Це відео не доступне.
Перепрошуємо.

Ömer Tuğrul İnançer-TASAVVUF İLMİNİN İSPATI VE BİLİNMEYEN GERÇEKLER

Поділитися
Вставка
  • Опубліковано 13 лип 2011
  • Ömer Tuğrul İnançer-TASAVVUF İLMİNİN İSPATI VE BİLİNMEYEN GERÇEKLER

КОМЕНТАРІ • 64

  • @ergindemir8545
    @ergindemir8545 4 роки тому +10

    Ömer tuğrul inançer hocamız bir deryadır

  • @dogalyasam7341
    @dogalyasam7341 5 років тому +10

    Bukadar güzel bu işi anlatan birine ilk defa rastladım .

  • @davutaltuntas4451
    @davutaltuntas4451 6 років тому +12

    Sayin hocam süpersin Allahim ömrüne bereket versin

  • @muratdag2082
    @muratdag2082 6 років тому +17

    Tasavvuf peygamber s a s efendimizin yoludur

  • @baranyagmur9062
    @baranyagmur9062 5 років тому +6

    Spikerde on numara maşaalah . hocam da süper elhamdullah . 😍

  • @eminesesli6098
    @eminesesli6098 5 років тому +11

    Hocam ben 44 yasimdayim 3 sene önce sizi serdar beyin ramazan programinda dinledim.artik farkediyorumki ben islami yeniden ögrendim.ne kadar zenginmisiz ne cok sorunun anlatilir cevabi varmis.artik biri bisey sorunca sadece sizin cvp vermenize bakiyorum.allah razi olsun.bu din bu kadar zengin ve anlatilir bi dildeydide biz niye hurafeye sarildik...bin kere tesekkurler

    • @hasant63
      @hasant63 4 роки тому +3

      Kardeş bir de Menzil e gitsen tam efsane olur biliyor musun?

    • @dr.nowzaradanuzumlukekim268
      @dr.nowzaradanuzumlukekim268 Рік тому

      @@hasant63 aman diyim ne menzili

    • @hasant63
      @hasant63 Рік тому

      @@dr.nowzaradanuzumlukekim268 reyis hiç kimseye hiç bir zararları yok üstelik de çok faydaları olan insanlar. Sen de git gör on numara ortam

  • @VolkanKorkmazer_Official
    @VolkanKorkmazer_Official Рік тому

    🙏👍❤️

  • @Ahmetbsz
    @Ahmetbsz 11 років тому +1

    Allah razı olsun hocam

  • @ozcanuyar9553
    @ozcanuyar9553 Рік тому

    Maşallah hocam devam seni seviyoruz insallah kişi sevdiği ile beraberdir insallh allah hidayeti kim isterse ona verir seydai tahi ks.

  • @serpildemirci4111
    @serpildemirci4111 2 роки тому

    Eyvallah ya resulullah

  • @serpildemirci4111
    @serpildemirci4111 2 роки тому

    ALLAH RAZI OLSUN

  • @irfansare5562
    @irfansare5562 4 роки тому

    Güzel bir sohbet helal olsun

  • @ismet_demir3480
    @ismet_demir3480 4 роки тому +1

    🤗💕

  • @Belgeselmod21
    @Belgeselmod21 10 років тому +9

    TASAVUFU SEYRU SÜLÜKU ALLAH TEALA RAHAMN 33 TE AÇIKLAMIŞ.TASAVUF HAKTIR.

    • @musfikaysel9857
      @musfikaysel9857 8 років тому

      +Erkan günay tasavvuf ne demek ya...biliyomusunuz... banada yazın... nesini kötülüyolar veya sen nesini savunuyolar... tasavvuf kötü bişey değil elbette siz onu kendi dininden üstünde tutuyor ya bu kötü... .. güzel kardeşim kuran Allahu Teala, "Biz Kur'an da hiç bir şeyi eksik bırakmadık" (En'am-38) başka kitaplar okuma diye anlamada bunu...oku ama kuran önce bi oku kardeşim... tasavvufdaki kamil insana ancak öyle ulaşılır...

    • @nebilcaba9692
      @nebilcaba9692 4 роки тому

      Tasavvuf Şirk üzerine bina edilmiş bir pisliktir...

