Aşk, Hicaptır! −Yâ Gavs-ı Â’zâm. Aşkın zâhirine ârif olursan, aşktan fenâ bulmalısın! Zira, aşk HİCAPTIR! Âşık ile mâşuk arasındaki hicap! Zâhirde kullanılan anlamı ile “aşk” kavramının bir “ikilik” görüşü dolayısıyla mevcut olduğunu ve böylece de aşkın sevenle sevilen arasında bir hicap oluşturduğunu çok bariz bir biçimde vurguluyor bu beyan! Daha açık şekliyle; Mekân ya da boyut kavramıyla ÖTEDE veya ÖTENDE bir “O” düşünüyorsun, vehmediyorsun, yani var kabul ediyorsun; bunun neticesi olarak da, O’na ermek, O’nu bulmak, O’nu yaşamak arzusuyla yanıp tutuşuyorsun!.. İşte bu şekilde yanıp tutuşman, O’nu sevmen ve arzulaman, O’na âşık olman demektir. Bu aşkın temelinde de O’ndan ayrı bir “Ben” var zannı yatmaktadır! “…ZANNIN ÇOĞUNDAN (doğruluğundan emin olmadığınız konuda fikir yürütmekten) KAÇININ! MUHAKKAK Kİ BAZI ZANLAR SUÇTUR (şirk veya şirke yola açar)!..” (49.Hucurat: 12) Âyetinin işaret ettiği zan acaba bu olmasın!!? Öyle ise, ÖTENDE bir “O” var ve “sen” de O’na ulaşacaksın zannından doğan aşk, gerçekte seninle “O” arasında en büyük perdelerden biridir! Ne zaman ki, bu aşk seni öylesine O’nunla meşgûl eder; ve nihayet O’nda “yok” eder yani gerçekte var olmadığını anlarsın; işte o zaman perde kalkmış olur! “Kaldır beni aradan, ortaya çıksın Yaradan!” diye kısaca özetlenen bu ifade, aşkın kökeni olan “ben”in ortadan kaldırılması mecburiyetine işaret etmektedir. AŞK’ın bâkî kalması demek; varlıkların yok olmasına bağlıdır, demek değildir! Varlıkların “yok” olduğunun anlaşılması, demektir. Allâh’ın gelecekte veya bir varlığın yok olmasından sonra Bâkî olacağını zannetmek, çok kalın bir biçimde perdeli olmaktan doğar! Allâh Bâkî’dir ve onunla berabar fâni varlıklar da mevcuttur sanmak, “Bâkî” kelimesinin mânâsını bilmemektir. Allâh daimî olarak Bâkî’dir ve onunla beraber ikinci bir varlık da mevcut değildir. Bu sebeple, O’nun yanında yok olacak varlıklar yoktur; kendilerinin “yok” olup Allâh’la Bâkî olduklarını fark edecek tecelliler söz konusudur. Seven, “yok”luğunu idrak edip, sevilende yok olduğunda; Bâkî kalan Allâh’tır! Ne dersin? Saygilar
CEBERÛT ÂLEMİ, SIRF İLİM MERTEBESİDİR! (Kesrete yer yoktur) İlim sıfatı yönünden Aklı Evvel ve İrade sıfatı yönünden "MÜRİD" olan Hakikatı Muhammedî'nin âlemi de Ceberût tur!. Bir diğer tanımlama ile, Hakikatı Muhammedî'nin bâtını Lâhût, zâhîri ise Ceberûttur ki, her halûkârda bu mertebede çokluktan bahis açılması mümkün değildir. Sırf ilim mertebesidir bu mertebe!. Ceberût âleminde kesrete yer yoktur!. Burada tek bir bilinç ve bu bilincin kendi özünde bulduğu sayısız mânâlar sözkonusudur!. İşte bu sebeple, kesret âleminde yer alan ikilemlerin hiç birinin varlığından ve vücudundan bu âlemde sözedilemez. “LÂHUT” ise fikir kabul etmez! Düşünce, o boyutta “yok” olur! “Ahadiyet” denilen bu mertebe “hiç”liktir! MELEKÛT ÂLEMİNİN SOYUT VARLIKLARI İLE MADDE ÂLEMİNDE ORTAYA ÇIKARLAR Ceberût yani salt mânâlar âlemine ait mânevi sûretler, melekût