DİN HERKESİN SORUMLULUĞUDUR “Oku! Her şeyi yaratan Rabbinin adıyla ki O, insanı pıhtılaşmış bir kandan yarattı! Oku ki senin Rabbin kalemle yazı yazmayı öğreten, insana bilmediğini öğreten, bol kerem ve ihsan sahibidir!” (Alak, 1-5) Din, sadece ilahiyatçılara veya âlimlere ait değildir. Her Müslüman, kendi anlayışı, dili ve kalbiyle dini yaşamalı ve anlatmalıdır. Çünkü din, yalnızca akademik bir bilgi değil, hayatın her alanına dokunan, insanı hem dünyada hem de ahirette kurtuluşa erdirecek bir hakikattir. Kur’an’da da peygamberlerin yalnızca âlimlere değil, tüm insanlığa hitap ettiği görülmektedir. Bu nedenle herkes, yaşadığı dine karşı sorumluluk taşımalı ve bildiği doğruları en güzel şekilde anlatmalıdır. İslam Ümmetinin Sorumluluğu “Siz, insanlığın iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. (Çünkü siz) iyi ve doğru olanı emreder, kötü ve yanlış olandan (zulüm ve haksızlıktan) alıkoyarsınız ve (gerçekten) Allah’a inanırsınız.” (Âl-i İmrân, 110) Din, ne yalnızca imamın ne de vaizin tek elindedir. Ümmeti Muhammed (s.a.v.), kendi dininin adamıdır. Her Müslüman, dinini öğrenmek ve yaşamakla yükümlüdür. Bu sorumluluk sadece bir grup insana bırakılacak kadar dar bir alan değildir. Allah Teâlâ, ümmetin tamamını iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bir topluluk olarak tanımlamaktadır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus, doğru bilgiye dayanarak konuşmaktır. Dini anlatırken yanlış bilgiler yaymamak ve insanları hataya sürüklememek için sahih kaynaklardan ilim öğrenmek gerekir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “İlim öğrenmek, kadın erkek her Müslümana farzdır.” (İbn Mace, Mukaddime, 17) buyurarak, ilmin sadece belli bir kesime değil, tüm ümmete farz olduğunu vurgulamıştır. İlim Bir Emanettir Resûlullah (s.a.v.) bu konuda şöyle dua etmiştir: “Allah, bizden bir söz işitip onu muhafaza edenin ve sonra da bir başkasına onu ulaştıranın yüzünü ak etsin.” (Tirmizî, İlim, 7) Bu hadis, ilmin sadece öğrenmek için değil, başkalarına aktarmak için de alınması gerektiğini gösterir. Gerçek bir Müslüman, ilmi yalnızca kendisi için bir süs gibi taşımaz; onu muhafaza eder, anlamaya çalışır ve başkalarına da ulaştırarak bir sadaka-i cariye vesilesi haline getirir. Zeyd b. Sâbit (r.a.) şöyle rivayet eder: “Kendisine ilim ulaştırılan öyleleri vardır ki bizzat işitenden daha iyi anlarlar. Kimi fıkıh taşıyıcıları vardır ki, kendileri fakih değildirler. Kimi fakihler de kendilerinden daha fakih olanlara o ilmi taşırlar.” (İbn Mace, Sünen, 1/84-85) Bu sözler, ilmin sadece bir bilgi olarak değil, bir emanet olarak görülmesi gerektiğini ortaya koyar. Eğer bir kimseye Allah tarafından ilim verilmişse, bunu saklamaması, paylaşması ve yayması gerekir. İlmi Gizlemek Büyük Bir Sorumluluktur Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Bir kimseye bildiği ilimden sorulur da, o da ilmini gizler, cevap vermezse kıyamet günü ağzına ateşten bir gem vurulur.