    • @muhammednumanozkul7645
      @muhammednumanozkul7645 4 роки тому

      Boş konuşma

  • @necmettinozcan8519
    @necmettinozcan8519 5 років тому

    Taklitçi Olmayın!
    Taklitçi olmayın, güdülen durumundan kurtulun! İlim sahibi olun ve yaşantınıza kendiniz yön verin!
    Soru ilmin yarısı ise, kapasiten ne kadar çalışıyorsa, o kadar soracak sorun var demektir. Kişi soracak soru bulamıyorsa, o zaman da kafası çalışmıyor demektir.
    Hiçbir şeyi taklit yollu yapmayacaksın; eğer, “ben bir insanım” şuuruna sahipsen! O böyle yapıyor, ben de böyle yapayım demeyeceksin!
    “İnsan, en şerefli mahlûktur” denilmiştir.
    İnsanlık şerefine ulaşmanın ilk basamağı, neden, niçin suallerini kullanmakla başlar.
    Benim Kitabım Kur’ân!
    Tâbi olduğum kişi de Hz. Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)!
    İman ettiğim, yakînine erdiğim varlık, “ALLÂH”!
    Ben bütün insanları severim. Hiçbir insanı ayırmam. Hangi görüş, hangi düşünce, hangi din, hangi mezhep, ne olursa olsun. İmanlı olsun, imansız olsun! Hepsini severim.
    Hepsi de insandır, birer değerdir. ALLÂH’ın yaratmış olduğu varlıktır.
    “Allâh”, gereksiz, yersiz iş yapmadığına göre, “Allâh’ın” her yarattığı bir hikmete bağlı olarak yaratılmış olduğuna göre, bir değerdir.
    Öyleyse ben, var olan her varlığı severim.
    Size tavsiyem; insanlar arasında hiçbir şekilde ayrım yapmayın! Onlar arasında ayrım yapma hakkı, sadece ve sadece onları yaradana aittir.
    Ben, O’nun bir hikmetle yarattığı varlığı hor görmem, hakir göremem.
    Varsa onun eksiği kusuru, ALLÂH’ın indînde o, ALLÂH’la onun arasında olan bir şeydir.
    Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ın getirdiği din anlayışındaki insana bakış açısı budur.
    Benim anlayışımda insanlara zorlama yoktur. İnsanlara şunu yap, bunu yapma demek yoktur.
    Ben bilebildiğim kadarı ile; şu, şöyle yapılırsa böyle yarar sağlar, yapılmazsa şöyle zararı olur, diye izah ederim.
    O kişi artık nasıl dilerse öyle davranır, ister yapar, ister yapmaz.
    Çünkü, temeldeki prensip:
    “İslâm dini uygulanmasında zorlama yoktur!”
    Niye yoktur?
    Çünkü, zorlama ile insanlara bir şey yaptırmanın yararı yoktur. Şeklen, eliyle ve diliyle yapıyordur ama, içiyle yapmıyordur.
    Zorlama, insanı dinden çıkarır. Münafıklığa sokar. İmanlı olanın imanını elinden alır.
    Onun içindir ki, dinde zorlama yoktur.
    Hz. Rasûlullâh’a gelen hitap;
    “Onları uyar! Tebliğ et! Sen onlar üzerinde zorlayıcı değilsin! Vazifen bu kadardır!”
    Allâh’ın yaratmış olduğu her bir birimde bir hikmet, bir kemâlât, bir güzellik vardır.
    Ama, yanlış işler yapıyor? Yapar!
    Hepimiz yanlış iş yapıyoruz.
    Yanlış iş yapıyor diye başkasını suçlayacağımıza, önce kendi yanlışlarımızı görelim, onları düzeltelim.
    Öbür tarafa gittiğimizde bize falancanın, filancanın yanlışlarını sormayacaklar. Kendi yanlışlarımızın pahasını ödeyeceğiz.
    Öyleyse, burada kendi yanlışlarımızı düzeltmeye bakalım.
    Allâh, bizi, başkalarını terbiye edelim diye yaratmadı. Kendi kendimizi terbiye edip, geliştirip, Allâh’ı bilip, bulup, anlayıp, O’na yakîn elde edelim diye yarattı!
    “Allâh” diyoruz! Hangimiz, bu kelimenin mânâsını biliyoruz?
    “İnsan”a “Eşrefi Mahlûk” deniyor! Niçin?
    Yaratılmışların en şereflisidir. Ancak, yaratılmışların en şereflisi olabilmesi için aklını kullanabilmiş olması lazım.
    “Aklı” olmayanın “imanı” da olmaz! İman da akla bağlıdır. İman olabilmesi için şuurun yerinde olması lazımdır.
    Sarhoşun imanı olmaz! İman olabilmesi için belirttiğimiz gibi mutlak şuurun yerinde olması lazımdır.
    Sarhoşun şuuru yerinde değil! Onun için, Hz. Rasûlullâh diyor ki;
    “İçki içip, sarhoş olarak ölmüş kişi, imansız olarak ölür.”
    Sarhoş olmuş insanda şuur durur. Şuur durmuş bir vaziyette vefat ederse ne oluyor? Şuursuz bir vaziyette imansız olarak vefat etmiş oluyor.
    Hz. Rasûlullâh’ın her söylediği mutlaka belli bir sebep ve hikmete göre söylenmiştir. Ama, ne yazık ki, bizler araştırmıyoruz. Ne demek istemiştir diye araştırma yapmıyoruz, sorgulamıyoruz.
