Bölüm 1: Bir Gölgeler Oyunu Güz yağmurlarının ağır ağır dövdüğü İstanbul’un sisli sokaklarında, Bihter Hanım’ın yanında yürürken, içimde tarif edemediğim bir huzursuzluk vardı. Her zaman olduğu gibi, onun olağanüstü zekâsı ve keskin gözlem yeteneği karşısında hayranlık duysam da, bu kez farklı bir şey vardı. Amanvermez Avni’nin ölümü, tüm şehirde dalga dalga yayılan bir haber olmuştu, ama bizler için bu bir son değil, bir başlangıçtı. Bihter Hanım, Beyoğlu’ndaki küçük ve mütevazı evinin penceresinden dışarı bakarken, ellerini arkasında birleştirmişti. Onun yüzünde, yalnızca büyük bir bilmeceyle karşılaştığında beliren o keskin ifade vardı. Ben ise masasının kenarındaki koltuğa oturmuş, not defterime birkaç satır karalamaya çalışıyordum. Ancak atmosfer o kadar yoğun ve gerilimliydi ki, kalemim sanki kâğıdı reddediyordu. “Behlül,” dedi sonunda, derin bir sessizlikten sonra. “Şehirdeki herkes Amanvermez Avni’nin ölümünü bir trajedi olarak görüyor. Ama benim için bu, bir satranç oyununda yapılmış yanlış bir hamlenin sonucundan başka bir şey değil.” “Yanlış bir hamle mi?” diye sordum, başımı kaldırarak. “Ne demek istiyorsunuz?” Bihter, yüzünde ince bir tebessümle döndü. “Avni’nin ölümü doğal bir ölüm değildi. Onu kim öldürdü, neden öldürdü, ve asıl önemlisi... bunu kimlerin öğrenmesini istemiyorlar? İşte bu, cevabını bulmamız gereken soru.” --- Avni’nin Ölümüne Giden İzler Ertesi sabah, yağmur durmuş, ama İstanbul’un sokaklarına yayılan pus daha da yoğunlaşmıştı. Bihter, elinde küçük bir çanta ve üzerinde her zamanki sade ama zarif kıyafetiyle, “Behlül, hazırlan,” dedi. “Bugün Balat’a gidiyoruz.” Balat, İstanbul’un tarih kokan dar sokakları ve mistik havasıyla her zaman merak uyandırıcı bir yer olmuştu. Ancak bu kez bizi bekleyen şey, sıradan bir manzara değil, Avni’nin son günlerini geçirdiği eski bir konağın kalıntılarıydı. Konağa vardığımızda, içerisi neredeyse tamamen harap olmuştu. Duvarlarda yer yer kurumuş kan lekeleri vardı ve zeminde derin çizikler dikkat çekiyordu. Bihter, odada bir süre sessizce dolaştı. Sonra, yerdeki kırık bir aynanın parçasını alıp inceledi. “Behlül,” dedi sakin ama kararlı bir sesle, “burada bir mücadele olmuş. Ama bu mücadele, Avni’nin gücüyle boy ölçüşebilecek birinin işi olmalı. Ve bu kişi, Avni’nin sırlarını biliyordu.” “Ne demek istiyorsunuz?” diye sordum. Bihter, aynayı yere bırakarak ayağa kalktı. “Avni’nin ölümünün ardında bir sır var, Behlül. Ve bu sır, İstanbul’un karanlık sokaklarından çok daha derinlere uzanıyor. Avni, bildiği bir şey yüzünden öldürüldü. Ve bunu öğrenmek, hem bizi hem de İstanbul’u kurtarabilir.” --- Şifreli Bir Mesaj Konağı inceledikten sonra, Bihter eline eski bir mektup aldı. Bu, Avni’nin yazdığı son mesajlardan biriydi. Mektubun her satırı, titizlikle şifrelenmişti. Bihter, mektubu dikkatle inceledikten sonra, “Bu, çözülmesi gereken bir bulmaca,” dedi. “Avni, ölmeden önce bir şey biliyordu ve bunu gizlice bırakmış.” Evde bulduğumuz bir lambanın ışığında, mektubun satırlarını dikkatle çözmeye çalıştık. Şifreli mesajda geçen kelimeler arasında özellikle şu ifade dikkatimi çekmişti: “Gölgeyle savaşanlar, kendi gölgeleriyle karşılaşırlar.” “Bu ne anlama geliyor?” diye sordum. Bihter, mektubu tekrar inceledikten sonra, “Bu, bir uyarı,” dedi. “Ama aynı zamanda bir iz. Avni’nin düşmanları, onun bildiklerini öğrenmek istiyordu. Ama Avni, bu bilgiyi son anda bizlere ulaştırmış olabilir.” --- İhanet ve Gerçek Mektubun şifresini çözmemiz, bizi İstanbul’un eski yeraltı mezarlarına götürdü. Burası, tarih boyunca birçok sırrın saklandığı bir yerdi. Girdiğimizde, içerideki sessizlik, insanın içini ürpertiyordu. Ancak Bihter’in kararlılığı, beni de cesaretlendirdi. Bir süre sonra, karşımıza devasa bir kapı çıktı. Kapının üstünde eski bir Osmanlı yazısıyla şunlar yazıyordu: “Gerçek, yalnızca cesurlara açılır.” Bihter, kapının üzerindeki yazıyı dikkatle inceledikten sonra, elindeki küçük bir anahtarı çıkardı. “Bu, Avni’nin bize bıraktığı bir anahtar,” dedi. “Ama bu kapı, yalnızca doğru soruyu sorarsak açılacak.” Kapıya yaklaştığımızda, mekanizmanın bir bilmeceye dayandığını fark ettik. Ancak Bihter, zekâsıyla bu bilmecenin cevabını buldu ve kapı yavaşça açıldı. İçeride, Avni’nin sakladığı gerçekleri bulduk. Ancak bu gerçekler, yalnızca bir başlangıçtı. --- Devamı bir sonraki gönderide...
