Billmem nasıl başlamalı? Ne demeli, Nasıl etmeli, Gulasor? Dün gece yoldaydım, Arka koltukta kırk numarada Dimdik uyuyamadım. Akıp giden arabanın seyrine uyan Düşlerimi anlatmak istiyorum sana... Geleceğin düşü ne kadar güzel, Ve ne kadar ince... Düşlerim, kıpırdayan, daldan dala konan Bir serçenin canlılığını, kıvraklığını Ve hareketlerindeki karmaşıklığı andırıyordu. Ama bu düşler hayal değil! Olacak ve olması gerekenin beynime yansımasıydı. Bazen, en barbar gericiliğin, zülmun ve acının Özgürlük türkülerini dindiremediği Munzurun, Torosların doruklarındaydım. Ateşler yakılı, mavzerler çatılı İçimdeki ateşle, doğanın o dondurucu soğuğu Birbirine karşı savaşıyor. Nöbetteki yoldaş da İnceden inceye bir türkü tutturmuş: “De lori, lori, berxamın lori “ Bir iç geçiriyorum derinden, Nedendir bilmem 302 Mercedesin artan hızına uyuyor düşlerim. Bir baskındayım bazen, Elimde dünya gericiliğine kan kusturan Halkların silahı! Kendimi yivle set arasında dönen, Ve döne döne düşmanın ciğerlerini dağlayan Kızıl kurşunlarda hissediyorum. Toroslardan geçiyoruz. İnce Memedi düşünüyorum. Kel Abdi’yi, Memedin gün batmadan Anafartaları aşan kanatlı atını, Hatçe’ye olan aşkını... Sonra, Sonra, sen geliyorsun aklıma, Seni düşünüyorum Gulasor! Al yanağını, Bal dudağını Zülüf saçını, O minicik yüreğini düşünüyorum. Bildiğin tek Kürtçe cümle geliyor aklıma: “ Ez buka Kurmancanım “ İçin için gülüyorum... Uyumuşum, çok kısa bir süre, Şimdi buradayım... Anandan aldım haberi, yakalamışlar seni. İçim buruk, yüreğim çok daha katı. Üzülmedim diyemem, üzüldüm. Ama, yanıp yıkılmadım... Bilmem, biliyor musun? Düşman zindanda yenilmez diye düşünme hiç, Hatırla İbrahim’i, Mehmet Zeki’yi, Orhan’ı! Daha kurumadı Cihan’ımızın kanı Haykır sancağımızdaki kızıl şiarı! Açıktan olmasa bile, İçten içe: “Gerillalar Ölmez, Yaşasın Halk Savaşı! “ Sana diyeceğim şu ki: Sen olmasan da, olur. Ama, Olmanı istiyorum Gulasor
Seni sevmek, hazalım acılar içinde kıvranan bir güvercinin yüzündeki tebessüm olmaktır seni sevmek, hazalım özgür yaylalarda koşuşan bir ceylanın yüreğine düşen korku olmaktır hazalım seni sevmek gökyüzünde bir mavi gül ve okyanus ortasında bir gümüş gerdanlıktır hazalım seni sevmek Sahra’da yağmur altında sırılsıklam kesilmek ve Sarıdeniz’de kuraklıktan kasılıp kavrulmaktır sevmek hazalım seni Harlem’de mavi gözlerle sarı saçlarla Pretoria’da simsiyah bir vücutla dolaşmaktır Seni sevmek, hazalım Fırat’ı tersinden akıtıp Karadeniz’e dökmektir hazalım seni sevmek Tel - Aviv’de müslüman Berlin’de yahudi olmaktır seni sevmek bil ki Ayn - Zeliha’da balık tutmak ve güzelliğin karşısında bir yengeç gibi hareketsiz kalmaktır Eğirdir kıyılarında. Seni sevmek, hazalım kız çocuklarının ayağında kırmızı papuçlardır ve çizmelerine kar doldurmaktır erkek çocuklarının hazalım seni sevmek Dicle gibi dul kalmaktır Hasankeyf geçidinde türküler yakmaktır