    Hz. Rasûlullâh’ın söylediği sözler, kişinin şartlanmasına ters düşünce, hiç araştırma yapmadan, düşünmeden, “olmaz böyle bir şey!” diyor.
    İyi ama, senin şartlanman lokalize bir şartlanma, lokalize bir değer yargısı!
    Birisi Türkiye’nin bilmem neresinde doğmuş, büyümüş... Bu kişi, doğduğu toplumun değer yargılarına göre yetişmiş, büyümüş, oranın şartlanmalarına göre hareket ediyor.
    Diğeri ise Avrupa’nın bilmem neresinde büyümüş, yetişmiş... O da, içinde bulunduğu toplumun şartlarına göre hareket ediyor, olayları değerlendiriyor.
    Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ı değerlendirebilmek için evvela evrensel düşünebilme kapasitesine ulaşmak lazım...
    Böyle bir kapasiteye ulaşmamış, göresel değer yargıları ve şartlanmaları olan insanların, Hz. Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)’ı anlamaları ve değerlendirebilmeleri asla mümkün değildir.
    Yöresel değer yargılarından arınıp, evrensel düşünebilmek düzeyine çıkabilen biri ancak Hz. Rasûlullâh’ı değerlendirebilir.
    Hz. Muhammed (s.a.v.) sistemi “OKU”duktan sonra, İslâm Dini’ni tebliğ etti.
    Sen SİSTEM’i “OKU”dun mu? Hayır!
    O hâlde, şartlanma yoluyla gelen birikimler insana gerçeği göstermez! İnsan, aklını ve mantığını kullanabildiği kadar değerlidir.
    Tarih, insana gerçeği değil, saptırmaları gösterir.
    Ne Emevi, ne de Abbasi tarihine inanırım. Ne Alevî tarihine, ne de Sünnî tarihine inanırım.
    Efendimizden 30 sene sonra, saltanat devirleri başlamış. Sultanların yönetimi altında tarihçiler, tarih yazmaya başlamışlar.
    Sultanların, diktatörlerin baskı rejimi altında yazılan tarihlere ne kadar inanabilirsiniz ki?
    Şimdi, bu dedikodularla kafanızı yormak yerine, yaşamın gerçeklerini görüp, değerlendirmek ve o gerçeklere göre de hayatımızı bir düzene sokmak gerek!
    Ne yapacağız, bunun için?
    Bunun için Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ın karşısına oturacağız. O’nun dediklerini anlamaya çalışacağız. O’nun anlattıkları istikametinde Kurân’ı anlamaya çalışacağız.
    Ve, Kurân’ı anlamak için de, yaşamın gerçekleri ile âyetleri özdeşleştirerek, bütünleştirerek, deşifre etmeye çalışacağız.
    Yaşamın gerçeklerine, SİSTEM’in gerçeklerine uymayan bir şeyin Kurân’da olduğunu söylerlerse, onu söyleyene kesinlikle uymayın!
    Çünkü Kur’ân, Yaşamın ve Sistemin gerçeklerini açıklayan bir Kitap’tır.
    Bunu başka türlü nakleden ya ard niyetlidir, ya da Kurân’ı anlayacak bilinç düzeyine sahip değildir.
    Kurân’da, akıl ve mantık dışı tek bir hüküm yoktur.
    İslâm Dini’ni kabullenmenin şartı:
    Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ın Nebilerin sonuncusu ve Allâh Rasûlu olduğunu kabul etmek...
    “ALLÂH” adıyla işaret edilene iman etmek...
    Ölüm sonrasında hayatın devam edeceğine inanmak...
    Her şeyin Allâh’ın kuvvet ve kudretinden, O’nun takdiri ile meydana geldiğine inanmak.
    Bunlara inandığın anda sen “mümin”sin!
    İslâm’da, kimsenin kimseyi ne dine alma ve ne de dinden çıkarma hakkı vardır. Din konusunda kimse kimseye hesap verme zorunda değildir.
    Herkes hesabını ALLÂH’a verecektir. Bu konu bu kadar açık, basit ve net iken, bu konuyu zorlaştırırlarsa, bunun hesabını çok ağır öderler.
    Hâlbuki, Hz. Muhammed (aleyhisselâm) diyor ki:
    “İnsanlara kolaylık gösterin, zorlaştırmayın! Sevdirin, nefret ettirmeyin!”
    Hakiki mânâsı ile “mümin”; Hz. Rasûlullâh’ın tebliğ ettiği hakikatlere iman etmiş kişidir.
    Hakiki mânâsı ile “müslim” ise; İlâhî iradeye tam anlamı ile mutlak teslim hâlinde olduğunun bilincinde olan kişidir.
    Müminde şirki hafî vardır. Ama müslimde asla şirk olmaz.
    Hz. İbrahim (aleyhisselâm)’ın Kurân’da geçen ifadesini hatırlayın:
    “İnni veccehtü vechiye lillezi fetaras semâvati vel erda Haniyfen ve ma ene minel müşrikiyn.”
    “Muhakkak ki ben vechimi (bilincimi) hanîf (tanrı objesiz) olarak, semâlar ve arzın Fâtır’ına (her şeyi yaratış amacına göre programlayarak Yaratan’a) yönelttim... Ben müşriklerden değilim!”(6.En’am: 79)
    İbrahim (aleyhisselâm)’ın Allâh’a teslimiyeti idrak etmesi hâlinin ifadesidir bu âyet!
    Şirki hafînin kalkmış olması gerekir ki,

