bu bir elektromıknatıs," dedi. "Makineyi etkisiz hale getirebilir. Ama önce arabaya yeterince yaklaşmamız gerekiyor." Karaköy’den başlayan kovalamaca, Boğaz’ın üzerindeki gökyüzüne taşındı. Nihal’in kanatlı arabası, bir martı gibi süzülüyor, ardından hızla dalış yaparak bizi savunmasız bırakmaya çalışıyordu. Bihter’in zekâsı ve soğukkanlılığı olmasaydı, çoktan pes ederdim. Dar bir manevrayla arabaya yaklaşmayı başardık. Bihter, elektromıknatısı çalıştırarak makinenin motorunu durdurdu. Araba, titreyerek alçalmaya başladı. Ancak Nihal, son bir hamleyle makinenin kendini yok etme mekanizmasını aktif hale getirdi. "Nihal!" diye bağırdı Bihter, "Bu makine sadece seni değil, herkesi yok edecek!" Nihal, gözlerini kısarak, "Bu teknoloji benim. Eğer ben kazanamayacaksam, kimse kazanamaz!" dedi. Son anda, Bihter zekâsını bir kez daha konuşturdu. Arabaya atladı ve mekanizmayı etkisiz hale getirdi. Ancak bu, arabayı tamamen kontrol edemeyeceğimiz anlamına geliyordu. Araç, hızla Haliç’in sularına doğru düşmeye başladı. Sonunda, araç büyük bir gürültüyle suya çakıldı. Biz kendimizi zar zor kıyıya attık. Bihter, yerdeki su damlalarını silerken soğukkanlı bir şekilde, "Teknolojiyi kurtardık, Behlül. Ama bu sadece bir başlangıç," dedi. Nihal, yakalanarak yetkililere teslim edildi. Firdevs Hanım ise malikanesindeki laboratuvarın ortaya çıkarılmasıyla şehrin gözünde düştü. Ancak benim için en büyük ders, Bihter’in dehasının bir kez daha dünyanın karanlık köşelerinde parlamış olmasıydı. "Bihter," dedim, "bu macera bizi nereye götürürse götürsün, yanında olmaktan gurur duyacağım." Bihter, gözlerini uzaklara dikerek, "Behlül, sırlar asla bitmez. Sadece daha derine inerler," dedi. Ve böylece, bir kanatlı arabayla başlayan bu yolculuk, bizi daha büyük sırların peşinden koşmaya hazırladı. Son.
Yüreğinize sağlık
Teşekkürler emeğinize yüreğinize sağlık🇹🇷
Teşekkürler 🙏
1. Bölüm: Bir İcadın Gölgesinde
1900 yılının puslu bir kış sabahıydı. İstanbul, her zamanki gibi bir peri masalını andırıyordu. Sokaklardan geçen at arabalarının nal sesleri, Haliç üzerinden esen rüzgârla birleşerek bir melodi oluşturuyordu. Ben, Behlül, her zamanki gibi kendi halinde, sade bir hayat sürmeye çalışıyordum. Ancak bu sabah, hayatımın sıradanlığını sonsuza dek değiştirecek bir mektup aldım.
Mektup, Bihter Hanım’dan geliyordu. Kendisi, zekâsıyla nam salmış, şehrin her köşesinde adı saygıyla anılan bir dahiydi. Bilim, sanat ve edebiyatla ilgilenen bu genç kadın, aynı zamanda çözülmesi imkânsız görünen davaların da çözüm anahtarıydı. Onunla çalışmak, bana hem bir şeref hem de bir meydan okuma olmuştu.
Mektupta, “Behlül, acilen gelmelisin. Tarabya’daki malikânemde seni bekliyorum. Çok garip bir durum var,” yazıyordu. Hemen hazırlanıp yola çıktım.
Tarabya’daki malikâne, Boğaz’a nazır devasa bir yapıydı. İçeri girdiğimde, Bihter Hanım beni büyük kütüphanede bekliyordu. Elinde bir tasarım çizimi vardı. Yüzündeki ciddi ifade, durumun ciddiyetini hemen anlamamı sağladı.
“Behlül,” dedi, “elinde tuttuğum bu çizim, İstanbul’un tüm dengesini değiştirebilir.”
Çizim, bir kanatlı araba tasarımına aitti. “Bu bir rüya gibi görünüyor,” dedim şaşkınlıkla.
“Rüya değil, Behlül,” dedi Bihter. “Bu, bir felaketin başlangıcı olabilir.”
Tasarımın, Halit Bey adında bir mucit tarafından yapıldığı ve kısa süre önce çalındığı anlaşılıyordu. Daha da ilginci, bu kanatlı araba sadece uçmakla kalmıyor, aynı zamanda inanılmaz bir hızda kara yollarında da ilerleyebiliyordu. Ancak bu teknoloji, yanlış ellerde bir silaha dönüşebilirdi.