âlemi’nin soyut varlıkları ile madde âlemi’nde ortaya çıkarlar. Bir diğer ifade ile, yani günümüz ilmiyle izah etmek gerekirse, kozmikaltı bilinç âlemine ait mânâlar, kozmik ışınlar aracılığıyla madde âlemi’nin maddi sûretleri şeklinde dönüşürler. Bu evrensel mânâda da böyledir, bireysel yani insanî mânâda da böyledir. CEBERÛT ÂLEMİNDE YAŞAYAN VÂKIFIYN’İN NAZARINDA MELEKÛT ÂLEMİ “HAYÂL”DEN BAŞKA BİRŞEY DEĞİLDİR Nâsût âlemi, bildiğimiz beş duyuya hitâb eden madde âlemidir. Melekût âlemi ise beş duyu ile algılayamadığımız soyut varlıklar âlemidir. Meleklerin çeşitli türleri, cennetler ehli hep bu sınıftır. Ceberût âlemi ise esmâ ve sıfat âlemidir. Yani isimlerin ve sıfatların mânâlarını teşkil eden âlemdir. Lâhût ise Zât'ın âlemi’dir. Bu bilgilerden haberin var mi? saygilar ´´detayini istersen yaz,,
NASİP (Birimin esmâ terkibi) “İlâh”lık mefhumu yoktur! Kurân‘daki “İlâh” anlatımı, insanları olayın özüne yaklaştırmak içindir! Kurân’da, “ilâhınız” tâbirinin kullanılmasının anlamı, yani, “İLÂH diye düşündüğünüz kabul ettiğiniz” anlamındadır. Yoksa bu ifade bir “ilâh var da işte o” anlamında değildir… Bu Kurân’ın, bizim anlayışımıza GÖRE bize hitap etmesi özelliğinden ileri gelmektedir; daha başka bazı konularda olduğu gibi. Bunun gibi, “Her şey Hak’tan”, ”O Hak’tan”, ”Bu, Hak’tan” deyiş ve bakış açıları da… Bu anlatımlar artık gecekondu lisânı gibi kalıyor! Artık bir sistemin varolduğu ve bu sistemin kendine has olan kurallarının kendi içinde işlediğini görmekteyiz! “Benim yaşım şu, artık bunları anlamam için geç.. Bu konuları anlamam da nasibimde yokmuş, ben ne yapabilirim?” gibi sözler, az gelişmiş varlıklara has düşüncelerdir! Herkesin yaşı, idrâkı ve ilmi kadardır! Benim yaşımla sizin yaşınız arasındaki fark, benim ilmimle sizin ilminiz arasındaki fark kadardır! Bugüne dek anlattıklarım, zorlama ile insanın kafasına sokulmaz! Herkes nasibi kadar olanını alacaktır. Burada kullanılan “nasip” kelimesi, ”O birimin esmâ terkibi”ni anlatmaktadır! Esmâ terkibinin oluşturacağı açılımın izin verdiği ölçüde, anlamındadır! ŞÜKÜR; idrâk edilenin fiile dönüştürülmesidir! Bunun sonucu olarak da artış başlayacaktır! Siz idrâk ettiğinizi fiillerinize dönüştürürseniz, beyninizde ek kapasiteler oluşacak ve o amel oranında beyin kapasiteniz artacak ve bunun karşılığında artan beyin kapasitesi ile yeni idrâkler oluşacaktır! NASİPSİZLİK Araç, hedefe varmak içindir. Duran araçta boşa zaman harcamak ise nasipsizlik!. Akan çeşmeyi bırakıp gidenin susuzluktan yakınması, kendini aldatmakta olduğunun açık göstergesidir. Ya da o sudan nasipsizliğinin açığa çıkışı!. RAB, BİRŞEY NASİP ETMEDİ İSE... Rab diler bir şey verirse, kimse mâni olamaz. Rab sana bir şeyi nasip etmedi ise de, bütün yaratılmışlar bir araya gelse, onu sana veremezler!. SINIRSIZLIKTAN NASİP ALMAK "Şeytâniyet", gördüğü ile kayıtlamak ve kayıtlanmaktır. "Hilâfet" ise gördüğünü kayıtlamamak, sınırlamamak ve sınırsızlıktan nasip almaktır!.