Kızılırmak gibi delikanlı güzel atlara binip kanat açmak ve bir bulut gibi yol almaktır Kapadokya semalarında seni sevmek, hazalım bir asker gibi üşümektir Leningrad önlerinde bir tank gibi dalmaktır Prag sokaklarına bil ki seni sevmek bir elinde güllerin dikenlerini bir elinde dikenlitelleri tutmaktır seni sevmek inan ki namlunun ucunda açan gülü koklamaktır Beheşt-i Zehra’da hazalım seni sevmek gece boyunca bombalandıktan sonra bir şehrin minarelerinden yükselen sabah ezanıdır. Seni sevmek, hazalım kurşunu arkadan yemektir Melikahmet Caddesi’nde Cebelitarık üzerinden gemiler sürmektir Endülüs topraklarına ve nar yetiştirmektir Elhamra avlusunda seni sevmek, hazalım önünde seccade arkanda hayının hançeri seni sevmek, hazalım Addis Abiba, Buenos Aires, Kuala Lumpur ve bir de Çemişgezek hazalım seni sevmek kalbimin dili gönlümün seli ömrümün gülü ulemanın piri Şubat’ın biri alınlarda toprağın kiri bir ben olmak benden içeri hazalım, gözrengini Manavgat suyundan almaktır seni sevmek. Seni sevmek, hazalım uğrunda ölümlere gittiğim kutlu dâvâ ateş, toprak, su ve hava elem yecidke yetimen feava hazalım seni sevmek Kıbleteyn Mescidi’nin her iki kıblesi yetim bir çocuğun el öpmesi Molla Mansur’un yitik ülkesi seni sevmek, hazalım Şubat, Haziran, Sonbahar ve bir de Ferverdin. Seni sevmek, hazalım su üstüne yazı yazmaktır hazalım seni sevmek “cogito ergo sum” “ex oriénte lux” “veni vidi vici” ve bir de “komşusu açken tok yatan bizden değildir” seni sevmek, hazalım kar ile doldurmaktır çaydanı canana adamaktır canı İbrahim Sediyani’nin dört zindanı ( Diyarbakır / Tahran / Nairobi / Brüksel ) ve dördünü birden bir arada yaşayabildiğim yeryüzündeki tek şehir olduğu için kendimi yalnızca İstanbul’da özgür hissetmektir. Seni sevmek, hazalım kucağında kitapla doğmak ve elinde kalemle ölmektir hazalım seni sevmek dünyanın neresine gidersen git yine de Üsküdar sahilini özlemektir seni sevmek, hazalım günahımdır rüzgar gibi yüzüme çarpan ve sorumluluğumdur dev dalgalar gibi üzerime üzerime gelen hazalım seni sevmek görmediğini varmış gibi sevmek ve sevdiğine yokmuş gibi davranmaktır. Seni sevmek, hazalım hani büyük kırmızı güllerin kenarları siyah ve sanki yanmış olur ya hani mağara ağızlarında kılıç gibi sarkmış buzların üzerine çamur lekesi yapışır ya hani yağmura yakalanınca bir tane yağmur damlası çocukların burun ucunda asılı kalır ya hani ümitlerini yitirip de bitkince oturunca toprağa düşüncelere dalınca kendini kahredercesine farkında olmadan elindeki çubukla toprağa bir şeyler çizersin ya hani ateşin rengi bazen maviye çalar bazı göller kurdun gözleri gibi yemyeşil olur ya inan ki, sana şiir yazmak kadar zordur hazalım seni sevmek.
Billmem nasıl başlamalı?
Ne demeli,
Nasıl etmeli, Gulasor?
Dün gece yoldaydım,
Arka koltukta kırk numarada
Dimdik uyuyamadım.
Akıp giden arabanın seyrine uyan
Düşlerimi anlatmak istiyorum sana...