  • @serpildemirci4111
    @serpildemirci4111 2 роки тому

    Selam olsun ashabı suffeye

  • @serpildemirci4111
    @serpildemirci4111 2 роки тому

    AMENNA VE SADAKNA

  • @sanangojayev2918
    @sanangojayev2918 Рік тому

    Bu programın tam bölümü var mı?

  • @cassettefetishist
    @cassettefetishist 2 роки тому

    videonun tamamını paylaşabilir misiniz?

  • @aliilimanar1343
    @aliilimanar1343 3 роки тому

    Ne alâka?
    Mezheplerle Kuran'ın bu şekilde karşılaştırılması ne alâka?
    Mezhebin birinde helâl olan bir şey, diğer mezhepte haram?
    Mezheplerle göre helâl veya haram olan bir şey, İslâm'da helâl mi, yoksa haram mı, nasıl karar verilecek?

  • @necmettinozcan8519
    @necmettinozcan8519 5 років тому

    Kur'ân ve Yeni Çağ 1.Bölüm
    Yeni bir yıla giriyoruz bugün… Yeni bir döneme…
    Hayretteyim!..
    Hicreti esas alan Müslümanların takvimine göre yüzyılın başını 27 yıl geçti ve yeni bir yıla, yeni bir döneme daha giriyoruz; ama hâlâ umdukları gibi bir “Müceddid” (yenileyici) gelmedi! Beyaz atı ve elinde kılıncıyla ya da tüfengiyle Mehdi ortaya çıkmadı! Psikiyatrinin ilgi alanına giren bazı mehdiler(!) ise konumuz dışında.
    Peki, gerçekten böyle biri mi yok? Yoksa böyle biri var da, bizim şartlandırıldığımız şekilde biri olmadığı için mi fark edemiyoruz?
    Her neyse…
    Gelmedi güya, ama biz hızla yenileniyoruz(!?) yepyeni anlayışlarla…
    Köyüme ulaşan haberlere göre…
    Laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Anayasal Kurumu ilan etti ki; vücut hatlarını gösteren kıyafetler giyen kadınlar teşhircidir!
    Muhyiddini Arabî, İbrahim Hakkı Erzurumî, Mevlâna Celâleddin, İmam Azîz Nesefî ve nice bunlar gibi burçlar ilmini (astroloji) kabul eden, astrolojik tesirlerin insanların tüm yaşamını -âhiret ve cennet boyutu dâhil- etkilediğini söyleyen kişiler din dışıdır fetvası veriyor basında ilâhiyatçılar!
    Kur’ân, insanların ölümü TATMAK suretiyle boyut değiştirip yaşamlarına devam edeceklerini bildirirken... Allâh Rasûlü, kabirdeki kişilerin canlı ve kendilerine hitap edeni duyar hâlde olduklarını vurgularken… Bütün Müslümanlar Âmentü’de “vel ba’sü badel mevt”, yani “mefta oluşumla birlikte ölüm ötesi yaşamıma bâ’s olacağıma iman ettim” derken... Ölen(!?) insanın toprak olup, sonra tekrar topraktan yaratılacağını söyleyen bir kişi İlâhiyat Fakültesi’ne Dekan seçilebiliyor; ortalıktaki bu tür ilâhiyatçılardan (tanrıbilimcilerden) ileri geçilmiyor!
    Daha, İmam Gazâli’nin açıkladığı “el Bâis” isminin anlamından ve “bâ’s”ın ne olduğundan haberleri bile yok sayın din profesörlerinin!
    FesubhanAllâh!..
    Yenileniyoruz! Her nasıl yenilenmekse! Kulağın çınlasın ey Müceddid!
    Bilinç, beynin “print-out”udur, yani dilediği kadarınının “çıktı”sı!
    Neyse…
    Dünya üzerinde yaşamakta olan bir sürü insan arasında, biz konumuza dönelim...
    YENİ ÇAĞIN şifrelerini veren “KUR’ÂN” isimli, insanlık durdukça geçerli, muhteşem bilgi kaynağının kodlarını çözmek için gerekli alt yapıyı kendimizde oluşturmaya çalışarak…
    Sonsuzluğun Muhteşem Ruhu Allâh Rasûlü Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)’ın işaretlerindeki şifreleri çözmeye çalışarak…
    Zira gerçek yeni çağ, Kurân’ın değerinin günümüz bilgileri ışığında tüm Dünya’da fark edilmesiyle yaşanacaktır… Ne var ki, bunun faturası ağır olacaktır insanlığa… Doğum kolay gerçekleşmeyecektir.
    Evet, konumuz evren içre evrenlerin hakikati… Bunu algılayan bilincimizin ne olduğu…
    Bilinç, beynin “print-out”udur, yani dilediği kadarınının “çıktı”sı!
    Beyin dahi, İngilizcede “data” denen evrensel salt “bilgi”nin, “print-out”udur!
    Dolayısıyladır ki, geçmişteki bir kısım önde gelen evliyaullâhın “âlemlerin aslı hayaldir”, “yaşananlar hayal içre hayal içre hayaldir” şeklindeki keşifleri mutlak gerçeği yansıtmaktadır!
    Ceberût âleminden, “data”dan, yani “Esmâ mertebesinden” gelip, Nâsut âleminde madde (?) dünyasında beyin olarak açığa çıkan ve tekrar geldiği yoldan “aslı”na rücu eden (dönen) anlamlar, her an var olup yokluğa gitmekteler; yüzlerce yıl önce keşif yollu algılandığı üzere.
    “Salâvat ve Ayna Nöronlar” ile “Kurân’ı Neden Anlamıyoruz?” başlıklı yazılarımda, insanın “madde” algılamasının yalnızca beş duyudan kaynaklanan bir zan olduğunu, oysa içinde yaşamakta olduğumuz gerçek boyutun çok farklı olduğunu anlatmaya çalışmıştım.
    Muhteşem bilgi kaynağı Kurân’ın ve Allâh Rasûlü’nün işaretlerinin hakkıyla değerlendirilmemesi sonucu, tamamen saptırılmış bir din anlayışının toplumlara yerleştiğini, bunun sonucunda da çoğunluğu her şeyi madde sanan ve gelecekteki yaşam boyutlarının dahi “madde” üzerine kurulu olduğunu hayal eden bir neslin yetiştiğini fark ettirmeye çabaladım.