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 14/5) Ebû Hüreyre (r.a.) ise ilmi paylaşmayanları şu benzetmeyle anlatmıştır: “Bir ilim öğrenip de, onu anlatmayanın misali, Allah’ın kendisine mal verdiği kişi gibidir ki, o bu malı stoklar ama ondan başkalarına hiç infak etmez.” (el-Cami’u li Ahlaki’r-Ravi, s. 71) Bu örnekler, ilmin bir sadaka gibi olduğunu, tıpkı malın zekâtı gibi paylaşılması gerektiğini gösterir. Bilgiye sahip olup da onu saklayan kimse, Allah’ın kendisine verdiği nimeti cimrice saklayan kişi gibidir. Toplumun İlme ve Öğüde İhtiyacı Vardır Resûlullah (s.a.v.), toplumun ilimle ve öğütle birbirine destek olması gerektiğini şu sözleriyle vurgulamıştır: “Bazı kimselere ne oluyor da komşularına fıkıh öğretmiyor, ilim öğretmiyor, vaaz etmiyor, iyiyi emretmiyor ve onları kötülükten alıkoymuyorlar? Diğer bazı kimselere de ne oluyor ki, komşularından ne fıkıh, ne de ilim öğreniyorlar. Onlardan öğüt de almıyorlar. Vallahi insanlar, ya komşularına öğretecekler, onlara öğüt verip iyiyi emredecekler, kötüden de alıkoyacaklar, diğer insanlar da komşularından fıkıh öğrenecek ve öğüt alacaklar, ya da ben onları hemen cezalandıracağım!” (Taberânî, Mü’cemü’l-Kebir; Heysemî, Mecmaü’z-Zevaid, 1/165) Bu hadis, ilmin sadece öğrenen için değil, çevresine de fayda sağlaması gerektiğini vurgular. Bir toplumda insanlar birbirlerine ilim öğretmez ve hayrı yaymazlarsa, o toplumda cehalet, fitne ve kötülük artar. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, iyiliği emretmeyen ve kötülüğü yasaklamayan toplumların nasıl helak olduğu anlatılır: “İsrâiloğullarından inkâr edenler, Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanetlenmişlerdi. Bunun sebebi söz dinlememeleri ve sınırı aşmalarıydı.” (Mâide, 78) Bu ayet, iyiliği emretmeyen ve kötülüğü yasaklamayan toplumların Allah’ın gazabına uğradığını gösterir. Eğer Müslümanlar, birbirlerine iyiliği tavsiye etmez, ilim öğretmez ve hakkı hatırlatmazlarsa, Allah korusun, onlar da geçmiş kavimlerin durumuna düşebilirler. İlim, Sadece Bilgi Değil, Ameldir Din, yalnızca âlimlerin değil, tüm Müslümanların ortak sorumluluğudur. Herkes, kendi kapasitesine göre ilim öğrenmeli, öğrendiği bilgileri sadece kendisi için değil, çevresi için de bir ışık kaynağı haline getirmelidir. Çünkü gerçek bilgi, paylaşıldıkça bereketlenir. Ancak ilim, sadece bilgi edinmek değil, aynı zamanda o bilgiyi güzel ahlak ile süsleyerek yaşamak demektir. Sadece konuşmak ve anlatmak yetmez; ilmi amele dönüştürmek, öğrendiğimiz hakikatleri hayatımıza yansıtmak gerekir. Allah, bizleri ilmiyle amel eden, onu ihlasla yaşayan ve başkalarına en doğru şekilde ulaştıran kullarından eylesin. “Allah, bizden bir söz işitip onu muhafaza edenin ve sonra da bir başkasına onu ulaştıranın yüzünü ak etsin.” (Tirmizî, İlim, 7) DİN HERKESİN SORUMLULUĞUDUR “Oku! Her şeyi yaratan Rabbinin adıyla ki O, insanı pıhtılaşmış bir kandan yarattı! Oku ki senin Rabbin kalemle yazı yazmayı öğreten, insana bilmediğini öğreten, bol kerem ve ihsan sahibidir!” (Alak, 1-5) Din sadece ilahiyatçılara veya âlimlere ait değildir; her Müslüman, kendi anlayışı, dili ve kalbiyle dini yaşamalı ve anlatmalıdır. Çünkü din, yalnızca akademik bir bilgi değil, hayatın her alanına dokunan, insanı hem dünyada hem de ahirette kurtuluşa erdirecek bir hakikattir. Kur’an’da da peygamberlerin yalnızca âlimlere değil, tüm insanlığa hitap ettiği görülmektedir. Bu nedenle herkes, yaşadığı dine karşı sorumluluk taşımalı ve bildiği doğruları en güzel şekilde anlatmalıdır. “Siz, insanlığın iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. (Çünkü siz) iyi ve doğru olanı emreder, kötü ve yanlış olandan (zulüm ve haksızlıktan) alıkoyarsınız ve (gerçekten) Allah’a