Geleceğin düşü ne kadar güzel,
Ve ne kadar ince...
Düşlerim, kıpırdayan, daldan dala konan
Bir serçenin canlılığını, kıvraklığını
Ve hareketlerindeki karmaşıklığı andırıyordu.
Ama bu düşler hayal değil!
Olacak ve olması gerekenin beynime yansımasıydı.
Bazen, en barbar gericiliğin, zülmun ve acının
Özgürlük türkülerini dindiremediği
Munzurun, Torosların doruklarındaydım.
Ateşler yakılı, mavzerler çatılı
İçimdeki ateşle, doğanın o dondurucu soğuğu
Birbirine karşı savaşıyor.
Nöbetteki yoldaş da
İnceden inceye bir türkü tutturmuş:
“De lori, lori, berxamın lori “
Bir iç geçiriyorum derinden,
Nedendir bilmem
302 Mercedesin artan hızına uyuyor düşlerim.
Bir baskındayım bazen,
Elimde dünya gericiliğine kan kusturan
Halkların silahı!
Kendimi yivle set arasında dönen,
Ve döne döne düşmanın ciğerlerini dağlayan
Kızıl kurşunlarda hissediyorum.
Toroslardan geçiyoruz.
İnce Memedi düşünüyorum.
Kel Abdi’yi, Memedin gün batmadan
Anafartaları aşan kanatlı atını,
Hatçe’ye olan aşkını...
Sonra,
Sonra, sen geliyorsun aklıma,
Seni düşünüyorum Gulasor!
Al yanağını,
Bal dudağını
Zülüf saçını,
O minicik yüreğini düşünüyorum.
Bildiğin tek Kürtçe cümle geliyor aklıma:
“ Ez buka Kurmancanım “
İçin için gülüyorum...
Uyumuşum, çok kısa bir süre,
Şimdi buradayım...
Anandan aldım haberi, yakalamışlar seni.
İçim buruk, yüreğim çok daha katı.
Üzülmedim diyemem, üzüldüm.
Ama, yanıp yıkılmadım...
Bilmem, biliyor musun?
Düşman zindanda yenilmez diye düşünme hiç,
Hatırla İbrahim’i,
Mehmet Zeki’yi,
Orhan’ı!
Daha kurumadı Cihan’ımızın kanı
Haykır sancağımızdaki kızıl şiarı!
Açıktan olmasa bile,
İçten içe:
“Gerillalar Ölmez, Yaşasın Halk Savaşı! “
Sana diyeceğim şu ki:
Sen olmasan da, olur.
Ama,
Olmanı istiyorum Gulasor
Hep siirin tamamini ogrenmek istemistim ama kesmisler. Cok tesekurler hewalle
Seni sevmek, hazalım
acılar içinde kıvranan bir güvercinin
yüzündeki tebessüm olmaktır
seni sevmek, hazalım
özgür yaylalarda koşuşan bir ceylanın
yüreğine düşen korku olmaktır
hazalım seni sevmek
gökyüzünde bir mavi gül
ve okyanus ortasında bir gümüş gerdanlıktır
hazalım seni sevmek
Sahra’da yağmur altında sırılsıklam kesilmek
ve Sarıdeniz’de kuraklıktan kasılıp kavrulmaktır
sevmek hazalım seni
Harlem’de mavi gözlerle sarı saçlarla
Pretoria’da simsiyah bir vücutla dolaşmaktır
Seni sevmek, hazalım
Fırat’ı tersinden akıtıp Karadeniz’e dökmektir
hazalım seni sevmek
Tel - Aviv’de müslüman
Berlin’de yahudi olmaktır
seni sevmek bil ki
Ayn - Zeliha’da balık tutmak
ve güzelliğin karşısında
bir yengeç gibi hareketsiz kalmaktır Eğirdir kıyılarında.