Kadın kısmına 40 deve yükü aşk versen, gider kervan başındaki eşeğe aşık olur. Erkek kısmına da 40 eşek yükü aşk verirsen, O, eşekliğin lüzumu yok der; gider 40 deve yükü aşk aramaya başlar
Aşkta Fayda Olmaz. Hatta bi Zatihi Zarardır. Aşk Mağlubiyettir Esas itibariyle. Çünkü Eğer Maşuğa (Aşık Olunana) Vusül (kavuşmak )Esas Olsaydı Fayda Derdik Buna. (Haz, Fayda Gerçekleşirse, Aşık bunu istediği anda Aşkındaki İhlas İkincil Gayelerle Kirlenmiş Olur. ) Aşk bizatihi Suyun İçinde Durmaktır. Bir Sahile Varmak Değil, Kulaç Atmaktır, Bir Sahil Aramaktır. Suyun içinde Kalmaktır. Dolayısıyla Aşkta Fayda Olmaz. Yarar-Çıkar ilkesi Aşk Sürecinde İşlemez.
Allah aşkının olduğu yerde başka hiçbir şeyin olması veya olmaması bir şey ifade etmez artık. Bize anlatılan bu aşksa o tatmini alıp yaşamaya gerek duymamamız için tasarlanmıştır.
Kalen bos duruyor, dikkat et! NANKÖR Nankör, ilmin gereğini yaşamayandır!. Bu kelime kendisine verileni değerlendirmeyip, eline geçeni tepen, kadir kıymet bilmeyenler için kullanılır. NANKÖRLÜK Nankörlük, değerini bilmemek veya değerlendirememektir! Değerlendiriniz ki, nankörlerden olmayasınız. Nankörlük, insansıların en belirgin özelliğidir!. EN BÜYÜK NANKÖRLÜK “Kur’ân” en büyük nimettir bize, Allah Rasûlü tarafından ulaştırılan!. Kur’ân ’ı, anlamını düşünmeden, yalnızca teyp çalar gibi seslendirerek, tekrar etmek; içindeki evrene geçmemek en büyük nankörlüktür!. NANKÖRLERİN ALACAĞI EN BÜYÜK CEZA Nankörlerin alacağı en büyük ceza, nimetin ulaştığı kapının kapanmasıdır!… Kapıyı kapatan da o nimeti veren değil; o nimeti önemsememesi, değerli bulmaması sebebiyle kendisidir!. Nankör, kendine eder!. İlmi değerlendirmeyen nankörler, kendi kendilerini, o ilimden ebeden mahrum kalarak cezalandırırlar!. NANKÖRLERİN VARACAĞI MENZİL… Nankörlerin de varacağı bir menzil vardır ki, adına ‘’hüsran’’ derler. Geldiğin yere, sahip olduğun ilme, kiminle eriştiğini idrâk edemiyorsan; adın nankörlerle beraber anılacaktır. NANKÖRLER YARATILMASAYDI... Nankörler yaratılmasaydı, şükredenlerin değeri olmazdı!. NANKÖRLÜĞÜ KİME YAPTIĞININ FARKINDA OLMAYANLAR Nankörlüğü kime yaptığının idrâkında olmayanlar, bir gün bunu pek acı bir şekilde öğreneceklerdir; ki artık telâfisi de mümkün olmayacaktır!. NANKÖRLÜK, İLMİN GEREĞİNİ UYGULAMAMAN, İLMİ DEĞERLENDİRMEMENDİR Allah Rasûlü, “ALLAH” adıyla işaret edilenin yaratmış olduğu SİSTEM ve Düzenin işleyiş mekanizmasına bağlı olarak, gereken bilgileri sana duyurmuş… Senin, bu bilgileri değerlendirip, gereği şekilde yaşaman, sana Allah hidâyetinin ve Rasûl Şefâatinin ulaşması demektir.. Bu ilmin gereğini uygulaman, ilmi değerlendirmen demektir ki, bu da hâl ile şükür demektir!. Aksi ise nankörlüktür!