Başlangıç: “Tuvaldeki Gölge” Karanlık ve yalnız bir gecede, İstanbul’un boğuk ara sokaklarında, kimsenin adını bilmediği küçük bir antikacı dükkânı vardı. Zamanın unuttuğu bu dükkân, yorgun ahşap rafları ve eskimiş cam vitrinleriyle insanı içine çeken bir büyüye sahipti. Dışarıdan bakıldığında, camın ardında antika çerçeveler, eski saatler ve yıpranmış kitaplar seçilebiliyordu. Ancak antikacıya adım atanların çoğu, buradan çıktığında daha sessiz ve düşünceli olurdu. Kimileri, içeride hissettikleri tuhaf ürpertiyi bir daha unutamazdı. Bir akşam, genç bir ressam olan Levent, antikacının vitrininde tuhaf bir tablo gördü. Tablo, belirsiz bir ormanda, yalnız bir kadını betimliyordu. Kadının yüzü soluk ve flu, sanki başka bir dünyadan yansıyormuş gibiydi. Levent, tablonun arkasındaki karanlık atmosferden etkilenmişti; bu tür bir derinliği daha önce hiçbir eserde görmemişti. Antikacıya girerken göğsünde bir sıkışma hissetti, fakat merakına yenik düştü. --- Tablonun Geçmişi Antikacı, Levent’in tabloyu incelediğini görünce usulca yanına sokuldu. “O tabloyu almayı düşünüyorsanız,” dedi yaşlı adam, “önce hikâyesini dinlemeniz gerek.” Levent, biraz alaycı bir gülümsemeyle, “Sanatın hikâyesi eserin kendisinde saklıdır,” diye karşılık verdi. Ancak antikacı ciddi bir ifadeyle konuşmasını sürdürdü. “Bu tablo, yalnızca bir sanat eseri değil. Ölümün sembolik anlamını taşıyan bir aynadır. Onu yapan ressam, tuvale dokunan her fırça darbesine kendi ruhunun bir parçasını hapsetmiş. Ancak bu tablo tamamlandığında, ressamın kendisi ortadan kaybolmuş. Onun son fısıltısı şuydu: ‘Beni bu tuvale hapsettiler.’” Levent, hikâyeden etkilenmiş ama inanmak istememişti. Yine de tabloyu satın aldı ve atölyesine götürdü. --- Ressamın Gölgesi Tabloyu odasının en karanlık köşesine astı. İlk günlerde onu incelemekten kendini alıkoyamıyordu. Kadının gözlerindeki derin acı ve arka plandaki ormanın yoğunluğu, ona ilham veriyordu. Ancak zamanla tablo değişmeye başladı. Kadının gözleri daha belirgin hale geliyor, arka plandaki orman ise derinleşiyordu. Bir gece, tablodaki kadının arkasında belirsiz bir gölge belirdi. Gölge, sanki Levent’e bakıyordu. Levent, bunu bir hayal olarak düşündü. Ancak her geçen gün tablodaki detaylar değişiyordu. Kadının yüzündeki ifade, korku dolu bir hal alırken ormanın sisleri, odasının içine dolmuş gibi hissediyordu. Tuvalin önünde durduğunda, bir an için gölgenin hareket ettiğini gördü. Bu sefer gerçekten korkmaya başladı. --- Ölüm ve Tuval Levent, bu tuhaf değişimlere daha fazla dayanamayarak tabloyu geri götürmek için antikacıya döndü. Ancak dükkân, sanki hiç var olmamış gibi, yerinde yoktu. Yerine terk edilmiş bir bina duruyordu. Levent, elindeki tabloyu ne yapacağını bilemeden geri döndü. Geceleri rüyalarında aynı ormanı görmeye başladı. Ormanda yürürken uzakta beliren kadını takip ediyor, ancak kadına yaklaştıkça kendini tuhaf bir boşlukta buluyordu. Bir gece, rüyasında kadının konuştuğunu işitti: “Ben ressamın ruhuyum. Beni özgür bırakmak istiyorsan, tablodaki boşluğu doldurmalısın.” Ertesi sabah, Levent tabloyu yeniden inceledi ve bir şey fark etti: Tabloda bir boşluk vardı, sanki eksik bir detay tamamlanmayı bekliyordu. Eline fırçasını aldı ve tuvaldeki gölgenin bir parçasını tamamlamaya çalıştı. Ancak fırçasını her hareket ettirdiğinde, odada soğuk bir rüzgâr esiyor, kendi gölgesi sanki tabloya doğru çekiliyordu. --- Son Çizim Levent, günler boyunca tablo üzerinde çalışmaya devam etti. Ancak tabloya her fırça darbesi attığında, kendi yüzü solgunlaşıyor, gücü tükeniyordu. Bir gün, komşuları Levent’in atölyesinden hiçbir ses gelmediğini fark ederek içeri girdi. Onu yerde hareketsiz buldular. Ancak tablo, o gün tamamlanmıştı. Tablonun artık yepyeni bir detayı vardı: Ormandaki kadının yanına genç bir adamın silueti eklenmişti. Levent’in yüzü, tıpkı tablodaki kadınınki gibi flu ve solgundu. Tablo, bir süre sonra yeniden kayboldu. Ancak rivayetlere göre, tabloya sahip olan her kişi, sonunda onun bir parçası haline geliyordu. --- Efsaneleşme Bu hikâye, İstanbul’un sanat çevrelerinde fısıltılarla anlatılmaya başladı. Tabloyu görenlerin ruhunun yavaşça tuvale hapsolduğu ve ölümsüzlüğün ancak sanatın içinde bulunabileceği söyleniyordu. Ancak ölümün sembolik anlamını anlamak için, cesaret edip tabloyu görenlerin kaderini kabul etmesi gerekiyordu. Belki de ölüm, sadece bir bitiş değil; sonsuz bir tuvaldeki iz olmanın başlangıcıydı.