Bölüm 2: Yeraltındaki Labirent Kapı açıldığında karşımıza çıkan manzara, insanın tüylerini diken diken edecek kadar etkileyiciydi. Uzun bir koridor, loş ışıklarla aydınlanıyordu. Duvarlarda eski yazıtlar ve semboller vardı; bunlar Osmanlı döneminden kalma görünse de, daha derin bir anlam barındırıyor gibiydi. Sanki tarihin kendisi burada mühürlenmişti. Bihter, elindeki meşaleyle dikkatlice ilerlerken, her ayrıntıyı incelemeyi ihmal etmiyordu. Ben ise onu takip ederken, hem hayranlık duyuyor hem de gittikçe artan bir korku hissediyordum. Labirentin havası ağırdı, sanki burada nefes almak bile farklı bir çaba gerektiriyordu. “Behlül,” dedi Bihter, bir an durarak. “Bu koridor, bizi sadece fiziksel bir yere değil, aynı zamanda bir bilgiye götürüyor. Ama burada bizi bekleyen gerçekler, yüzleşmeye hazır olmayan birini yok edebilir.” “Gerçeklerden bu kadar emin misiniz?” diye sordum. “Belki de sadece bir tuzakla karşı karşıyayız.” Bihter, yüzünde hafif bir gülümsemeyle cevap verdi. “Tuzaklar, yalnızca onları fark etmeyenler için tehlikelidir. Ama biz... dikkatliyiz.” --- Avni’nin Bıraktığı İpuçları Labirentin sonunda, büyük bir oda vardı. Ortada taş bir masa, üzerinde de karmaşık sembollerle işlenmiş bir harita duruyordu. Harita, İstanbul’un farklı bölgelerini gösteriyordu; ancak sıradan bir haritadan çok daha fazlasıydı. Bazı bölgeler, eski Türkçe yazılarla işaretlenmişti. Bihter, haritayı dikkatle incelerken, “Avni’nin ölmeden önce saklamak istediği sır burada gizli,” dedi. “Ama bu sır, sadece bir başlangıç. Daha fazlasını öğrenmek için bu işaretli yerleri tek tek incelemeliyiz.” Haritada en dikkat çekici işaret, Beykoz’daki eski bir sarnıçtı. Sarnıç, yıllardır kullanılmıyordu ve kimsenin ilgisini çekmeyen bir yerdi. Ancak Bihter, sarnıcın İstanbul’un karanlık tarihindeki önemli bir noktayı temsil ettiğini anlamıştı. “Behlül,” dedi. “Bize yöneltilen bilmece, bu sarnıçta çözülmeye başlayacak.” --- Sarnıçta Saklı Gerçekler Ertesi gün, Beykoz’daki sarnıca ulaştık. Burası dışarıdan bakıldığında harap bir yapı gibi görünüyordu; ama Bihter’in kararlı bakışları, buranın sıradan bir yer olmadığını gösteriyordu. Sarnıcın girişindeki taş kapı, o kadar ağırdı ki, açmak için birlikte tüm gücümüzü harcamamız gerekti. İçeri girdiğimizde, her adımımız yankılanıyor, sarnıcın devasa kubbesi uğultularla doluyordu. Tam ortada, eski bir kaide üzerinde bir sandık duruyordu. Sandığın üzerindeki semboller, Avni’nin bıraktığı mektupta geçenlerle eşleşiyordu. “Bu sandık,” dedi Bihter, “Avni’nin korumaya çalıştığı gerçeği içeriyor. Ama dikkatli olmalıyız, çünkü bu sandığın açılmasıyla birlikte, birçok şey değişebilir.” Bihter, elindeki anahtarı dikkatlice sandığın kilidine yerleştirdi. Anahtar dönerken, sarnıcın içindeki hava bile değişmiş gibiydi. Sandık açıldığında, içinden eski bir yazma çıktı. Yazma, İstanbul’un tarihine dair bilinmeyen birçok gerçeği barındırıyordu; ama aynı zamanda, bazı güçlerin hâlâ bu gerçeklerin peşinde olduğunu gösteriyordu. --- Gölgedeki Düşman Tam yazmayı incelemeye başlamıştık ki, sarnıcın içindeki sessizlik bir anda bozuldu. Gölgeler arasında beliren bir figür, tüylerimizi diken diken etti. Bu kişi, Avni’nin düşmanlarından biriydi. Ancak bu düşman, sıradan bir katil değil, Avni’nin korumaya çalıştığı sırrı ele geçirmek için her şeyi yapabilecek kadar tehlikeli biriydi. Bihter, hiç tereddüt etmeden, “Behlül, yazmayı koru,” dedi. “Bu kişiyle yüzleşmek bana düşer.” “Bihter, tek başınıza mı?!” diye itiraz etmeye çalışsam da, yüzündeki kararlılık beni susturdu. Onun zekâsı ve cesareti, bu karanlık figürle başa çıkabileceğine dair bir güven veriyordu. --- Devamı bir sonraki gönderide...