… En kötü AVUNTU, ilmin dedikodusuyla avunup, onu yaşamına geçirmemektir! ALLAH NANKÖRLERİ SEVMEZ! Allah nankörleri sevmez!... Biz bunu genelde nasıl anlarız? Eğer birisi bize bazı nimetler ulaştırmışsa, biz de onun ulaştırdığı bu nimetin kıymetini bilmemiş, ona şükretmemiş, onu inkâr anlamına gelecek fiil veya hâl içinde olmuşsak, bunu nankörlük olarak nitelendiririz. Oysa “Allah nankörleri sevmez” hükmü üstte anlattığımızın derininde şu anlamı da ihtiva etmektedir... Allah kulunun derûnuna bahşetmiş olduğu sıfat ve esmasının kadir kıymetinin bilinmesini ve bunun değerlendirilmesini istemektedir. Kim ki bilinç boyutunun hakikati olan bu sıfat ve esma mertebesinin hakkını vererek yaşamazsa; kendini beden kabul edip bunun sonucu olarak da bedensel dürtüleri, istek ve arzuları doğrultusunda yaşamını sürdürürse; sanki varoluşundan amaç bedenini ve bedensel zevklerini tatmin etmek gibiymişçesine fiillerine yön verirse, o nankörlerden olmuş olur! Demedi deme, saygilar..
Bunlari bildigi icin degil , yasadigi icin dillendi Ask!!!MasaAllah💓
Zamaninda ne kadar kaliteli yayin var imiş
Aşk, Hicaptır!
−Yâ Gavs-ı Â’zâm. Aşkın zâhirine ârif olursan, aşktan fenâ bulmalısın! Zira, aşk HİCAPTIR! Âşık ile mâşuk arasındaki hicap!
Zâhirde kullanılan anlamı ile “aşk” kavramının bir “ikilik” görüşü dolayısıyla mevcut olduğunu ve böylece de aşkın sevenle sevilen arasında bir hicap oluşturduğunu çok bariz bir biçimde vurguluyor bu beyan!
Daha açık şekliyle;
Mekân ya da boyut kavramıyla ÖTEDE veya ÖTENDE bir “O” düşünüyorsun, vehmediyorsun, yani var kabul ediyorsun; bunun neticesi olarak da, O’na ermek, O’nu bulmak, O’nu yaşamak arzusuyla yanıp tutuşuyorsun!..
İşte bu şekilde yanıp tutuşman, O’nu sevmen ve arzulaman, O’na âşık olman demektir.
Bu aşkın temelinde de O’ndan ayrı bir “Ben” var zannı yatmaktadır!
“…ZANNIN ÇOĞUNDAN (doğruluğundan emin olmadığınız konuda fikir yürütmekten) KAÇININ! MUHAKKAK Kİ BAZI ZANLAR SUÇTUR (şirk veya şirke yola açar)!..” (49.Hucurat: 12)
Âyetinin işaret ettiği zan acaba bu olmasın!!?
Öyle ise, ÖTENDE bir “O” var ve “sen” de O’na ulaşacaksın zannından doğan aşk, gerçekte seninle “O” arasında en büyük perdelerden biridir!
Ne zaman ki, bu aşk seni öylesine O’nunla meşgûl eder; ve nihayet O’nda “yok” eder yani gerçekte var olmadığını anlarsın; işte o zaman perde kalkmış olur!
“Kaldır beni aradan, ortaya çıksın Yaradan!” diye kısaca özetlenen bu ifade, aşkın kökeni olan “ben”in ortadan kaldırılması mecburiyetine işaret etmektedir.
AŞK’ın bâkî kalması demek; varlıkların yok olmasına bağlıdır, demek değildir! Varlıkların “yok” olduğunun anlaşılması, demektir.
Allâh’ın gelecekte veya bir varlığın yok olmasından sonra Bâkî olacağını zannetmek, çok kalın bir biçimde perdeli olmaktan doğar!
Allâh Bâkî’dir ve onunla berabar fâni varlıklar da mevcuttur sanmak, “Bâkî” kelimesinin mânâsını bilmemektir.