Güzel bir anlatım yaptınız yine. Öğrencilerim çizim yaparken bir yandan sizlerinlerin aktarımlarını dinlemelerini tavsiye ediyorum. Bazende birlikte seyrediyoruz. Emeğiniz için teşekkürler.
Video; sunum, müzik, tablolar ve elbette anlatımınız... tek kelimeyle mest oldum. Ne kadar az şey biliyormuşum ne kadar çok şey kaçırmışım diyorum sizler gibi bizi aydınlatan ve ilham veren insanları keşfettiğimde. Emeğinize sağlık. Ölüm temalı videolar extra etkiliyor ama üslupla çok uyumlu olmalı ve bu uyum çok etkiledi tekrar emeğinize sağlık.
14:41'deki resim Yüzüklerin Efendisi'nde Samwise Gamgee'den sonra en sevdiğim karakter Boromir'in vedası gibiydi. "Elemle cenaze kayığını çözdüler: Akıp giden suyun bağrındaki kayık ilerlerken, Boromir öylece, huzur içinde yatıyordu. Onlar kendi kayıklarını kürekleriyle akıntıya kapılmasın diye tutarken, akarsu Boromir'i aldı götürdü. Kayık yanlarından yüzerek geçti ve yavaş yavaş, altın ışık içinde siyah bir noktacık kadar küçülerek onlardan ayrıldı; sonra aniden gözden kayboldu. Rauros hiç değişmeden gürlemeye devam etti. Nehir, Denethor oğlu Boromir'i almıştı: Minas Tirith'te, sabahları Ak Kule'de dururken görülmedi bir daha Boromir.Fakat Gondor'da, daha sonraki günlerde, uzun bir zaman boyunca, elf kayığı nin onu gece, yıldız ışıkları altında şelalelerden ve köpüren gölcükten geçirip Osgiliath'tan aşağıya taşıdığı, Anduin'in haliçlerinden aşırıp Büyük Deniz'e çıkardığı söylenmiştir. Bir süre için üç yol arkadaşı sessizce ardından baktılar. Sonra Aragon konuştu. "Onu Ak Kule'den arayacaklardır," dedi, "lâkin ne dağdan ne de denizden geri dönmeyecek." Sonra yavaş yavaş şarkı söylemeye başladı: Bataklıktan, uzun otlar biten kırlardan, Rohan boyunca gelir, Yürür gelir Batı Yeli, gelir surlara erişir. "Ey gezgin yel, Batı'dan ne haberler getirdin bu gece bana? Selvi boylu Boromir'i gördün mü yıldız ya da ay ışığında?" "Yedi dereden, geniş boz bulanık sulardan geçerken gördüm onu: Gördüm boş topraklardan geçtiğini, derken kaybolduğunu Kuzey'in gölgelerine doğru. Sonra hiç görmedim onu bir daha Belki Kuzey Yeli duymuştur Denethor oğlunun borusunu ama." "Ey Boromir! Yüksek surlardan bakıyorum batıya, uzaklara, Ama kimsenin yaşamadığı boş topraklardan çıkıp gelmiyorsun bu yana."
Başlangıç: “Tuvaldeki Gölge”
Karanlık ve yalnız bir gecede, İstanbul’un boğuk ara sokaklarında, kimsenin adını bilmediği küçük bir antikacı dükkânı vardı. Zamanın unuttuğu bu dükkân, yorgun ahşap rafları ve eskimiş cam vitrinleriyle insanı içine çeken bir büyüye sahipti. Dışarıdan bakıldığında, camın ardında antika çerçeveler, eski saatler ve yıpranmış kitaplar seçilebiliyordu. Ancak antikacıya adım atanların çoğu, buradan çıktığında daha sessiz ve düşünceli olurdu. Kimileri, içeride hissettikleri tuhaf ürpertiyi bir daha unutamazdı.