Bölüm 3: Çatışma ve İhanet Bihter, karanlık figürün karşısına dikilirken sarnıcın içindeki sessizlik, gerilimle yüklü bir havaya büründü. Elindeki meşaleyi yukarı kaldırarak gölgeleri dağıttı ve figürün yüzü görünür hale geldi. Bu kişi, Avni’nin eski yardımcısı Adnan’dı! Ancak artık Avni’nin sırlarını koruyan sadık bir dost değil, bu sırları ele geçirmeye çalışan bir ihanetkâr olduğu ortadaydı. “Adnan,” dedi Bihter, sesi sakin ama kararlıydı. “Avni’nin koruduğu bu sırlara ulaşmak için ne kadar ileri gideceksin? Onun ölümüne bile göz yumdun.” Adnan’ın yüzünde bir alay ifadesi belirdi. “Avni’nin koruduğu sırlar, bir insanın hayatından çok daha değerli. Bu sırlar, İstanbul’un yeraltındaki güçlerin anahtarı. Ve bu güç, doğru ellerde olmalı. Sadece benim ellerimde.” Bihter, hafifçe gülümsedi. “Görünüşe göre, doğru ellerin ne olduğunu anlamakta biraz zorlanıyorsun. Ama endişelenme; bunu sana göstermeye hazırım.” --- Sarnıçta Çatışma Adnan, belindeki kılıcı çıkararak Bihter’e doğru bir adım attı. Ancak Bihter, soğukkanlılığını kaybetmeden elindeki meşaleyi yere atarak sarnıcın karanlığını bir kez daha aydınlattı. Bu sırada, benim de üzerime büyük bir sorumluluk düşüyordu: Yazmayı korumak ve Bihter’in söylediği gibi, sırları güvenli bir şekilde saklamak. Adnan, Bihter’e doğru saldırıya geçtiğinde, Bihter ustalıkla geri çekilerek Adnan’ın kılıç darbelerinden kaçındı. Bihter’in elindeki ince bir hançer, Adnan’ın saldırılarına karşı mükemmel bir savunma aracıydı. Ancak bu sadece bir fiziksel çatışma değildi; zihinler de bir savaş veriyordu. Ben, sarnıcın karanlık bir köşesinde saklanmış, yazmayı koruyordum. Ancak zihnim sürekli olarak Bihter’in güvenliğiyle meşguldü. Ona yardım etmeli miydim? Yoksa yazmayı koruma görevime mi sadık kalmalıydım? Bu ikilem beni neredeyse felç ediyordu. --- İhanetin Kökeni Adnan, bir an duraklayarak nefesini topladı. “Bihter,” dedi. “Bu kadar inatçı olmana gerek yok. Bu sırları birlikte kullanabiliriz. Hem senin hem de benim hayal ettiğimiz dünyayı yaratabiliriz.” Bihter, başını iki yana salladı. “Hayal ettiğim dünya, entrikalarla değil, doğrulukla inşa edilir. Sen ise güç uğruna her şeyi feda etmeye hazırsın. Bu yüzden, seninle bir ortaklık mümkün değil.” Adnan, bir anlığına tereddüt etti. Gözlerindeki kararlılık yerini bir an için hüzne bırakır gibi oldu. Ama bu tereddüt, onun tehlikeli bir rakip olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. --- Planın Son Aşaması Tam o anda, sarnıcın derinliklerinden bir uğultu yükseldi. Sarnıcın içindeki semboller birer birer parlamaya başlamıştı. Bu, yazmanın gücünün harekete geçtiğini gösteriyordu. Adnan, bu durumu fark ederek hızla bana doğru yöneldi. “Behlül!” diye bağırdı Bihter. “Yazmayı koru, sakın bırakma!” Adnan’ın üzerime doğru geldiğini görünce içimdeki tüm korkuyu bastırmaya çalıştım. Yazmayı sıkıca kavrayarak geriye doğru çekildim. Ancak tam Adnan bana ulaşacakken, Bihter araya girdi ve onu yere serdi. “Behlül, artık buradan çıkmalıyız!” diye emretti. Ben, yazmayı sıkıca tutarak Bihter’in ardından sarnıcın çıkışına doğru koştum. --- Kaçış ve Yeni Sorular Sarnıçtan dışarı çıktığımızda, güneş yeni doğuyordu. Bihter, omuzlarından hafifçe tozları silerken, gözleri hâlâ bir sonraki adımı planlıyor gibiydi. “Bu sırlar,” dedi Bihter, “sadece bir başlangıç. Avni’nin ölümü, daha büyük bir komplonun parçası. Adnan’ın arkasında kimlerin olduğunu bulmamız gerekiyor. Ama önce, yazmayı güvenli bir yere saklamalıyız.” Ben, hâlâ olan biteni anlamaya çalışırken, Bihter’in ne kadar ileri görüşlü ve kararlı bir lider olduğunu bir kez daha fark ettim. Onun yanında olmak, hem bir ayrıcalık hem de büyük bir sorumluluktu. Ve bu sorumluluk, şimdi çok daha büyük bir hale gelmişti. --- Devamı bir sonraki bölümde...