Bihter, çalınan tasarımın izini sürmek için hemen harekete geçmemiz gerektiğini söyledi. İstanbul’un en karanlık köşelerinde bir iz bırakılmış olabileceğini düşünüyordu. Benimle paylaştığı detaylar arasında, tasarımı çalan kişinin bir gece yarısı Galata Kulesi yakınlarında görüldüğü vardı.
Gece yarısı, Bihter’le birlikte Galata Kulesi’ne doğru yola çıktık. Karanlık sokaklarda ilerlerken, içimde bir ürperti hissettim. Bir şeylerin ters gittiğini biliyordum.
Kuleye vardığımızda, gizemli bir figürün gölgesiyle karşılaştık. Adam, Bihter’in zekâsıyla hazırladığı bir tuzağa düştü. Onu sorguladığımızda, tasarımı ünlü bir iş adamı olan Firdevs Hanım’a teslim ettiğini söyledi. Firdevs Hanım’ın adı, İstanbul’un her köşesinde lüks ve ihtişamla anılıyordu. Ancak bu kadının karanlık işler çevirdiği de söylentiler arasındaydı.
“Behlül,” dedi Bihter, “bizi bekleyen daha büyük bir sır var.”
Devam Edecek…
2. Bölüm: Firdevs Hanım’ın Labirenti
Firdevs Hanım'ın adını duyduğumda istemsizce yutkundum. İstanbul'un görkemli balolarında, her şeyin hakimi gibi duran bu kadın, göz alıcı zarafetiyle hem hayranlık uyandırır hem de korkuturdu. Ancak Bihter Hanım'ın bakışları en ufak bir tereddüt belirtisi taşımıyordu. O, zekâsını ve iradesini bir silah gibi kullanmayı bilen bir kadındı.
"Firdevs Hanım'ın evine girmemiz gerekecek," dedi. "Ama bu, sıradan bir ziyaret olmayacak. Kadın, sırrını saklamak için her şeyi yapabilecek biri."
Ertesi gün, Firdevs Hanım’ın Beşiktaş’taki devasa konağının yolunu tuttuk. Malikâne, sadece zenginlik göstergesi değil, aynı zamanda bir labirent gibi inşa edilmişti. Dedikodular, konağın altındaki odalarda gizli toplantılar yapıldığını söylüyordu. Konağın ana salonunda bizi Firdevs Hanım karşıladı. Her zamanki gibi zarif ve mükemmeldi; yüzündeki gülümseme, tehlikeyi maskeliyordu.
"Ah Bihter," dedi Firdevs Hanım, elini nazikçe uzatarak, "ne büyük bir onur. Bu ziyareti neye borçluyum?"
Bihter, Firdevs Hanım'ın oyunlarına karşı hazırlıklıydı. Gülümseyerek, "Bir dost ziyareti," dedi. "Ancak son zamanlarda kaybolan bazı belgelerle ilgili yardımınıza ihtiyaç duyuyoruz."
Firdevs Hanım bir an için duraksadı. Gözlerindeki pırıltı söner gibi oldu, ancak hemen toparlandı. "Tabii ki yardımcı olmak isterim," dedi. "Ancak bu tarz konulara pek karışmam. Siz de bilirsiniz, iş dünyası karmaşıktır."
Sohbet ilerlerken Bihter, Firdevs Hanım'ın dikkatini başka yöne çekip bana işaret etti. Bu, konağı daha yakından incelemem gerektiği anlamına geliyordu. Sessizce salondan ayrıldım ve koridorlarda dolaşmaya başladım. Konağın derinliklerinde, bir bodrum katına inen dar bir merdiven buldum.
Merdivenlerden aşağı indiğimde, gözlerime inanamadım. Bodrum, bir laboratuvara dönüştürülmüştü. Raflarda çeşitli aletler, haritalar ve kanatlı araba tasarımına dair eskizler vardı. Daha da önemlisi, tasarımın prototipi oradaydı. Parlak metal yüzeyi, gaz lambalarının ışığında neredeyse canlı gibi parlıyordu.
Ancak o anda arkamda bir hareket hissettim. Döndüğümde, Firdevs Hanım'ın uşağı Katya’yla burun buruna geldim. Katya, elindeki tabancayı bana doğrultmuştu.
"Bu kadar ileri gitmemeliydiniz," dedi soğukkanlı bir sesle.
Tam o anda, Bihter Hanım ortaya çıktı. Onun ince zekâsı sayesinde Katya’yı etkisiz hale getirdik ve laboratuvardan tüm belgeleri almayı başardık. Ancak işler burada bitmiyordu.
Firdevs Hanım’ın iş birliği yaptığı kişinin çok daha tehlikeli biri olduğunu öğrenmiştik: Nihal. O, masumiyet maskesi altında ustaca saklanmış bir dahi ve Firdevs Hanım’ın bu tasarımı çalmasına yardım eden kişiydi. Nihal, tasarımı daha da geliştirmiş ve kanatlı arabayı ölümcül bir makineye dönüştürmüştü.
"Bihter," dedim, "bu iş bizi çok daha karanlık yerlere götürecek gibi görünüyor."