inanırsınız.” (Âl-i İmrân, 110) Din, ne imamın ne de vaizin tek elindedir. Ümmeti Muhammed (s.a.v.), kendi dininin adamıdır. Her Müslüman, dinini öğrenmek ve yaşamakla yükümlüdür. Bu sorumluluk sadece bir grup insana bırakılacak kadar dar bir alan değildir. Allah Teâlâ, ümmetin tamamını iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bir topluluk olarak tanımlamaktadır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus, doğru bilgiye dayanarak konuşmaktır. Dini anlatırken yanlış bilgiler yaymamak ve insanları hataya sürüklememek için sahih kaynaklardan ilim öğrenmek gerekir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “İlim öğrenmek, kadın erkek her Müslümana farzdır.” (İbn Mace, Mukaddime, 17) buyurarak, ilmin sadece belli bir kesime değil, tüm ümmete farz olduğunu vurgulamıştır. Resûlullah (s.a.v.) bu konuda şöyle dua etmiştir: “Allah, bizden bir söz işitip onu muhafaza edenin ve sonra da bir başkasına onu ulaştıranın yüzünü ak etsin.” (Tirmizî, İlim, 7) Bu hadis, ilmin sadece öğrenmek için değil, başkalarına aktarmak için de alınması gerektiğini gösterir. Gerçek bir Müslüman, ilmi yalnızca kendisi için bir süs gibi taşımaz; onu muhafaza eder, anlamaya çalışır ve başkalarına da ulaştırarak bir sadaka-i cariye vesilesi haline getirir. Bu eklemeyle yazının bütünlüğü korunmuş ve mesajı daha da güçlenmiş oldu. Eğer belirli bir yere farklı bir ekleme yapmak istersen, bana bildirebilirsin.
Maddi olarak hakkımı geri vermemiş herkesi affettim, ama küçümseme ve aşağılama içeren davranışları affedemiyorum hocam...
DİN HERKESİN SORUMLULUĞUDUR
“Oku! Her şeyi yaratan Rabbinin adıyla ki O, insanı pıhtılaşmış bir kandan yarattı! Oku ki senin Rabbin kalemle yazı yazmayı öğreten, insana bilmediğini öğreten, bol kerem ve ihsan sahibidir!” (Alak, 1-5)
Din, sadece ilahiyatçılara veya âlimlere ait değildir. Her Müslüman, kendi anlayışı, dili ve kalbiyle dini yaşamalı ve anlatmalıdır. Çünkü din, yalnızca akademik bir bilgi değil, hayatın her alanına dokunan, insanı hem dünyada hem de ahirette kurtuluşa erdirecek bir hakikattir. Kur’an’da da peygamberlerin yalnızca âlimlere değil, tüm insanlığa hitap ettiği görülmektedir. Bu nedenle herkes, yaşadığı dine karşı sorumluluk taşımalı ve bildiği doğruları en güzel şekilde anlatmalıdır.
İslam Ümmetinin Sorumluluğu
“Siz, insanlığın iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. (Çünkü siz) iyi ve doğru olanı emreder, kötü ve yanlış olandan (zulüm ve haksızlıktan) alıkoyarsınız ve (gerçekten) Allah’a inanırsınız.” (Âl-i İmrân, 110)
Din, ne yalnızca imamın ne de vaizin tek elindedir. Ümmeti Muhammed (s.a.v.), kendi dininin adamıdır. Her Müslüman, dinini öğrenmek ve yaşamakla yükümlüdür. Bu sorumluluk sadece bir grup insana bırakılacak kadar dar bir alan değildir. Allah Teâlâ, ümmetin tamamını iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bir topluluk olarak tanımlamaktadır.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus, doğru bilgiye dayanarak konuşmaktır. Dini anlatırken yanlış bilgiler yaymamak ve insanları hataya sürüklememek için sahih kaynaklardan ilim öğrenmek gerekir.
Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “İlim öğrenmek, kadın erkek her Müslümana farzdır.” (İbn Mace, Mukaddime, 17) buyurarak, ilmin sadece belli bir kesime değil, tüm ümmete farz olduğunu vurgulamıştır.
