Mekke Yurdun Medine Şehrindir Muhammed Mustafa Sûzinak İlahi

Поділитися
Вставка
  • Опубліковано 15 вер 2024
  • Hazret-i Mevlânâ, Bayezid-i Bistâmî Hazretleri’nin Hicâz’a giderken yaşadığı gönül hazırlığını şöyle anlatır:
    “Bâyezîd, hac için yola çıktığı vakit, hilâl gibi süzgün, uzun boylu bir pîr gördü ki, onda velîlerin rûhâniyeti vardı.”
    “Gözleri dünyâya âmâ, kalbi ise, Güneş gibiydi. (Ukbâya, yani ötelere açık idi.)”
    “Bâyezîd, o pîrin karşısına oturdu. Pîr ona:
    «-Ey Bâyezîd, nereye gidiyorsun? Gurbet eşyasını (beden emanetini) nere­ye taşıyorsun?» dedi.”
    “Bâyezîd de:
    «-Hacca gitmek niyetindeyim; iki yüz dirhem de param var…» dedi.”
    Pîr, Bâyezîd’e dedi ki:
    “-Ey Bâyezîd! O dünyalığının bir miktarını Allâh yolundaki muhtaçlara, garîplere, bîçârelere dağıt! Onların gönüllerine gir ve duâlarını al ki; rûhunun ufku açılsın! İlk defa gönlüne haccettir! Ondan sonra rakîk bir gönülle o nâzik hac yolculuğuna devam et!..”
    “Çünkü Kâbe, Allâh’ın hâne-i birri, yâni ziyareti farz olan, sevabı mûcib bir beyttir. Lâkin insan kalbi, bir sır hazînesidir.”
    “Kabe, Âzeroğlu İbrahim’in binâsıdır. Gönül ise, Celîl ve Ekber olan Allâh’ın nazargâhıdır.”
    “Eğer sende basîret varsa, gönül Kâbe’sini tavaf et!.. Taş ve top­raktan yapılmış sandığın Kâbe’nin asıl mânâsı gönüldür.”
    “Cenâb-ı Hak, görünen, bilinen sûret Kâbe’sini tavaf et­meyi, kirlilikten temizlenmiş, arınmış bir kalbe sahip olasın diye sana farz kılmıştır.”
    “Şunu iyi bil ki, sen Allâh’ın nazargâhı olan bir gönlü inci­tir, kırarsan, Kâbe’ye yaya olarak da gitsen, kazandığın sevâp, gönül kırmanın günâhını dengeleyemez.”
    “Sen varını, yoğunu, malını, mülkünü ver de bir gönül yap! (Böyle bir gönülle haccet!) Kazandığın o gönül, mezarda, o kapkara gecede sana ışık versin!..”
    “Allâh’ın huzûruna altın dolu binlerce keseler götürsen, Cenâb-ı Hak:
    «Bize bir şey getirmek istiyorsan, kazanılmış bir gö­nül getir! Çünkü altın, gümüş bizim için bir şey değildir. Eğer bizi ve rızâmızı istiyorsan, bunun ancak bir gönül kazanmaya bağlı olduğunu unutma!..» buyurur.”
    “Hakk’ın nûrunun insandaki tecellîsini görmek için kalb gözün iyice açılsın!..”
    “Bâyezîd, pîrin bu nüktelerini kavradı. Gönlü, sohbetle, merhametin esrârından bir hisse aldı. Huzur ve vecd içinde hac yolculuğuna devam etti.”
    Böyle bir kıvam, hac yolculuğunda en büyük gönül sermayesidir. Ancak bu hâle ulaşabilmek için tasavvufî eğitimden geçmek, yani nefs tezkiyesi ve kalb tasfiyesi zarûrîdir. Çünkü terbiyeden geçmeyen insan, en vahşî hayvandan daha zararlı bir nefs taşıyor demektir. Ya da kirli bir kap gibidir ki, içine güzel şeyler konulsa, onlar da kirlenir.
    Mânevî terbiye gerçeğini görmek için insanoğlunun, kendi hayatına yardımcı olması sebebi ile bazı hayvanları terbiye etmesine bakması kâfîdir. O, kendi ihtiyaçları zaruretiyle çeşit çeşit hayvanları eğitmiyor mu? Tarihten bu yana gerek atını, savaşta bile aynı heyecanı taşıyacak seviyede terbiye edip sırtına binmiş, gerek güvercinleri terbiye ederek mektup yollatmış, gerek köpekleri eğiterek bekçilik yaptırmış, gerek vahşî hayvanları bile terbiye ederek sirklerde oynatmıştır.
    Şayet o hayvanlar, yetiştiricilerinin terbiyesinden geçmemiş olsalardı, insanlara faydalı olamazlardı. Aksine son derece zararlı olurlardı. Fakat en vahşî olanlarının bile zararları, iyi bir terbiye neticesinde faydaya dönüşür. Kısacası terbiye edilmiş ile edilmemiş hayvanın tavrı insan için ölüm veya hayat sebebi olabilmektedir. Canavar bir yılan olan kobranın bile iç dünyasına girilip terbiye edildiğinde o hayvan basit bir flütle idare edilebilmektedir. Yani terbiye görmüş olanda fayda yönü yüksek olduğu kadar terbiye görmemiş olanda da zarar payı o nisbette fazladır. Bu itibarla dînimiz zarûret hâlinde yapılacak av avlamada bile eğitilmiş köpeklerin kullanılmasını şart koşar. Yoksa elde edilecek av helâl sayılmaz. Âyet-i kerîmede buyurulur:
    “…De ki: «Bütün temiz şeyler size helâl kılındı.» Allâh’ın size öğrettiği gibi öğretip yetiştirdiğiniz avcı hayvanlarının yakaladıklarından da üzerlerine Allâh’ın adını anarak yiyin…” (el-Mâide, 4)
    Bir av hayvanının bile terbiye edilip edilmemesindeki ölçüler bu derecede hassas ise, düşünmeli ki, insanın terbiyesi ne kadar mühimdir.
    O kadar mühimdir ki, Cenâb-ı Hak, insanoğlunu yarattığı günden itibaren onun terbiyesi için sayısız peygamber ve kitap göndermiştir.
    Bu itibarla bu âlem âdeta bir dershanedir ve her şey insanın eğitimi içindir. Bilhassa tasavvuf, bu ihtiyaca binâen kurulmuş bir gönül eğitme dergâhıdır. Bu eğitimin birinci derecede mütehassıs üstatları olan peygamberler de bizzat Cenâb-ı Hak’tan terbiye görmüşlerdir. Nitekim Hazret-i Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurur:
    “Beni Rabbim terbiye etti, terbiyemi de pek güzel yaptı.” (Süyûtî, I, 12)
    Bütün mesele bu güzel terbiyeye, Hak tarafından övülen bu ahlâk-ı hamîdeye ulaşabilmek. Çünkü o zaman ibadet ibadet olur; namaz namaz olur, oruç oruç olur, hac da hac olur. Yani o zaman insan, insan olur.

КОМЕНТАРІ •