    “Dünya’da âmâ olan (basîret körü), âhirette de ebediyen âmâ kalır” uyarısının nedenlerini anlatmaya gayret ettim.
    “Dünya” ismi bir anlamıyla üzerinde yaşadığımız arza işaret ederken, diğer anlamıyla da “kişinin dünyasına” işaret eder!
    “Dünya hayatı oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir” hükmü, “kişinin dünya”sıyla ilgilidir; fizik Dünya ile değil!
    Bütün insanlar kendi dünyalarında yaşarlar. Kendi “nokta”larının projeksiyonu içinde oluşan konideki “dünyalarında”! Birbirleriyle iletişimlerine rağmen! Rüya, bunun apaçık misalidir.
    Fizik Dünya’nın cehennemi her ne kadar Güneş ise de, Dünya, sonuçta Güneş içinde buhar olup, yok olup gidecek; algıladığımız anlamda toprak veya madde kalmayacak olsa da... Kişinin cehennemi, hem bulunduğu mahal itibarıyla, hem de içinde yaşadığı hâl itibarıyladır. İçinde bulunduğu bedeni ve yaşadığı ortamın canlıları itibarıyla yaşayacağı cehennem yanı sıra, bir de bildiğimiz anlamdaki ateş değil, kişiyi yakan manevî anlamdaki ateştir! Tıpkı çok sevdiğini, bağlı olduğunu yitiren insanın yanmasına yol açan ateş gibi! Bu olay Kurân’da, kişinin tekrar tekrar derilerini yakan ateş olarak sembolleştirilmiştir. Yoksa maddenin ve dolayısıyla maddeden oluşan bedenin olmadığı ortamda, fizik ateş tahayyülü yalnızca robot beyinlerin ezberleyip tekrar edeceği bir olaydır!
    “Dünya” ismi bir anlamıyla üzerinde yaşadığımız arza işaret ederken, diğer anlamıyla da “kişinin dünyasına” işaret eder!
    Hadislerden haberi olmayan ya da aklı basmadığı için onları inkâr eden din adamları ve ilâhiyatçıların (tanrıbilimci) bu olayı deşifre edebilmesi elbette mümkün değildir.
    “Kıyamet günü, Güneş’in Dünya’ya bir mil mesafeye geleceğini, insanların sıcaktan terlerinin bellerini ya da ağızlarını gemleyeceğini” söyleyen Allâh Rasûlü’nün nasıl bir cehennemden söz ettiğini anlamak için çok kapsamlı ve sistemli düşünen bir beyne sahip olmak gerekir. Âyet ezberleyip, üç kuruşluk aklının kavrayamadığı hadisleri inkâr eden sözde din âlimlerinin bu konuları değerlendirmesi elbette mümkün değildir.
    Olayın bu kadar açık ve sarih yanlarını kavrayamayanların, insanın hakikatini, varlığın aslını ve insanın ne yönüyle cennet diye tanımlanan boyutu, nasıl ve nerede yaşayacağını ya da neden, nasıl yaşayamayacağını anlaması ise hiç mümkün olmaz elbette.
    Öte yandan, tasavvuf menkıbeleriyle ömür tüketip; mahallelerindeki zamanın “gavs”ı(!) olan şeyh efendinin “Her şey Hak'tır, Hak’tan başka bir şey yoktur, ben de Hakk’ım, sen de Hak’sın” anlatımlarıyla avunan kişilerin, “zâhidân”ı (yoğun ibadetle tanrıya tapınan) evliyadan sanması elbette ki gayet normaldir.
    “Ben Hakk’ım” diye bağırmaya başlamanın, “Nefs-i levvâme” düzeyinde kendindeki hakikati yaşayamamanın bunalımı içindeki bilincin, “Mülhime” düzeyindeki varlığının hakikatine ait ilhamları almasının sonucu olduğunu...
    “Kâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi, kâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni” diyenin, “cübbemin altında Allâh’tan gayrı yok” diyenin, bunları “Mülhime” bilinci yaşantısı içinde aldıkları ilhamlarla söylediklerini ve orada “Velâyet”in daha kokusunu bile almamış olduklarını ne bilsin bu yolun heveslileri…
    Ne bilsinler, kerâmet sandıkları bir kısım olağan dışı olguların, “Velâyet” delili olmadığını… Müslüman olmayanlarda bile bunların açığa çıkabildiğini! İstidraç ile kerâmetin aynı mekanizmayla meydana geldiğini… Bu yüzden de, evliyaullâhın, “kevnî kerâmet”leri hoş görmeyip, “önemli olan ilmî kerâmettir” dediklerini nereden bilecekler... Peki, ne ola ki o “ilmî kerâmet” denilen?
    Kişilerin bilgilenip gerçeği görmemeleri için, her türlü araştırma, sorgulama, başkalarının eserlerini okuma yasaklanmıştır pek çok çevrede!
    Bir sürü insan, körü körüne tâbi olup, zamanın “Gavs”ı olduğunu sandığı şeyhinin öğretisiyle geçer gider Dünya’dan, kendi hayal dünyası içinde. Niceleri geçmiş böyle ve hâlâ geçmekte...
    Velâyet, “Mutmainne”de başlar en dar kapsamlı müşahededen… “Risâlet” ile son bulur en kapsamlı hâli “Sâfiye” ile…
    Velî’de başlayan müşahede, gerçeklere şahit olma kemâlâtı, Rasûl’de zirveye oturur. “Risâlet” varlığını “El
    Veliyy” isminin işaret ettiği özellikten alır. Rasûller dahi velâyetleri itibarıyla farklı kapsamlara sahiptirler.
    Nübüvvet, “dünyevî bir görevdir”; Dünya yaşamında son bulur ve âhiret yaşamında işlevi yoktur. Nebi’ler dahi Velî’dirler ve velâyet kemâlleri ile âhirette yer alırlar.
    Velâyet, varlığın hakikatini yaşama açılımıdır.
    Nübüvvet, varlıkta geçerli olan ve “Sünnetullâh” denen Sistem ve Düzen’in işleyişini bildirme ve buna göre ne yapılırsa sonucunun ne olacağını bildirme işlevidir.