Allâh daimî olarak Bâkî’dir ve onunla beraber ikinci bir varlık da mevcut değildir. Bu sebeple, O’nun yanında yok olacak varlıklar yoktur; kendilerinin “yok” olup Allâh’la Bâkî olduklarını fark edecek tecelliler söz konusudur.
Seven, “yok”luğunu idrak edip, sevilende yok olduğunda; Bâkî kalan Allâh’tır!
Ne dersin? Saygilar
"Allah'ta yok olmak"mışşş... Gidin işinize be!
Muhteşem anlatım
CEBERÛT ÂLEMİ,
SIRF İLİM MERTEBESİDİR!
(Kesrete yer yoktur)
İlim sıfatı yönünden Aklı Evvel ve İrade sıfatı yönünden "MÜRİD" olan Hakikatı Muhammedî'nin âlemi de Ceberût tur!.
Bir diğer tanımlama ile, Hakikatı Muhammedî'nin bâtını Lâhût, zâhîri ise Ceberûttur ki, her halûkârda bu mertebede çokluktan bahis açılması mümkün değildir. Sırf ilim mertebesidir bu mertebe!.
Ceberût âleminde kesrete yer yoktur!. Burada tek bir bilinç ve bu bilincin kendi özünde bulduğu sayısız mânâlar sözkonusudur!.
İşte bu sebeple, kesret âleminde yer alan ikilemlerin hiç birinin varlığından ve vücudundan bu âlemde sözedilemez.
“LÂHUT” ise fikir kabul etmez! Düşünce, o boyutta “yok” olur! “Ahadiyet” denilen bu mertebe “hiç”liktir!
MELEKÛT ÂLEMİNİN SOYUT VARLIKLARI İLE
MADDE ÂLEMİNDE ORTAYA ÇIKARLAR
Ceberût yani salt mânâlar âlemine ait mânevi sûretler, melekût âlemi’nin soyut varlıkları ile madde âlemi’nde ortaya çıkarlar.
Bir diğer ifade ile, yani günümüz ilmiyle izah etmek gerekirse, kozmikaltı bilinç âlemine ait mânâlar, kozmik ışınlar aracılığıyla madde âlemi’nin maddi sûretleri şeklinde dönüşürler. Bu evrensel mânâda da böyledir, bireysel yani insanî mânâda da böyledir.
CEBERÛT ÂLEMİNDE YAŞAYAN VÂKIFIYN’İN NAZARINDA
MELEKÛT ÂLEMİ “HAYÂL”DEN BAŞKA BİRŞEY DEĞİLDİR
Nâsût âlemi, bildiğimiz beş duyuya hitâb eden madde âlemidir.
Melekût âlemi ise beş duyu ile algılayamadığımız soyut varlıklar âlemidir. Meleklerin çeşitli türleri, cennetler ehli hep bu sınıftır.
Ceberût âlemi ise esmâ ve sıfat âlemidir. Yani isimlerin ve sıfatların mânâlarını teşkil eden âlemdir.
Lâhût ise Zât'ın âlemi’dir.
Bu bilgilerden haberin var mi? saygilar ´´detayini istersen yaz,,
13:40 dk daki başlayan cümle muhteşem bir tespit ve herkes tarafından dile getirilmesi gereken bir açıklama.
NASİP
(Birimin esmâ terkibi)
“İlâh”lık mefhumu yoktur! Kurân‘daki “İlâh” anlatımı, insanları olayın özüne yaklaştırmak içindir!
Kurân’da, “ilâhınız” tâbirinin kullanılmasının anlamı, yani, “İLÂH diye düşündüğünüz kabul ettiğiniz” anlamındadır. Yoksa bu ifade bir “ilâh var da işte o” anlamında değildir… Bu Kurân’ın, bizim anlayışımıza GÖRE bize hitap etmesi özelliğinden ileri gelmektedir; daha başka bazı konularda olduğu gibi.
Bunun gibi, “Her şey Hak’tan”, ”O Hak’tan”, ”Bu, Hak’tan” deyiş ve bakış açıları da…
Bu anlatımlar artık gecekondu lisânı gibi kalıyor!