Bir akşam, genç bir ressam olan Levent, antikacının vitrininde tuhaf bir tablo gördü. Tablo, belirsiz bir ormanda, yalnız bir kadını betimliyordu. Kadının yüzü soluk ve flu, sanki başka bir dünyadan yansıyormuş gibiydi. Levent, tablonun arkasındaki karanlık atmosferden etkilenmişti; bu tür bir derinliği daha önce hiçbir eserde görmemişti. Antikacıya girerken göğsünde bir sıkışma hissetti, fakat merakına yenik düştü.
---
Tablonun Geçmişi
Antikacı, Levent’in tabloyu incelediğini görünce usulca yanına sokuldu. “O tabloyu almayı düşünüyorsanız,” dedi yaşlı adam, “önce hikâyesini dinlemeniz gerek.” Levent, biraz alaycı bir gülümsemeyle, “Sanatın hikâyesi eserin kendisinde saklıdır,” diye karşılık verdi. Ancak antikacı ciddi bir ifadeyle konuşmasını sürdürdü.
“Bu tablo, yalnızca bir sanat eseri değil. Ölümün sembolik anlamını taşıyan bir aynadır. Onu yapan ressam, tuvale dokunan her fırça darbesine kendi ruhunun bir parçasını hapsetmiş. Ancak bu tablo tamamlandığında, ressamın kendisi ortadan kaybolmuş. Onun son fısıltısı şuydu: ‘Beni bu tuvale hapsettiler.’”
Levent, hikâyeden etkilenmiş ama inanmak istememişti. Yine de tabloyu satın aldı ve atölyesine götürdü.
---
Ressamın Gölgesi
Tabloyu odasının en karanlık köşesine astı. İlk günlerde onu incelemekten kendini alıkoyamıyordu. Kadının gözlerindeki derin acı ve arka plandaki ormanın yoğunluğu, ona ilham veriyordu. Ancak zamanla tablo değişmeye başladı. Kadının gözleri daha belirgin hale geliyor, arka plandaki orman ise derinleşiyordu. Bir gece, tablodaki kadının arkasında belirsiz bir gölge belirdi. Gölge, sanki Levent’e bakıyordu.
Levent, bunu bir hayal olarak düşündü. Ancak her geçen gün tablodaki detaylar değişiyordu. Kadının yüzündeki ifade, korku dolu bir hal alırken ormanın sisleri, odasının içine dolmuş gibi hissediyordu. Tuvalin önünde durduğunda, bir an için gölgenin hareket ettiğini gördü. Bu sefer gerçekten korkmaya başladı.
---
Ölüm ve Tuval
Levent, bu tuhaf değişimlere daha fazla dayanamayarak tabloyu geri götürmek için antikacıya döndü. Ancak dükkân, sanki hiç var olmamış gibi, yerinde yoktu. Yerine terk edilmiş bir bina duruyordu. Levent, elindeki tabloyu ne yapacağını bilemeden geri döndü.
Geceleri rüyalarında aynı ormanı görmeye başladı. Ormanda yürürken uzakta beliren kadını takip ediyor, ancak kadına yaklaştıkça kendini tuhaf bir boşlukta buluyordu. Bir gece, rüyasında kadının konuştuğunu işitti: “Ben ressamın ruhuyum. Beni özgür bırakmak istiyorsan, tablodaki boşluğu doldurmalısın.”
Ertesi sabah, Levent tabloyu yeniden inceledi ve bir şey fark etti: Tabloda bir boşluk vardı, sanki eksik bir detay tamamlanmayı bekliyordu. Eline fırçasını aldı ve tuvaldeki gölgenin bir parçasını tamamlamaya çalıştı. Ancak fırçasını her hareket ettirdiğinde, odada soğuk bir rüzgâr esiyor, kendi gölgesi sanki tabloya doğru çekiliyordu.
---
Son Çizim
Levent, günler boyunca tablo üzerinde çalışmaya devam etti. Ancak tabloya her fırça darbesi attığında, kendi yüzü solgunlaşıyor, gücü tükeniyordu. Bir gün, komşuları Levent’in atölyesinden hiçbir ses gelmediğini fark ederek içeri girdi. Onu yerde hareketsiz buldular. Ancak tablo, o gün tamamlanmıştı.
Tablonun artık yepyeni bir detayı vardı: Ormandaki kadının yanına genç bir adamın silueti eklenmişti. Levent’in yüzü, tıpkı tablodaki kadınınki gibi flu ve solgundu.
Tablo, bir süre sonra yeniden kayboldu. Ancak rivayetlere göre, tabloya sahip olan her kişi, sonunda onun bir parçası haline geliyordu.