Bölüm 4: Son Düğüm ve Yeni Başlangıç Yazmayı güvenli bir yere sakladıktan sonra, Bihter’in planlarını dinlemek için gözlerden uzak bir kafede buluştuk. Yorgun ama kararlıydık. Adnan’ın yakalanması ve yazmanın korunması bir zafer gibi görünse de Bihter’in zihninde hala çözülmesi gereken birçok soru vardı. “Adnan yalnız çalışmıyordu,” dedi Bihter, sessizliği bozarak. “Onu kimlerin desteklediğini bulmamız şart. Yazmanın gücü, sıradan bir insanın kontrol edebileceği bir şey değil. Adnan’ı yönlendiren daha büyük bir güç olmalı.” “Peki, ya Avni’nin ölümü?” diye sordum. Sesim hala tereddüt doluydu. “Bu olayın sadece bir başlangıç olduğunu düşünüyorsun, değil mi?” Bihter, kahvesinden bir yudum alıp düşünceli bir ifadeyle başını salladı. “Avni’nin ölümü, sıradan bir cinayet değil. Onun bilgeliği ve sadakati, yazmayı korumakta yeterliydi. Ama onu susturmak isteyenler, bu sırrı ele geçirmek için daha büyük planlar yapıyor.” --- Gizemli Mektup Tam bu sırada, garson masamıza bir zarf bıraktı. Zarf, hiçbir adres ya da gönderici bilgisi taşımıyordu. Bihter, sakin bir şekilde zarfı açtı ve içindeki notu okudu. Gözleri hafifçe kısıldı. Notu bana uzattı: “Yazmanın sırrı burada bitmiyor. Adnan, sadece bir piyondu. Asıl düşmanınızı bulmak için İstanbul’un derinliklerine inmelisiniz. Başlayacağınız yer: Yerebatan Sarnıcı.” “Yine sarnıç mı?” dedim. Sesimde açık bir şaşkınlık vardı. “Oradan henüz çıktık. Başka neler saklanıyor olabilir ki?” “Bilmiyorum,” dedi Bihter. “Ama bu, bir tuzak olma ihtimali kadar, gerçeğe bir adım daha yaklaşma fırsatı da olabilir. Eğer daha fazlasını öğrenmek istiyorsak, bu riski göze almalıyız.” --- Derinliklere Dönüş Bir kez daha karanlık sarnıcın yolunu tuttuk. Ancak bu kez elimizde daha fazla bilgi ve daha güçlü bir irade vardı. Adnan’ın gizli geçitlerden birini kullanarak kaçmaya çalıştığı o dar tünel, yeni bir maceranın kapılarını açıyordu. Sarnıca vardığımızda, daha önce görmediğimiz bir geçit bulduk. Geçit, karmaşık sembollerle süslenmiş taş bir kapıya açılıyordu. Kapıyı açmak için bir çözüm bulmalıydık. Bihter, yazmayı kullanarak semboller arasında bir uyum aramaya başladı. “Bu bir şifre,” dedi Bihter. “Avni’nin sakladığı sırların bir başka anahtarı. Ancak yazmayı doğru şekilde kullanmazsak, bu kapı açılmayacak.” Ben, elimden geldiğince ona yardımcı olmaya çalıştım. Ancak semboller o kadar karmaşıktı ki, her biri bir bilmece gibi görünüyordu. Sonunda, Bihter’in zekası ve yazmanın gücü birleşerek kapıyı açmayı başardı. --- Kapının Arkasındaki Gerçek Kapının arkasında devasa bir odaya ulaştık. Bu oda, antik bir tapınağı andırıyordu. Duvarlardaki semboller, daha önce gördüğümüz hiçbir şeye benzemiyordu. Ancak bu tapınak, yalnızca bir ibadet yeri değil, aynı zamanda yazmanın gerçek gücünün kaynağıydı. Bihter, duvarlardaki sembolleri incelemeye başladı. Gözleri bir noktada durakladı. “İşte burada,” dedi. “Avni’nin ölümünün ve Adnan’ın ihanetinin ardındaki gerçek: Bu tapınak, yalnızca yazmayı korumuyor. Aynı zamanda onu kontrol edebilecek olanın kim olduğunu da belirliyor.” “Kim olduğunu nasıl anlayabiliriz?” diye sordum. Bihter, yazmayı eline aldı ve tapınağın merkezindeki bir taşa yerleştirdi. Taş, yazmayla temas ettiğinde parlamaya başladı ve odanın duvarlarında bir dizi görüntü belirdi. --- Nihai Çözüm Görüntüler, Adnan’ın arkasındaki güçleri ve Avni’nin ölümünden önceki olayları gösteriyordu. Adnan, İstanbul’un yeraltındaki bir örgütle iş birliği yapmıştı. Ancak bu örgüt, yalnızca yazmayı ele geçirmekle ilgilenmiyor, aynı zamanda Bihter’in zekasını ve cesaretini de tehdit ediyordu. “Bihter,” dedim, sesimde endişe vardı. “Bu örgütle nasıl başa çıkacağız? Bu, bizim kapasitemizi aşan bir şey gibi görünüyor.” Bihter, bana dönerek hafifçe gülümsedi. “Behlül, bu yalnızca bir başlangıç. Eğer Avni’nin koruduğu sırları ve yazmanın gerçek gücünü ortaya çıkarabilirsek, bu örgütle başa çıkabiliriz. Ama bunun için önce bizim de daha güçlü olmamız gerekiyor.” --- Yeni Bir Başlangıç Sarnıçtan çıktığımızda, artık çok daha fazla şey biliyorduk. Ancak bu bilgi, aynı zamanda yeni bir yolculuğun başlangıcıydı. Bihter’in liderliği ve zekası, bizi bu yolda bir adım öne taşıyordu. Ancak önümdeki yolculuk, yalnızca bir sırların çözülmesi hikayesi değil, aynı zamanda bir bağlılık ve cesaret testi olacaktı. Bihter’in yanında olmak, hem bir ayrıcalık hem de büyük bir sorumluluktu. Ve bu sorumluluk, bizi daha büyük maceralara sürükleyecekti. SON.
Çok güzel bir okuma. Paylaşımlarınız için teşekkürler.