Bihter, gözlerini laboratuvardaki prototipe dikti ve soğukkanlılıkla, "Behlül, sırlar katman katman açılmaya başladı. Nihal’in planlarını çözemezsek, İstanbul’un kaderi değişebilir," dedi.
Artık yolumuz Nihal’e çıkıyordu. Ancak bu yol, İstanbul’un karanlık sırlarıyla doluydu ve biz daha sadece başlangıçtaydık.
Devam Edecek…
3. Bölüm: Gökyüzünde Çarpışma
Nihal'in izini sürmek için gecenin karanlığında Pera sokaklarına çıktık. Bihter Hanım, her zamanki gibi bir adım öndeydi. Elinde Galata’dan bir eski tüccar tarafından verilen şifreli bir mektup vardı. Mektup, Nihal’in bu gece Karaköy Rıhtımı’nda bir toplantı yapacağını söylüyordu. Ancak bu toplantı bir buluşma değil, bir test uçuşuydu. Nihal, çaldığı tasarımı hayata geçirmişti ve kanatlı arabayı çalıştırmak için hazırdı.
Rıhtıma ulaştığımızda, kömür dumanıyla karışık deniz kokusu etrafı sarmıştı. Bir grup adam, devasa bir arabanın etrafında toplanmıştı. Tasarım tam karşımızdaydı. Bu, sıradan bir kanatlı araba değildi. Nihal, tasarımı bir savaş makinesine dönüştürmüş, ön kısmına namlu benzeri bir mekanizma yerleştirmişti.
"Görüyorsun, değil mi Behlül?" dedi Bihter, gözlerini arabanın üzerinde gezdirerek. "Eğer bu makineyle gökyüzüne çıkarlarsa, sadece İstanbul değil, tüm dünya tehlikede."
Nihal’i gözlerimle aradım ve kısa sürede onu fark ettim. Tasarımının başında duruyor, adamlarına talimat veriyordu. Masumiyetinden eser kalmamış, gözleri tehlikeli bir hırsla doluydu.
"Bihter," dedim, "ona ulaşmamız gerekiyor. Bu makinenin kalkmasına izin veremeyiz."
Ancak tam o sırada, Nihal makineye binip kontrol paneline geçti. Kanatlı araba, gürültüyle çalışmaya başladı. Araba, ağır bir kalkışla yerden yükselirken biz de peşine takıldık.
Bihter, elindeki çantasından küçük bir cihaza benzeyen bir şey çıkardı. "Bu bir elektromıknatıs," dedi. "Makineyi etkisiz hale getirebilir. Ama önce arabaya yeterince yaklaşmamız gerekiyor."
Karaköy’den başlayan kovalamaca, Boğaz’ın üzerindeki gökyüzüne taşındı. Nihal’in kanatlı arabası, bir martı gibi süzülüyor, ardından hızla dalış yaparak bizi savunmasız bırakmaya çalışıyordu. Bihter’in zekâsı ve soğukkanlılığı olmasaydı, çoktan pes ederdim.
Dar bir manevrayla arabaya yaklaşmayı başardık. Bihter, elektromıknatısı çalıştırarak makinenin motorunu durdurdu. Araba, titreyerek alçalmaya başladı. Ancak Nihal, son bir hamleyle makinenin kendini yok etme mekanizmasını aktif hale getirdi.
"Nihal!" diye bağırdı Bihter, "Bu makine sadece seni değil, herkesi yok edecek!"
Nihal, gözlerini kısarak, "Bu teknoloji benim. Eğer ben kazanamayacaksam, kimse kazanamaz!" dedi.
Son anda, Bihter zekâsını bir kez daha konuşturdu. Arabaya atladı ve mekanizmayı etkisiz hale getirdi. Ancak bu, arabayı tamamen kontrol edemeyeceğimiz anlamına geliyordu. Araç, hızla Haliç’in sularına doğru düşmeye başladı.
Sonunda, araç büyük bir gürültüyle suya çakıldı. Biz kendimizi zar zor kıyıya attık. Bihter, yerdeki su damlalarını silerken soğukkanlı bir şekilde, "Teknolojiyi kurtardık, Behlül. Ama bu sadece bir başlangıç," dedi.
Nihal, yakalanarak yetkililere teslim edildi. Firdevs Hanım ise malikanesindeki laboratuvarın ortaya çıkarılmasıyla şehrin gözünde düştü. Ancak benim için en büyük ders, Bihter’in dehasının bir kez daha dünyanın karanlık köşelerinde parlamış olmasıydı.
"Bihter," dedim, "bu macera bizi nereye götürürse götürsün, yanında olmaktan gurur duyacağım."
Bihter, gözlerini uzaklara dikerek, "Behlül, sırlar asla bitmez. Sadece daha derine inerler," dedi.
Ve böylece, bir kanatlı arabayla başlayan bu yolculuk, bizi daha büyük sırların peşinden koşmaya hazırladı.
Son.
❤