İlim Bir Emanettir
Resûlullah (s.a.v.) bu konuda şöyle dua etmiştir:
“Allah, bizden bir söz işitip onu muhafaza edenin ve sonra da bir başkasına onu ulaştıranın yüzünü ak etsin.” (Tirmizî, İlim, 7)
Bu hadis, ilmin sadece öğrenmek için değil, başkalarına aktarmak için de alınması gerektiğini gösterir. Gerçek bir Müslüman, ilmi yalnızca kendisi için bir süs gibi taşımaz; onu muhafaza eder, anlamaya çalışır ve başkalarına da ulaştırarak bir sadaka-i cariye vesilesi haline getirir.
Zeyd b. Sâbit (r.a.) şöyle rivayet eder:
“Kendisine ilim ulaştırılan öyleleri vardır ki bizzat işitenden daha iyi anlarlar. Kimi fıkıh taşıyıcıları vardır ki, kendileri fakih değildirler. Kimi fakihler de kendilerinden daha fakih olanlara o ilmi taşırlar.” (İbn Mace, Sünen, 1/84-85)
Bu sözler, ilmin sadece bir bilgi olarak değil, bir emanet olarak görülmesi gerektiğini ortaya koyar. Eğer bir kimseye Allah tarafından ilim verilmişse, bunu saklamaması, paylaşması ve yayması gerekir.
İlmi Gizlemek Büyük Bir Sorumluluktur
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Bir kimseye bildiği ilimden sorulur da, o da ilmini gizler, cevap vermezse kıyamet günü ağzına ateşten bir gem vurulur.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 14/5)
Ebû Hüreyre (r.a.) ise ilmi paylaşmayanları şu benzetmeyle anlatmıştır:
“Bir ilim öğrenip de, onu anlatmayanın misali, Allah’ın kendisine mal verdiği kişi gibidir ki, o bu malı stoklar ama ondan başkalarına hiç infak etmez.” (el-Cami’u li Ahlaki’r-Ravi, s. 71)
Bu örnekler, ilmin bir sadaka gibi olduğunu, tıpkı malın zekâtı gibi paylaşılması gerektiğini gösterir. Bilgiye sahip olup da onu saklayan kimse, Allah’ın kendisine verdiği nimeti cimrice saklayan kişi gibidir.
Toplumun İlme ve Öğüde İhtiyacı Vardır
Resûlullah (s.a.v.), toplumun ilimle ve öğütle birbirine destek olması gerektiğini şu sözleriyle vurgulamıştır:
“Bazı kimselere ne oluyor da komşularına fıkıh öğretmiyor, ilim öğretmiyor, vaaz etmiyor, iyiyi emretmiyor ve onları kötülükten alıkoymuyorlar? Diğer bazı kimselere de ne oluyor ki, komşularından ne fıkıh, ne de ilim öğreniyorlar. Onlardan öğüt de almıyorlar. Vallahi insanlar, ya komşularına öğretecekler, onlara öğüt verip iyiyi emredecekler, kötüden de alıkoyacaklar, diğer insanlar da komşularından fıkıh öğrenecek ve öğüt alacaklar, ya da ben onları hemen cezalandıracağım!” (Taberânî, Mü’cemü’l-Kebir; Heysemî, Mecmaü’z-Zevaid, 1/165)
Bu hadis, ilmin sadece öğrenen için değil, çevresine de fayda sağlaması gerektiğini vurgular. Bir toplumda insanlar birbirlerine ilim öğretmez ve hayrı yaymazlarsa, o toplumda cehalet, fitne ve kötülük artar.
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, iyiliği emretmeyen ve kötülüğü yasaklamayan toplumların nasıl helak olduğu anlatılır:
“İsrâiloğullarından inkâr edenler, Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanetlenmişlerdi. Bunun sebebi söz dinlememeleri ve sınırı aşmalarıydı.” (Mâide, 78)
Bu ayet, iyiliği emretmeyen ve kötülüğü yasaklamayan toplumların Allah’ın gazabına uğradığını gösterir. Eğer Müslümanlar, birbirlerine iyiliği tavsiye etmez, ilim öğretmez ve hakkı hatırlatmazlarsa, Allah korusun, onlar da geçmiş kavimlerin durumuna düşebilirler.