Ya bu kanali yeni kesfettim, kitaplariniz çok guzel okumanız da oyle. Tesekkurler 👏👏👏
Diğer videolara ve oynatma listelerine de göz atmanızı tavsiye ederim efendim. Keyifli dinlemeler 🙂
Teşekkürler emeğinize yüreğinize sağlık🇹🇷
Paylaşım için teşekkür ederiz 😊👍👍👍
Teşekkürler
Cok harika seri. Emeğiniz saglik😊
👍
İlk defa duydum😮😮❤❤❤❤
Bölüm 1: Bir Gölgeler Oyunu
Güz yağmurlarının ağır ağır dövdüğü İstanbul’un sisli sokaklarında, Bihter Hanım’ın yanında yürürken, içimde tarif edemediğim bir huzursuzluk vardı. Her zaman olduğu gibi, onun olağanüstü zekâsı ve keskin gözlem yeteneği karşısında hayranlık duysam da, bu kez farklı bir şey vardı. Amanvermez Avni’nin ölümü, tüm şehirde dalga dalga yayılan bir haber olmuştu, ama bizler için bu bir son değil, bir başlangıçtı.
Bihter Hanım, Beyoğlu’ndaki küçük ve mütevazı evinin penceresinden dışarı bakarken, ellerini arkasında birleştirmişti. Onun yüzünde, yalnızca büyük bir bilmeceyle karşılaştığında beliren o keskin ifade vardı. Ben ise masasının kenarındaki koltuğa oturmuş, not defterime birkaç satır karalamaya çalışıyordum. Ancak atmosfer o kadar yoğun ve gerilimliydi ki, kalemim sanki kâğıdı reddediyordu.
“Behlül,” dedi sonunda, derin bir sessizlikten sonra. “Şehirdeki herkes Amanvermez Avni’nin ölümünü bir trajedi olarak görüyor. Ama benim için bu, bir satranç oyununda yapılmış yanlış bir hamlenin sonucundan başka bir şey değil.”
“Yanlış bir hamle mi?” diye sordum, başımı kaldırarak. “Ne demek istiyorsunuz?”
Bihter, yüzünde ince bir tebessümle döndü. “Avni’nin ölümü doğal bir ölüm değildi. Onu kim öldürdü, neden öldürdü, ve asıl önemlisi... bunu kimlerin öğrenmesini istemiyorlar? İşte bu, cevabını bulmamız gereken soru.”
---
Avni’nin Ölümüne Giden İzler
Ertesi sabah, yağmur durmuş, ama İstanbul’un sokaklarına yayılan pus daha da yoğunlaşmıştı. Bihter, elinde küçük bir çanta ve üzerinde her zamanki sade ama zarif kıyafetiyle, “Behlül, hazırlan,” dedi. “Bugün Balat’a gidiyoruz.”
Balat, İstanbul’un tarih kokan dar sokakları ve mistik havasıyla her zaman merak uyandırıcı bir yer olmuştu. Ancak bu kez bizi bekleyen şey, sıradan bir manzara değil, Avni’nin son günlerini geçirdiği eski bir konağın kalıntılarıydı. Konağa vardığımızda, içerisi neredeyse tamamen harap olmuştu. Duvarlarda yer yer kurumuş kan lekeleri vardı ve zeminde derin çizikler dikkat çekiyordu.
Bihter, odada bir süre sessizce dolaştı. Sonra, yerdeki kırık bir aynanın parçasını alıp inceledi. “Behlül,” dedi sakin ama kararlı bir sesle, “burada bir mücadele olmuş. Ama bu mücadele, Avni’nin gücüyle boy ölçüşebilecek birinin işi olmalı. Ve bu kişi, Avni’nin sırlarını biliyordu.”
“Ne demek istiyorsunuz?” diye sordum.
Bihter, aynayı yere bırakarak ayağa kalktı. “Avni’nin ölümünün ardında bir sır var, Behlül. Ve bu sır, İstanbul’un karanlık sokaklarından çok daha derinlere uzanıyor. Avni, bildiği bir şey yüzünden öldürüldü. Ve bunu öğrenmek, hem bizi hem de İstanbul’u kurtarabilir.”
---
Şifreli Bir Mesaj
Konağı inceledikten sonra, Bihter eline eski bir mektup aldı. Bu, Avni’nin yazdığı son mesajlardan biriydi. Mektubun her satırı, titizlikle şifrelenmişti. Bihter, mektubu dikkatle inceledikten sonra, “Bu, çözülmesi gereken bir bulmaca,” dedi. “Avni, ölmeden önce bir şey biliyordu ve bunu gizlice bırakmış.”
Evde bulduğumuz bir lambanın ışığında, mektubun satırlarını dikkatle çözmeye çalıştık. Şifreli mesajda geçen kelimeler arasında özellikle şu ifade dikkatimi çekmişti:
“Gölgeyle savaşanlar, kendi gölgeleriyle karşılaşırlar.”
“Bu ne anlama geliyor?” diye sordum. Bihter, mektubu tekrar inceledikten sonra, “Bu, bir uyarı,” dedi. “Ama aynı zamanda bir iz. Avni’nin düşmanları, onun bildiklerini öğrenmek istiyordu. Ama Avni, bu bilgiyi son anda bizlere ulaştırmış olabilir.”
---
İhanet ve Gerçek
Mektubun şifresini çözmemiz, bizi İstanbul’un eski yeraltı mezarlarına götürdü. Burası, tarih boyunca birçok sırrın saklandığı bir yerdi. Girdiğimizde, içerideki sessizlik, insanın içini ürpertiyordu. Ancak Bihter’in kararlılığı, beni de cesaretlendirdi.
Bir süre sonra, karşımıza devasa bir kapı çıktı. Kapının üstünde eski bir Osmanlı yazısıyla şunlar yazıyordu:
“Gerçek, yalnızca cesurlara açılır.”