Seni sevmek, hazalım
kız çocuklarının ayağında kırmızı papuçlardır
ve çizmelerine kar doldurmaktır erkek çocuklarının
hazalım seni sevmek
Dicle gibi dul kalmaktır Hasankeyf geçidinde
türküler yakmaktır Kızılırmak gibi delikanlı
güzel atlara binip kanat açmak
ve bir bulut gibi yol almaktır Kapadokya semalarında
seni sevmek, hazalım
bir asker gibi üşümektir Leningrad önlerinde
bir tank gibi dalmaktır Prag sokaklarına
bil ki seni sevmek
bir elinde güllerin dikenlerini
bir elinde dikenlitelleri tutmaktır
seni sevmek inan ki
namlunun ucunda açan gülü koklamaktır Beheşt-i Zehra’da
hazalım seni sevmek
gece boyunca bombalandıktan sonra bir şehrin
minarelerinden yükselen sabah ezanıdır.
Seni sevmek, hazalım
kurşunu arkadan yemektir Melikahmet Caddesi’nde
Cebelitarık üzerinden gemiler sürmektir Endülüs topraklarına
ve nar yetiştirmektir Elhamra avlusunda
seni sevmek, hazalım
önünde seccade
arkanda hayının hançeri
seni sevmek, hazalım
Addis Abiba, Buenos Aires, Kuala Lumpur
ve bir de Çemişgezek
hazalım seni sevmek
kalbimin dili
gönlümün seli
ömrümün gülü
ulemanın piri
Şubat’ın biri
alınlarda toprağın kiri
bir ben olmak benden içeri
hazalım, gözrengini Manavgat suyundan almaktır seni sevmek.
Seni sevmek, hazalım
uğrunda ölümlere gittiğim kutlu dâvâ
ateş, toprak, su ve hava
elem yecidke yetimen feava
hazalım seni sevmek
Kıbleteyn Mescidi’nin her iki kıblesi
yetim bir çocuğun el öpmesi
Molla Mansur’un yitik ülkesi
seni sevmek, hazalım
Şubat, Haziran, Sonbahar
ve bir de Ferverdin.
Seni sevmek, hazalım
su üstüne yazı yazmaktır
hazalım seni sevmek
“cogito ergo sum”
“ex oriénte lux”
“veni vidi vici”
ve bir de “komşusu açken tok yatan bizden değildir”
seni sevmek, hazalım
kar ile doldurmaktır çaydanı
canana adamaktır canı
İbrahim Sediyani’nin dört zindanı
( Diyarbakır / Tahran / Nairobi / Brüksel )
ve dördünü birden bir arada yaşayabildiğim
yeryüzündeki tek şehir olduğu için
kendimi yalnızca İstanbul’da özgür hissetmektir.
Seni sevmek, hazalım
kucağında kitapla doğmak
ve elinde kalemle ölmektir
hazalım seni sevmek
dünyanın neresine gidersen git
yine de Üsküdar sahilini özlemektir
seni sevmek, hazalım
günahımdır rüzgar gibi yüzüme çarpan
ve sorumluluğumdur dev dalgalar gibi üzerime üzerime gelen
hazalım seni sevmek
görmediğini varmış gibi sevmek
ve sevdiğine yokmuş gibi davranmaktır.
Seni sevmek, hazalım
hani büyük kırmızı güllerin kenarları siyah
ve sanki yanmış olur ya
hani mağara ağızlarında kılıç gibi sarkmış buzların
üzerine çamur lekesi yapışır ya
hani yağmura yakalanınca
bir tane yağmur damlası
çocukların burun ucunda asılı kalır ya
hani ümitlerini yitirip de bitkince oturunca toprağa
düşüncelere dalınca kendini kahredercesine
farkında olmadan elindeki çubukla toprağa
bir şeyler çizersin ya
hani ateşin rengi bazen maviye çalar
bazı göller kurdun gözleri gibi yemyeşil olur ya
inan ki, sana şiir yazmak kadar zordur hazalım
seni sevmek.
Bıkmadan usanmadan dinliyorum çok iyi geliyor