Artık bir sistemin varolduğu ve bu sistemin kendine has olan kurallarının kendi içinde işlediğini görmekteyiz!
“Benim yaşım şu, artık bunları anlamam için geç.. Bu konuları anlamam da nasibimde yokmuş, ben ne yapabilirim?” gibi sözler, az gelişmiş varlıklara has düşüncelerdir!
Herkesin yaşı, idrâkı ve ilmi kadardır!
Benim yaşımla sizin yaşınız arasındaki fark, benim ilmimle sizin ilminiz arasındaki fark kadardır!
Bugüne dek anlattıklarım, zorlama ile insanın kafasına sokulmaz! Herkes nasibi kadar olanını alacaktır.
Burada kullanılan “nasip” kelimesi, ”O birimin esmâ terkibi”ni anlatmaktadır! Esmâ terkibinin oluşturacağı açılımın izin verdiği ölçüde, anlamındadır!
ŞÜKÜR; idrâk edilenin fiile dönüştürülmesidir!
Bunun sonucu olarak da artış başlayacaktır!
Siz idrâk ettiğinizi fiillerinize dönüştürürseniz, beyninizde ek kapasiteler oluşacak ve o amel oranında beyin kapasiteniz artacak ve bunun karşılığında artan beyin kapasitesi ile yeni idrâkler oluşacaktır!
NASİPSİZLİK
Araç, hedefe varmak içindir. Duran araçta boşa zaman harcamak ise nasipsizlik!.
Akan çeşmeyi bırakıp gidenin susuzluktan yakınması, kendini aldatmakta olduğunun açık göstergesidir. Ya da o sudan nasipsizliğinin açığa çıkışı!.
RAB, BİRŞEY NASİP ETMEDİ İSE...
Rab diler bir şey verirse, kimse mâni olamaz. Rab sana bir şeyi nasip etmedi ise de, bütün yaratılmışlar bir araya gelse, onu sana veremezler!.
SINIRSIZLIKTAN NASİP ALMAK
"Şeytâniyet", gördüğü ile kayıtlamak ve kayıtlanmaktır. "Hilâfet" ise gördüğünü kayıtlamamak, sınırlamamak ve sınırsızlıktan nasip almaktır!.
Aşk Bizatihi Mağlubiyettir.
hocam çok çok derin konuşuyorsun. aşk bence de yüzmektir sahile varmak değil. ve yokluğu, düşkünlüğü göze alabilmektir.
kadına aşık olursun kadın maaşina işine bakar cüzdan dolu değilse gider bir müteahhide verir,
Kadın kısmına 40 deve yükü aşk versen,
gider kervan başındaki eşeğe aşık olur.
Erkek kısmına da 40 eşek yükü aşk verirsen,
O, eşekliğin lüzumu yok der; gider 40 deve yükü aşk aramaya başlar
Aşkta Fayda Olmaz. Hatta bi Zatihi Zarardır. Aşk Mağlubiyettir Esas itibariyle. Çünkü Eğer Maşuğa (Aşık Olunana) Vusül (kavuşmak )Esas Olsaydı Fayda Derdik Buna. (Haz, Fayda Gerçekleşirse, Aşık bunu istediği anda Aşkındaki İhlas İkincil Gayelerle Kirlenmiş Olur. )
Aşk bizatihi Suyun İçinde Durmaktır. Bir Sahile Varmak Değil, Kulaç Atmaktır, Bir Sahil Aramaktır. Suyun içinde Kalmaktır.
Dolayısıyla Aşkta Fayda Olmaz. Yarar-Çıkar ilkesi Aşk Sürecinde İşlemez.
Allah dan başkasi yok demek bütün lik demek
islam'da böyle felsefe yapa yapa hiç bir yere varılmıyor boş lakırtı, bir kişi müslümansa, ya teslim olur yada arada kalır patinaj çeker.
Laf çevire çevire ne hale geldi ne anlattı anlamadım biri çevirsin ana fikri anlatsın ne demeye çalıştı ne anlatmaya çalıştı biri anlatsın
Allah aşkının olduğu yerde başka hiçbir şeyin olması veya olmaması bir şey ifade etmez artık. Bize anlatılan bu aşksa o tatmini alıp yaşamaya gerek duymamamız için tasarlanmıştır.