Bihter, kapının üzerindeki yazıyı dikkatle inceledikten sonra, elindeki küçük bir anahtarı çıkardı. “Bu, Avni’nin bize bıraktığı bir anahtar,” dedi. “Ama bu kapı, yalnızca doğru soruyu sorarsak açılacak.”
Kapıya yaklaştığımızda, mekanizmanın bir bilmeceye dayandığını fark ettik. Ancak Bihter, zekâsıyla bu bilmecenin cevabını buldu ve kapı yavaşça açıldı. İçeride, Avni’nin sakladığı gerçekleri bulduk. Ancak bu gerçekler, yalnızca bir başlangıçtı.
---
Devamı bir sonraki gönderide...
Bölüm 2: Yeraltındaki Labirent
Kapı açıldığında karşımıza çıkan manzara, insanın tüylerini diken diken edecek kadar etkileyiciydi. Uzun bir koridor, loş ışıklarla aydınlanıyordu. Duvarlarda eski yazıtlar ve semboller vardı; bunlar Osmanlı döneminden kalma görünse de, daha derin bir anlam barındırıyor gibiydi. Sanki tarihin kendisi burada mühürlenmişti.
Bihter, elindeki meşaleyle dikkatlice ilerlerken, her ayrıntıyı incelemeyi ihmal etmiyordu. Ben ise onu takip ederken, hem hayranlık duyuyor hem de gittikçe artan bir korku hissediyordum. Labirentin havası ağırdı, sanki burada nefes almak bile farklı bir çaba gerektiriyordu.
“Behlül,” dedi Bihter, bir an durarak. “Bu koridor, bizi sadece fiziksel bir yere değil, aynı zamanda bir bilgiye götürüyor. Ama burada bizi bekleyen gerçekler, yüzleşmeye hazır olmayan birini yok edebilir.”
“Gerçeklerden bu kadar emin misiniz?” diye sordum. “Belki de sadece bir tuzakla karşı karşıyayız.”
Bihter, yüzünde hafif bir gülümsemeyle cevap verdi. “Tuzaklar, yalnızca onları fark etmeyenler için tehlikelidir. Ama biz... dikkatliyiz.”
---
Avni’nin Bıraktığı İpuçları
Labirentin sonunda, büyük bir oda vardı. Ortada taş bir masa, üzerinde de karmaşık sembollerle işlenmiş bir harita duruyordu. Harita, İstanbul’un farklı bölgelerini gösteriyordu; ancak sıradan bir haritadan çok daha fazlasıydı. Bazı bölgeler, eski Türkçe yazılarla işaretlenmişti.
Bihter, haritayı dikkatle incelerken, “Avni’nin ölmeden önce saklamak istediği sır burada gizli,” dedi. “Ama bu sır, sadece bir başlangıç. Daha fazlasını öğrenmek için bu işaretli yerleri tek tek incelemeliyiz.”
Haritada en dikkat çekici işaret, Beykoz’daki eski bir sarnıçtı. Sarnıç, yıllardır kullanılmıyordu ve kimsenin ilgisini çekmeyen bir yerdi. Ancak Bihter, sarnıcın İstanbul’un karanlık tarihindeki önemli bir noktayı temsil ettiğini anlamıştı. “Behlül,” dedi. “Bize yöneltilen bilmece, bu sarnıçta çözülmeye başlayacak.”
---
Sarnıçta Saklı Gerçekler
Ertesi gün, Beykoz’daki sarnıca ulaştık. Burası dışarıdan bakıldığında harap bir yapı gibi görünüyordu; ama Bihter’in kararlı bakışları, buranın sıradan bir yer olmadığını gösteriyordu. Sarnıcın girişindeki taş kapı, o kadar ağırdı ki, açmak için birlikte tüm gücümüzü harcamamız gerekti.
İçeri girdiğimizde, her adımımız yankılanıyor, sarnıcın devasa kubbesi uğultularla doluyordu. Tam ortada, eski bir kaide üzerinde bir sandık duruyordu. Sandığın üzerindeki semboller, Avni’nin bıraktığı mektupta geçenlerle eşleşiyordu.
“Bu sandık,” dedi Bihter, “Avni’nin korumaya çalıştığı gerçeği içeriyor. Ama dikkatli olmalıyız, çünkü bu sandığın açılmasıyla birlikte, birçok şey değişebilir.”
Bihter, elindeki anahtarı dikkatlice sandığın kilidine yerleştirdi. Anahtar dönerken, sarnıcın içindeki hava bile değişmiş gibiydi. Sandık açıldığında, içinden eski bir yazma çıktı. Yazma, İstanbul’un tarihine dair bilinmeyen birçok gerçeği barındırıyordu; ama aynı zamanda, bazı güçlerin hâlâ bu gerçeklerin peşinde olduğunu gösteriyordu.
---
Gölgedeki Düşman
Tam yazmayı incelemeye başlamıştık ki, sarnıcın içindeki sessizlik bir anda bozuldu. Gölgeler arasında beliren bir figür, tüylerimizi diken diken etti. Bu kişi, Avni’nin düşmanlarından biriydi. Ancak bu düşman, sıradan bir katil değil, Avni’nin korumaya çalıştığı sırrı ele geçirmek için her şeyi yapabilecek kadar tehlikeli biriydi.
Bihter, hiç tereddüt etmeden, “Behlül, yazmayı koru,” dedi. “Bu kişiyle yüzleşmek bana düşer.”
“Bihter, tek başınıza mı?!” diye itiraz etmeye çalışsam da, yüzündeki kararlılık beni susturdu. Onun zekâsı ve cesareti, bu karanlık figürle başa çıkabileceğine dair bir güven veriyordu.
---
Devamı bir sonraki gönderide...