  • @mahmudsamibey
    @mahmudsamibey 15 днів тому

    Programın tamamı var mı?

  • @gokhandaskn7885
    @gokhandaskn7885 7 років тому

    Enelhak demek kendisini yok edip tek Allah cc var demek fena fillah hali tasavvufta gelmedigin hali taklit olmaz...

  • @mustafacuneytkamiloglu7173
    @mustafacuneytkamiloglu7173 12 років тому +4

    Sen git abdulaziz bayındırını dinle ne işin var ehli sünnet arasında

  • @mustafacuneytkamiloglu7173
    @mustafacuneytkamiloglu7173 12 років тому

    Şefaat ve medet hükmünü anlamayan kişiler buyrun izleyin
    /watch?v=5YnfsTqDj3Q

  • @AhmetKizilhan
    @AhmetKizilhan 9 років тому +2

    Yorumlara bakiyorum da Rabbime sukurler olsun gonderdigi Kitabindan haberdar olup Resulune iftira atmayan kullari var. yukarida konusan mi? onun durumunu Allah bilir.
    keske hristiyanlarin Hz Isa ya attiklari iftiralara baksalar sonra o iftiralarin karsiliginda Kuran da bahsedilenleri gorseler. ve bunun gibilerin konusmalariyla o iftiralari karsilastirsalar

  • @mevlutkaratas6812
    @mevlutkaratas6812 2 роки тому

    Kibir küpü hurafe uzmanı

  • @mc-se6wt
    @mc-se6wt Рік тому

    Saçma sapan kendince deliller.

  • @dursunaliakyldz8943
    @dursunaliakyldz8943 4 роки тому

    Hoca kılikli senin yatacak yerin yok

  • @kemaldemir6416
    @kemaldemir6416 11 років тому

    Kuranda sünnetden örnek ver ispatlamak için.Akebe biatının tarikatla ne alakası var nasıl oraya bagladın hellal olsun hoca.Ashafı suffe de şeyh varmıydı.Tarikatla Asafbı suffe ne alaka tarikatda şıh,şeyh önemli miletin karşı çıktığı bu.Bazı kavramları söyleyerek milletin kafasını bulandırma.Allah dinini yanlış anlatankları kahretsin

    • @TheKynetsu
      @TheKynetsu 5 років тому +1

      Kaybol soytarı harici köpek allah sana lamet etsin.