İlim, Sadece Bilgi Değil, Ameldir
Din, yalnızca âlimlerin değil, tüm Müslümanların ortak sorumluluğudur. Herkes, kendi kapasitesine göre ilim öğrenmeli, öğrendiği bilgileri sadece kendisi için değil, çevresi için de bir ışık kaynağı haline getirmelidir. Çünkü gerçek bilgi, paylaşıldıkça bereketlenir.
Ancak ilim, sadece bilgi edinmek değil, aynı zamanda o bilgiyi güzel ahlak ile süsleyerek yaşamak demektir. Sadece konuşmak ve anlatmak yetmez; ilmi amele dönüştürmek, öğrendiğimiz hakikatleri hayatımıza yansıtmak gerekir.
Allah, bizleri ilmiyle amel eden, onu ihlasla yaşayan ve başkalarına en doğru şekilde ulaştıran kullarından eylesin.
“Allah, bizden bir söz işitip onu muhafaza edenin ve sonra da bir başkasına onu ulaştıranın yüzünü ak etsin.” (Tirmizî, İlim, 7)
DİN HERKESİN SORUMLULUĞUDUR
“Oku! Her şeyi yaratan Rabbinin adıyla ki O, insanı pıhtılaşmış bir kandan yarattı! Oku ki senin Rabbin kalemle yazı yazmayı öğreten, insana bilmediğini öğreten, bol kerem ve ihsan sahibidir!” (Alak, 1-5)
Din sadece ilahiyatçılara veya âlimlere ait değildir; her Müslüman, kendi anlayışı, dili ve kalbiyle dini yaşamalı ve anlatmalıdır. Çünkü din, yalnızca akademik bir bilgi değil, hayatın her alanına dokunan, insanı hem dünyada hem de ahirette kurtuluşa erdirecek bir hakikattir. Kur’an’da da peygamberlerin yalnızca âlimlere değil, tüm insanlığa hitap ettiği görülmektedir. Bu nedenle herkes, yaşadığı dine karşı sorumluluk taşımalı ve bildiği doğruları en güzel şekilde anlatmalıdır.
“Siz, insanlığın iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. (Çünkü siz) iyi ve doğru olanı emreder, kötü ve yanlış olandan (zulüm ve haksızlıktan) alıkoyarsınız ve (gerçekten) Allah’a inanırsınız.” (Âl-i İmrân, 110)
Din, ne imamın ne de vaizin tek elindedir. Ümmeti Muhammed (s.a.v.), kendi dininin adamıdır. Her Müslüman, dinini öğrenmek ve yaşamakla yükümlüdür. Bu sorumluluk sadece bir grup insana bırakılacak kadar dar bir alan değildir. Allah Teâlâ, ümmetin tamamını iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bir topluluk olarak tanımlamaktadır.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus, doğru bilgiye dayanarak konuşmaktır. Dini anlatırken yanlış bilgiler yaymamak ve insanları hataya sürüklememek için sahih kaynaklardan ilim öğrenmek gerekir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “İlim öğrenmek, kadın erkek her Müslümana farzdır.” (İbn Mace, Mukaddime, 17) buyurarak, ilmin sadece belli bir kesime değil, tüm ümmete farz olduğunu vurgulamıştır.
Resûlullah (s.a.v.) bu konuda şöyle dua etmiştir:
“Allah, bizden bir söz işitip onu muhafaza edenin ve sonra da bir başkasına onu ulaştıranın yüzünü ak etsin.” (Tirmizî, İlim, 7)
Bu hadis, ilmin sadece öğrenmek için değil, başkalarına aktarmak için de alınması gerektiğini gösterir. Gerçek bir Müslüman, ilmi yalnızca kendisi için bir süs gibi taşımaz; onu muhafaza eder, anlamaya çalışır ve başkalarına da ulaştırarak bir sadaka-i cariye vesilesi haline getirir.
Bu eklemeyle yazının bütünlüğü korunmuş ve mesajı daha da güçlenmiş oldu. Eğer belirli bir yere farklı bir ekleme yapmak istersen, bana bildirebilirsin.
Ben aslaa efetmem allah peyfamberlerrr afetsin ben ben olarsk afedilmidimkiiii allah katinda allahhh katindaa kulariiii benim canimi ysktilarrrr allshtaaa sahidim olduuu acilar bedenimde cok izdiraplar yasadim csnli canli bende canlarini cektirecem allahhh sahidim olsun kisasa kisass biktim pislik lerden mindarlardannn