Bölüm 3: Çatışma ve İhanet
Bihter, karanlık figürün karşısına dikilirken sarnıcın içindeki sessizlik, gerilimle yüklü bir havaya büründü. Elindeki meşaleyi yukarı kaldırarak gölgeleri dağıttı ve figürün yüzü görünür hale geldi. Bu kişi, Avni’nin eski yardımcısı Adnan’dı! Ancak artık Avni’nin sırlarını koruyan sadık bir dost değil, bu sırları ele geçirmeye çalışan bir ihanetkâr olduğu ortadaydı.
“Adnan,” dedi Bihter, sesi sakin ama kararlıydı. “Avni’nin koruduğu bu sırlara ulaşmak için ne kadar ileri gideceksin? Onun ölümüne bile göz yumdun.”
Adnan’ın yüzünde bir alay ifadesi belirdi. “Avni’nin koruduğu sırlar, bir insanın hayatından çok daha değerli. Bu sırlar, İstanbul’un yeraltındaki güçlerin anahtarı. Ve bu güç, doğru ellerde olmalı. Sadece benim ellerimde.”
Bihter, hafifçe gülümsedi. “Görünüşe göre, doğru ellerin ne olduğunu anlamakta biraz zorlanıyorsun. Ama endişelenme; bunu sana göstermeye hazırım.”
---
Sarnıçta Çatışma
Adnan, belindeki kılıcı çıkararak Bihter’e doğru bir adım attı. Ancak Bihter, soğukkanlılığını kaybetmeden elindeki meşaleyi yere atarak sarnıcın karanlığını bir kez daha aydınlattı. Bu sırada, benim de üzerime büyük bir sorumluluk düşüyordu: Yazmayı korumak ve Bihter’in söylediği gibi, sırları güvenli bir şekilde saklamak.
Adnan, Bihter’e doğru saldırıya geçtiğinde, Bihter ustalıkla geri çekilerek Adnan’ın kılıç darbelerinden kaçındı. Bihter’in elindeki ince bir hançer, Adnan’ın saldırılarına karşı mükemmel bir savunma aracıydı. Ancak bu sadece bir fiziksel çatışma değildi; zihinler de bir savaş veriyordu.
Ben, sarnıcın karanlık bir köşesinde saklanmış, yazmayı koruyordum. Ancak zihnim sürekli olarak Bihter’in güvenliğiyle meşguldü. Ona yardım etmeli miydim? Yoksa yazmayı koruma görevime mi sadık kalmalıydım? Bu ikilem beni neredeyse felç ediyordu.
---
İhanetin Kökeni
Adnan, bir an duraklayarak nefesini topladı. “Bihter,” dedi. “Bu kadar inatçı olmana gerek yok. Bu sırları birlikte kullanabiliriz. Hem senin hem de benim hayal ettiğimiz dünyayı yaratabiliriz.”
Bihter, başını iki yana salladı. “Hayal ettiğim dünya, entrikalarla değil, doğrulukla inşa edilir. Sen ise güç uğruna her şeyi feda etmeye hazırsın. Bu yüzden, seninle bir ortaklık mümkün değil.”
Adnan, bir anlığına tereddüt etti. Gözlerindeki kararlılık yerini bir an için hüzne bırakır gibi oldu. Ama bu tereddüt, onun tehlikeli bir rakip olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.
---
Planın Son Aşaması
Tam o anda, sarnıcın derinliklerinden bir uğultu yükseldi. Sarnıcın içindeki semboller birer birer parlamaya başlamıştı. Bu, yazmanın gücünün harekete geçtiğini gösteriyordu. Adnan, bu durumu fark ederek hızla bana doğru yöneldi.
“Behlül!” diye bağırdı Bihter. “Yazmayı koru, sakın bırakma!”
Adnan’ın üzerime doğru geldiğini görünce içimdeki tüm korkuyu bastırmaya çalıştım. Yazmayı sıkıca kavrayarak geriye doğru çekildim. Ancak tam Adnan bana ulaşacakken, Bihter araya girdi ve onu yere serdi.
“Behlül, artık buradan çıkmalıyız!” diye emretti. Ben, yazmayı sıkıca tutarak Bihter’in ardından sarnıcın çıkışına doğru koştum.
---
Kaçış ve Yeni Sorular
Sarnıçtan dışarı çıktığımızda, güneş yeni doğuyordu. Bihter, omuzlarından hafifçe tozları silerken, gözleri hâlâ bir sonraki adımı planlıyor gibiydi.
“Bu sırlar,” dedi Bihter, “sadece bir başlangıç. Avni’nin ölümü, daha büyük bir komplonun parçası. Adnan’ın arkasında kimlerin olduğunu bulmamız gerekiyor. Ama önce, yazmayı güvenli bir yere saklamalıyız.”
Ben, hâlâ olan biteni anlamaya çalışırken, Bihter’in ne kadar ileri görüşlü ve kararlı bir lider olduğunu bir kez daha fark ettim. Onun yanında olmak, hem bir ayrıcalık hem de büyük bir sorumluluktu. Ve bu sorumluluk, şimdi çok daha büyük bir hale gelmişti.
---
Devamı bir sonraki bölümde...
Bölüm 4: Son Düğüm ve Yeni Başlangıç
Yazmayı güvenli bir yere sakladıktan sonra, Bihter’in planlarını dinlemek için gözlerden uzak bir kafede buluştuk. Yorgun ama kararlıydık. Adnan’ın yakalanması ve yazmanın korunması bir zafer gibi görünse de Bihter’in zihninde hala çözülmesi gereken birçok soru vardı.