  • @necmettinozcan8519
    @necmettinozcan8519 5 років тому

    Taklitçi Olmayın!
    Taklitçi olmayın, güdülen durumundan kurtulun! İlim sahibi olun ve yaşantınıza kendiniz yön verin!
    Soru ilmin yarısı ise, kapasiten ne kadar çalışıyorsa, o kadar soracak sorun var demektir. Kişi soracak soru bulamıyorsa, o zaman da kafası çalışmıyor demektir.
    Hiçbir şeyi taklit yollu yapmayacaksın; eğer, “ben bir insanım” şuuruna sahipsen! O böyle yapıyor, ben de böyle yapayım demeyeceksin!
    “İnsan, en şerefli mahlûktur” denilmiştir.
    İnsanlık şerefine ulaşmanın ilk basamağı, neden, niçin suallerini kullanmakla başlar.
    Benim Kitabım Kur’ân!
    Tâbi olduğum kişi de Hz. Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)!
    İman ettiğim, yakînine erdiğim varlık, “ALLÂH”!
    Ben bütün insanları severim. Hiçbir insanı ayırmam. Hangi görüş, hangi düşünce, hangi din, hangi mezhep, ne olursa olsun. İmanlı olsun, imansız olsun! Hepsini severim.
    Hepsi de insandır, birer değerdir. ALLÂH’ın yaratmış olduğu varlıktır.
    “Allâh”, gereksiz, yersiz iş yapmadığına göre, “Allâh’ın” her yarattığı bir hikmete bağlı olarak yaratılmış olduğuna göre, bir değerdir.
    Öyleyse ben, var olan her varlığı severim.
    Size tavsiyem; insanlar arasında hiçbir şekilde ayrım yapmayın! Onlar arasında ayrım yapma hakkı, sadece ve sadece onları yaradana aittir.
    Ben, O’nun bir hikmetle yarattığı varlığı hor görmem, hakir göremem.
    Varsa onun eksiği kusuru, ALLÂH’ın indînde o, ALLÂH’la onun arasında olan bir şeydir.
    Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ın getirdiği din anlayışındaki insana bakış açısı budur.
    Benim anlayışımda insanlara zorlama yoktur. İnsanlara şunu yap, bunu yapma demek yoktur.
    Ben bilebildiğim kadarı ile; şu, şöyle yapılırsa böyle yarar sağlar, yapılmazsa şöyle zararı olur, diye izah ederim.
    O kişi artık nasıl dilerse öyle davranır, ister yapar, ister yapmaz.
    Çünkü, temeldeki prensip:
    “İslâm dini uygulanmasında zorlama yoktur!”
    Niye yoktur?
    Çünkü, zorlama ile insanlara bir şey yaptırmanın yararı yoktur. Şeklen, eliyle ve diliyle yapıyordur ama, içiyle yapmıyordur.
    Zorlama, insanı dinden çıkarır. Münafıklığa sokar. İmanlı olanın imanını elinden alır.
    Onun içindir ki, dinde zorlama yoktur.
    Hz. Rasûlullâh’a gelen hitap;
    “Onları uyar! Tebliğ et! Sen onlar üzerinde zorlayıcı değilsin! Vazifen bu kadardır!”
    Allâh’ın yaratmış olduğu her bir birimde bir hikmet, bir kemâlât, bir güzellik vardır.
    Ama, yanlış işler yapıyor? Yapar!
    Hepimiz yanlış iş yapıyoruz.
    Yanlış iş yapıyor diye başkasını suçlayacağımıza, önce kendi yanlışlarımızı görelim, onları düzeltelim.
    Öbür tarafa gittiğimizde bize falancanın, filancanın yanlışlarını sormayacaklar. Kendi yanlışlarımızın pahasını ödeyeceğiz.
    Öyleyse, burada kendi yanlışlarımızı düzeltmeye bakalım.
    Allâh, bizi, başkalarını terbiye edelim diye yaratmadı. Kendi kendimizi terbiye edip, geliştirip, Allâh’ı bilip, bulup, anlayıp, O’na yakîn elde edelim diye yarattı!
    “Allâh” diyoruz! Hangimiz, bu kelimenin mânâsını biliyoruz?
    “İnsan”a “Eşrefi Mahlûk” deniyor! Niçin?
    Yaratılmışların en şereflisidir. Ancak, yaratılmışların en şereflisi olabilmesi için aklını kullanabilmiş olması lazım.
    “Aklı” olmayanın “imanı” da olmaz! İman da akla bağlıdır. İman olabilmesi için şuurun yerinde olması lazımdır.
    Sarhoşun imanı olmaz! İman olabilmesi için belirttiğimiz gibi mutlak şuurun yerinde olması lazımdır.
    Sarhoşun şuuru yerinde değil! Onun için, Hz. Rasûlullâh diyor ki;
    “İçki içip, sarhoş olarak ölmüş kişi, imansız olarak ölür.”
    Sarhoş olmuş insanda şuur durur. Şuur durmuş bir vaziyette vefat ederse ne oluyor? Şuursuz bir vaziyette imansız olarak vefat etmiş oluyor.
    Hz. Rasûlullâh’ın her söylediği mutlaka belli bir sebep ve hikmete göre söylenmiştir. Ama, ne yazık ki, bizler araştırmıyoruz. Ne demek istemiştir diye araştırma yapmıyoruz, sorgulamıyoruz.
    Hz. Rasûlullâh’ın söylediği sözler, kişinin şartlanmasına ters düşünce, hiç araştırma yapmadan, düşünmeden, “olmaz böyle bir şey!” diyor.