Atma hoca
Kalen bos duruyor, dikkat et!
NANKÖR
Nankör, ilmin gereğini yaşamayandır!.
Bu kelime kendisine verileni değerlendirmeyip, eline geçeni tepen, kadir kıymet bilmeyenler için kullanılır.
NANKÖRLÜK
Nankörlük, değerini bilmemek veya değerlendirememektir!
Değerlendiriniz ki, nankörlerden olmayasınız.
Nankörlük, insansıların en belirgin özelliğidir!.
EN BÜYÜK NANKÖRLÜK
“Kur’ân” en büyük nimettir bize, Allah Rasûlü tarafından ulaştırılan!.
Kur’ân ’ı, anlamını düşünmeden, yalnızca teyp çalar gibi seslendirerek, tekrar etmek; içindeki evrene geçmemek en büyük nankörlüktür!.
NANKÖRLERİN ALACAĞI EN BÜYÜK CEZA
Nankörlerin alacağı en büyük ceza, nimetin ulaştığı kapının kapanmasıdır!… Kapıyı kapatan da o nimeti veren değil; o nimeti önemsememesi, değerli bulmaması sebebiyle kendisidir!.
Nankör, kendine eder!.
İlmi değerlendirmeyen nankörler, kendi kendilerini, o ilimden ebeden mahrum kalarak cezalandırırlar!.
NANKÖRLERİN VARACAĞI MENZİL…
Nankörlerin de varacağı bir menzil vardır ki, adına ‘’hüsran’’ derler.
Geldiğin yere, sahip olduğun ilme, kiminle eriştiğini idrâk edemiyorsan; adın nankörlerle beraber anılacaktır.
NANKÖRLER YARATILMASAYDI...
Nankörler yaratılmasaydı, şükredenlerin değeri olmazdı!.
NANKÖRLÜĞÜ KİME YAPTIĞININ FARKINDA OLMAYANLAR
Nankörlüğü kime yaptığının idrâkında olmayanlar, bir gün bunu pek acı bir şekilde öğreneceklerdir; ki artık telâfisi de mümkün olmayacaktır!.
NANKÖRLÜK, İLMİN GEREĞİNİ UYGULAMAMAN,
İLMİ DEĞERLENDİRMEMENDİR
Allah Rasûlü, “ALLAH” adıyla işaret edilenin yaratmış olduğu SİSTEM ve Düzenin işleyiş mekanizmasına bağlı olarak, gereken bilgileri sana duyurmuş…
Senin, bu bilgileri değerlendirip, gereği şekilde yaşaman, sana Allah hidâyetinin ve Rasûl Şefâatinin ulaşması demektir.. Bu ilmin gereğini uygulaman, ilmi değerlendirmen demektir ki, bu da hâl ile şükür demektir!. Aksi ise nankörlüktür!…
En kötü AVUNTU, ilmin dedikodusuyla avunup, onu yaşamına geçirmemektir!
ALLAH NANKÖRLERİ SEVMEZ!
Allah nankörleri sevmez!... Biz bunu genelde nasıl anlarız? Eğer birisi bize bazı nimetler ulaştırmışsa, biz de onun ulaştırdığı bu nimetin kıymetini bilmemiş, ona şükretmemiş, onu inkâr anlamına gelecek fiil veya hâl içinde olmuşsak, bunu nankörlük olarak nitelendiririz.
Oysa “Allah nankörleri sevmez” hükmü üstte anlattığımızın derininde şu anlamı da ihtiva etmektedir... Allah kulunun derûnuna bahşetmiş olduğu sıfat ve esmasının kadir kıymetinin bilinmesini ve bunun değerlendirilmesini istemektedir. Kim ki bilinç boyutunun hakikati olan bu sıfat ve esma mertebesinin hakkını vererek yaşamazsa; kendini beden kabul edip bunun sonucu olarak da bedensel dürtüleri, istek ve arzuları doğrultusunda yaşamını sürdürürse; sanki varoluşundan amaç bedenini ve bedensel zevklerini tatmin etmek gibiymişçesine fiillerine yön verirse, o nankörlerden olmuş olur! Demedi deme, saygilar..