“Adnan yalnız çalışmıyordu,” dedi Bihter, sessizliği bozarak. “Onu kimlerin desteklediğini bulmamız şart. Yazmanın gücü, sıradan bir insanın kontrol edebileceği bir şey değil. Adnan’ı yönlendiren daha büyük bir güç olmalı.”
“Peki, ya Avni’nin ölümü?” diye sordum. Sesim hala tereddüt doluydu. “Bu olayın sadece bir başlangıç olduğunu düşünüyorsun, değil mi?”
Bihter, kahvesinden bir yudum alıp düşünceli bir ifadeyle başını salladı. “Avni’nin ölümü, sıradan bir cinayet değil. Onun bilgeliği ve sadakati, yazmayı korumakta yeterliydi. Ama onu susturmak isteyenler, bu sırrı ele geçirmek için daha büyük planlar yapıyor.”
---
Gizemli Mektup
Tam bu sırada, garson masamıza bir zarf bıraktı. Zarf, hiçbir adres ya da gönderici bilgisi taşımıyordu. Bihter, sakin bir şekilde zarfı açtı ve içindeki notu okudu. Gözleri hafifçe kısıldı. Notu bana uzattı:
“Yazmanın sırrı burada bitmiyor. Adnan, sadece bir piyondu. Asıl düşmanınızı bulmak için İstanbul’un derinliklerine inmelisiniz. Başlayacağınız yer: Yerebatan Sarnıcı.”
“Yine sarnıç mı?” dedim. Sesimde açık bir şaşkınlık vardı. “Oradan henüz çıktık. Başka neler saklanıyor olabilir ki?”
“Bilmiyorum,” dedi Bihter. “Ama bu, bir tuzak olma ihtimali kadar, gerçeğe bir adım daha yaklaşma fırsatı da olabilir. Eğer daha fazlasını öğrenmek istiyorsak, bu riski göze almalıyız.”
---
Derinliklere Dönüş
Bir kez daha karanlık sarnıcın yolunu tuttuk. Ancak bu kez elimizde daha fazla bilgi ve daha güçlü bir irade vardı. Adnan’ın gizli geçitlerden birini kullanarak kaçmaya çalıştığı o dar tünel, yeni bir maceranın kapılarını açıyordu.
Sarnıca vardığımızda, daha önce görmediğimiz bir geçit bulduk. Geçit, karmaşık sembollerle süslenmiş taş bir kapıya açılıyordu. Kapıyı açmak için bir çözüm bulmalıydık. Bihter, yazmayı kullanarak semboller arasında bir uyum aramaya başladı.
“Bu bir şifre,” dedi Bihter. “Avni’nin sakladığı sırların bir başka anahtarı. Ancak yazmayı doğru şekilde kullanmazsak, bu kapı açılmayacak.”
Ben, elimden geldiğince ona yardımcı olmaya çalıştım. Ancak semboller o kadar karmaşıktı ki, her biri bir bilmece gibi görünüyordu. Sonunda, Bihter’in zekası ve yazmanın gücü birleşerek kapıyı açmayı başardı.
---
Kapının Arkasındaki Gerçek
Kapının arkasında devasa bir odaya ulaştık. Bu oda, antik bir tapınağı andırıyordu. Duvarlardaki semboller, daha önce gördüğümüz hiçbir şeye benzemiyordu. Ancak bu tapınak, yalnızca bir ibadet yeri değil, aynı zamanda yazmanın gerçek gücünün kaynağıydı.
Bihter, duvarlardaki sembolleri incelemeye başladı. Gözleri bir noktada durakladı. “İşte burada,” dedi. “Avni’nin ölümünün ve Adnan’ın ihanetinin ardındaki gerçek: Bu tapınak, yalnızca yazmayı korumuyor. Aynı zamanda onu kontrol edebilecek olanın kim olduğunu da belirliyor.”
“Kim olduğunu nasıl anlayabiliriz?” diye sordum. Bihter, yazmayı eline aldı ve tapınağın merkezindeki bir taşa yerleştirdi. Taş, yazmayla temas ettiğinde parlamaya başladı ve odanın duvarlarında bir dizi görüntü belirdi.
---
Nihai Çözüm
Görüntüler, Adnan’ın arkasındaki güçleri ve Avni’nin ölümünden önceki olayları gösteriyordu. Adnan, İstanbul’un yeraltındaki bir örgütle iş birliği yapmıştı. Ancak bu örgüt, yalnızca yazmayı ele geçirmekle ilgilenmiyor, aynı zamanda Bihter’in zekasını ve cesaretini de tehdit ediyordu.
“Bihter,” dedim, sesimde endişe vardı. “Bu örgütle nasıl başa çıkacağız? Bu, bizim kapasitemizi aşan bir şey gibi görünüyor.”
Bihter, bana dönerek hafifçe gülümsedi. “Behlül, bu yalnızca bir başlangıç. Eğer Avni’nin koruduğu sırları ve yazmanın gerçek gücünü ortaya çıkarabilirsek, bu örgütle başa çıkabiliriz. Ama bunun için önce bizim de daha güçlü olmamız gerekiyor.”
---
Yeni Bir Başlangıç
Sarnıçtan çıktığımızda, artık çok daha fazla şey biliyorduk. Ancak bu bilgi, aynı zamanda yeni bir yolculuğun başlangıcıydı. Bihter’in liderliği ve zekası, bizi bu yolda bir adım öne taşıyordu. Ancak önümdeki yolculuk, yalnızca bir sırların çözülmesi hikayesi değil, aynı zamanda bir bağlılık ve cesaret testi olacaktı.
Bihter’in yanında olmak, hem bir ayrıcalık hem de büyük bir sorumluluktu. Ve bu sorumluluk, bizi daha büyük maceralara sürükleyecekti.
SON.