    İyi ama, senin şartlanman lokalize bir şartlanma, lokalize bir değer yargısı!
    Birisi Türkiye’nin bilmem neresinde doğmuş, büyümüş... Bu kişi, doğduğu toplumun değer yargılarına göre yetişmiş, büyümüş, oranın şartlanmalarına göre hareket ediyor.
    Diğeri ise Avrupa’nın bilmem neresinde büyümüş, yetişmiş... O da, içinde bulunduğu toplumun şartlarına göre hareket ediyor, olayları değerlendiriyor.
    Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ı değerlendirebilmek için evvela evrensel düşünebilme kapasitesine ulaşmak lazım...
    Böyle bir kapasiteye ulaşmamış, göresel değer yargıları ve şartlanmaları olan insanların, Hz. Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)’ı anlamaları ve değerlendirebilmeleri asla mümkün değildir.
    Yöresel değer yargılarından arınıp, evrensel düşünebilmek düzeyine çıkabilen biri ancak Hz. Rasûlullâh’ı değerlendirebilir.
    Hz. Muhammed (s.a.v.) sistemi “OKU”duktan sonra, İslâm Dini’ni tebliğ etti.
    Sen SİSTEM’i “OKU”dun mu? Hayır!
    O hâlde, şartlanma yoluyla gelen birikimler insana gerçeği göstermez! İnsan, aklını ve mantığını kullanabildiği kadar değerlidir.
    Tarih, insana gerçeği değil, saptırmaları gösterir.
    Ne Emevi, ne de Abbasi tarihine inanırım. Ne Alevî tarihine, ne de Sünnî tarihine inanırım.
    Efendimizden 30 sene sonra, saltanat devirleri başlamış. Sultanların yönetimi altında tarihçiler, tarih yazmaya başlamışlar.
    Sultanların, diktatörlerin baskı rejimi altında yazılan tarihlere ne kadar inanabilirsiniz ki?
    Şimdi, bu dedikodularla kafanızı yormak yerine, yaşamın gerçeklerini görüp, değerlendirmek ve o gerçeklere göre de hayatımızı bir düzene sokmak gerek!
    Ne yapacağız, bunun için?
    Bunun için Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ın karşısına oturacağız. O’nun dediklerini anlamaya çalışacağız. O’nun anlattıkları istikametinde Kurân’ı anlamaya çalışacağız.
    Ve, Kurân’ı anlamak için de, yaşamın gerçekleri ile âyetleri özdeşleştirerek, bütünleştirerek, deşifre etmeye çalışacağız.
    Yaşamın gerçeklerine, SİSTEM’in gerçeklerine uymayan bir şeyin Kurân’da olduğunu söylerlerse, onu söyleyene kesinlikle uymayın!
    Çünkü Kur’ân, Yaşamın ve Sistemin gerçeklerini açıklayan bir Kitap’tır.
    Bunu başka türlü nakleden ya ard niyetlidir, ya da Kurân’ı anlayacak bilinç düzeyine sahip değildir.
    Kurân’da, akıl ve mantık dışı tek bir hüküm yoktur.
    İslâm Dini’ni kabullenmenin şartı:
    Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ın Nebilerin sonuncusu ve Allâh Rasûlu olduğunu kabul etmek...
    “ALLÂH” adıyla işaret edilene iman etmek...
    Ölüm sonrasında hayatın devam edeceğine inanmak...
    Her şeyin Allâh’ın kuvvet ve kudretinden, O’nun takdiri ile meydana geldiğine inanmak.
    Bunlara inandığın anda sen “mümin”sin!
    İslâm’da, kimsenin kimseyi ne dine alma ve ne de dinden çıkarma hakkı vardır. Din konusunda kimse kimseye hesap verme zorunda değildir.
    Herkes hesabını ALLÂH’a verecektir. Bu konu bu kadar açık, basit ve net iken, bu konuyu zorlaştırırlarsa, bunun hesabını çok ağır öderler.
    Hâlbuki, Hz. Muhammed (aleyhisselâm) diyor ki:
    “İnsanlara kolaylık gösterin, zorlaştırmayın! Sevdirin, nefret ettirmeyin!”
    Hakiki mânâsı ile “mümin”; Hz. Rasûlullâh’ın tebliğ ettiği hakikatlere iman etmiş kişidir.
    Hakiki mânâsı ile “müslim” ise; İlâhî iradeye tam anlamı ile mutlak teslim hâlinde olduğunun bilincinde olan kişidir.
    Müminde şirki hafî vardır. Ama müslimde asla şirk olmaz.
    Hz. İbrahim (aleyhisselâm)’ın Kurân’da geçen ifadesini hatırlayın:
    “İnni veccehtü vechiye lillezi fetaras semâvati vel erda Haniyfen ve ma ene minel müşrikiyn.”
    “Muhakkak ki ben vechimi (bilincimi) hanîf (tanrı objesiz) olarak, semâlar ve arzın Fâtır’ına (her şeyi yaratış amacına göre programlayarak Yaratan’a) yönelttim... Ben müşriklerden değilim!”(6.En’am: 79)
    İbrahim (aleyhisselâm)’ın Allâh’a teslimiyeti idrak etmesi hâlinin ifadesidir bu âyet!
    Şirki hafînin kalkmış olması gerekir ki, kişi tam bir kâmil müslim olabilsin.