---
Efsaneleşme
Bu hikâye, İstanbul’un sanat çevrelerinde fısıltılarla anlatılmaya başladı. Tabloyu görenlerin ruhunun yavaşça tuvale hapsolduğu ve ölümsüzlüğün ancak sanatın içinde bulunabileceği söyleniyordu. Ancak ölümün sembolik anlamını anlamak için, cesaret edip tabloyu görenlerin kaderini kabul etmesi gerekiyordu.
Belki de ölüm, sadece bir bitiş değil; sonsuz bir tuvaldeki iz olmanın başlangıcıydı.
Güzel bir anlatım yaptınız yine. Öğrencilerim çizim yaparken bir yandan sizlerinlerin aktarımlarını dinlemelerini tavsiye ediyorum. Bazende birlikte seyrediyoruz. Emeğiniz için teşekkürler.
Çok teşekkürler hocam 😊🙏
Çok teşekkürler.
😊🙏
💯💯💯💯
Video; sunum, müzik, tablolar ve elbette anlatımınız... tek kelimeyle mest oldum. Ne kadar az şey biliyormuşum ne kadar çok şey kaçırmışım diyorum sizler gibi bizi aydınlatan ve ilham veren insanları keşfettiğimde. Emeğinize sağlık. Ölüm temalı videolar extra etkiliyor ama üslupla çok uyumlu olmalı ve bu uyum çok etkiledi tekrar emeğinize sağlık.
Çok teşekkür ederim 😊🙏🙏
Harika anlatım ve bilgilendirme,
Sağolun.
Bu UA-cam ikinci yorumum umarım bizleri hiç bırakmaz bu kanal 🎉
Valla helal olsun videolar çok iyi. Teşekkürler. Bir de şu jenerik müziğinin tamamını bulabilsem çok daha güzel olacak. :)
Elinize sağlık.Videolarınızı bekletiyorum sınavım bitsin not ala ala izleyeceğim bütün videoları
Sınavlarınızda başarılar dilerim 😊🙏
video çok güzel olmuş elinize sağlık
14:41'deki resim Yüzüklerin Efendisi'nde Samwise Gamgee'den sonra en sevdiğim karakter Boromir'in vedası gibiydi.
"Elemle cenaze kayığını çözdüler: Akıp giden suyun bağrındaki kayık ilerlerken, Boromir öylece, huzur içinde yatıyordu. Onlar kendi kayıklarını kürekleriyle akıntıya kapılmasın diye tutarken, akarsu Boromir'i aldı götürdü. Kayık yanlarından yüzerek geçti ve yavaş yavaş, altın ışık içinde siyah bir noktacık kadar küçülerek onlardan ayrıldı; sonra aniden gözden kayboldu. Rauros hiç değişmeden gürlemeye devam etti. Nehir, Denethor oğlu Boromir'i almıştı: Minas Tirith'te, sabahları Ak Kule'de dururken görülmedi bir daha Boromir.Fakat Gondor'da, daha sonraki günlerde, uzun bir zaman boyunca, elf kayığı nin onu gece, yıldız ışıkları altında şelalelerden ve köpüren gölcükten geçirip Osgiliath'tan aşağıya taşıdığı, Anduin'in haliçlerinden aşırıp Büyük Deniz'e çıkardığı söylenmiştir. Bir süre için üç yol arkadaşı sessizce ardından baktılar. Sonra Aragon konuştu. "Onu Ak Kule'den arayacaklardır," dedi, "lâkin ne dağdan ne de denizden geri dönmeyecek." Sonra yavaş yavaş şarkı söylemeye başladı:
Bataklıktan, uzun otlar biten kırlardan, Rohan boyunca gelir, Yürür gelir Batı Yeli, gelir surlara erişir. "Ey gezgin yel, Batı'dan ne haberler getirdin bu gece bana? Selvi boylu Boromir'i gördün mü yıldız ya da ay ışığında?" "Yedi dereden, geniş boz bulanık sulardan geçerken gördüm onu: Gördüm boş topraklardan geçtiğini, derken kaybolduğunu Kuzey'in gölgelerine doğru. Sonra hiç görmedim onu bir daha Belki Kuzey Yeli duymuştur Denethor oğlunun borusunu ama." "Ey Boromir! Yüksek surlardan bakıyorum batıya, uzaklara, Ama kimsenin yaşamadığı boş topraklardan çıkıp gelmiyorsun bu yana."
Tüyleri diken diken eden bir ressam ve sizin eşsiz yorumunuzla harika bir video!
😊🙏
Keman çalan kuru kafanın kemanı neden tek tel?
Çalana sormak lazım 😅
Jenerik neden bu kadar rahatsız edici :(
Derinlerin türküsünü serpiştirdiniz.