Ceren hanım tarihi iyi derecede okumak dijital dünyada aydınlatmak.bu vatan için bir taş koyan başta MUSTAFA KAMAL ATATÜŔK ve silah arkadaşları ve nice şehitlerimiz nur içinde yatsınlar.
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN 28 NİSAN 1920 TARİHİNDE OYBİRLİĞİYLE ALDIĞI KARAR ÜZERE, SULTAN MEHMET VAHİDETTİN'E GÖNDERDİĞİ MECLİSİN BAĞLILIK TELGRAFI; Halife ve Yüce Hâkânımız Efendimiz; İstanbul'un işgali ve yine yaşanan faciaları araştırıp incelemek ve Saltanatı seniyyenin hak ve hukukunu ve milli istiklâlimizi savunmak ve temin etmek maksadıyla bu defa Ankara da Büyük Millet Meclisi halinde toplandık. Anadolu'nun düşman işgali altında olmayan her köşesinden gelen ve millet tarafından olağanüstü yetkilerle seçilen milletvekilleri ittifakla aldıkları bir kararla siz Padişahımız hazretlerine bazı hakikatleri anlatmayı bir sadakat ve kulluk vazifesi bildiler. Padişahımız: Siz Hünkarımızın malumu olduğu üzeredir ki,Osmanlı Hanedanın mübarek ve yüce atası olan Sultan Osman Gazi, milli tarihimizin mesut ve mübarek sayılan bir gecesinde hatırası nesillerden nesillere aktarılan bir rüya görmüştü. O rüyanın, üç kıta üzerine gölgesini salan ve altında yüz milyonluk bir dünya barındıran Kutsal ağacından artık bütün dallar kesilmiş ve yalnız ortada muazzam bir gövde kalmıştır. Yüce atalarımızın Rumeli de kendi başına bir Cihan olan toprakları fethedip ele geçirirken ordularını bu Anadolu topraklarından davet eder ve uzak memleketlerin büyük ana hatlarını, askeri yollarını korumak üzere yine Anadolu'dan halkları götürür ve en mühim noktalara yerleştirirdi. Bu halk Bosna-Hersek ve Mora içlerine kadar yayıldı.Basra körfezine kadar Suriye ve Filistin yollarında kısım kısım yerleştirildi. Padişahımız: Osmanlı Devleti'nin şeref ve bekası için Anadolu halkı asırlardır hayatlarını feda etmeyi kendine Kutsi bir borç bilmiştir. Anadolu boşaldı. Anadolu viran oldu,fakat iklimlerden iklimlere uzayan Osmanlı Hakanlığımızın yüceliği ve kudreti için her sıkıntıyı,her felâketi canına minnet bildi. Osmanlı öyle bir topraktır ki; Macaristan içlerinden Yemen çöllerine kadar, Kafkas eteklerinden Basra körfezine kadar, kuşak kuşak uzayıp giden uçsuz bucaksız şehitliklerle kuşatılmış, ve o şehitlikleri her yerden fazla şimdi hürriyet ve istiklâli için yeni bir halk direnişi yapan bu eski Anadolu verdi. Yüce Padişahımız: İslâmın her tarafta hezimete uğrayan bayrakları gelip onun(İslam'ın)ufkunda toplandı. Onun ufukların da kendine sığınak ve kurtuluş aradı. İzmirin işgali üzerine Osmanlı Memleketlerinin en mamur ve mesut kısımları nasıl ateşle,yağma ve katliamlarla baştan başa harap oldu bilirsiniz. Hiçbir hakka hukuka dayanmayan ve milletinizi son yurdunda esaret altına düşürmeyi emel edinen bu vahşi akından siz Padişahımızın kalbinin duyduğu acı ve ızdırapları dünya basınına bizzat göndermiştiniz. İzmirin işgali, Adana faciaları; Bu faciaları Maraş,Antep toprakları ve onu da falaketlerimizin en büyüğü olmak üzere İstanbul'un işgali takip etti. Soyundan yetiştiğimiz bu millet, binlerce seneden beri dünyanın en muhteşem tahtlarına Sultanlar yetiştirmiş ve hür yaşamış olan bir millet sıfatıyla ne yapabiliirdi ? Siz Padişahını can yakıcı bir harp sonucu ordularını kullanmaktan engellenmiş ve yasaklanmış olarak gördüğü için kendi kendine silaha sarıldı ve nerede anavatanı saldırıya uğramışsa oraya dinî ve millî namusunu korumak için koştu. Padişahımız, Kafkasyanın İslam kahramanları,babalarının ocaklarını, kendilerinden yüz kere daha kuvvetli bir düşmana karşı otuz sene kadın ve erkek müdafaa ettiler. Zavallı Fas on senedir Fransız işgalini tanımıyor ve silahını teslim etmiyor. Libya bir avuç toprağı ve kahramanıyla aynı mücade içindedir. Bugün İslam Dünyasının her tarafı kendini korumak için silahtan tamamen mahrum bir haldeyken, zulüm ve ihanetin boyunduruğunu atmak için ayaklanıp isyan ederken Abbasî ve Fatımî Halifeliklerinden, Selçuklu Türklerinden beri hemen hemen bin yüz seneyi aşan bir zamandır istiklâl ve hürriyet vede din için gaza eden büyük milletiniz; Asya'nın ve İslam'ın bayraktarı diye dünyaca bir şöhreti olan milletiniz, kurtuluşunu canına susamış düşmanlarının merhametinden bekler mi? Yüce Padişah Efendimiz,Milli Müdafaamızı mübarek Padişahlık makamınıza karşı bir isyan sûretinde göstermek,ve halkı aldatmak için sürekli olarak çalışan hainler var. Onlar milleti birbirine kırdırmak ve düşman işgaline yolu açık bırakmak istiyorlar. Halbuki ölende öldürülende sizindir. Hepsi aynı derecede sizin sadık evladınızdır. Millî Müdafaamızı, düşmanların bayrakları babalarımızın ocakları üzerinden çekilinceye kadar terk edemeyiz. Her yeri bir büyük Hakanımız ve Padişahımızın, Allah ve Din aşkına görkemli ve heybetli bir delili olan İstanbul Camiileri etrafında düşmanlar gezdikçe, öz vatanın üstünden yabancı adamların ayakları çekilmedikçe biz mücadelemize devam etmeye mecburuz. Cenabı hak, atalarımızın yurdunu koruyan,halife ve Padişahının şeref ve istiklâli için uğraşan evlatlarınızla beraberdir. Kendi hükümetimiz altında bedbaht ve fakir yaşamak, yabancı esareti pahasına nail olacağımız huzur ve saadetten bin kere yeğdir. Padişahımız, kalbimiz sadakat ve kulluk hissiyle dolu olarak tahtınızın etrafında herzamankinden daha sıkı gönül bağı ile toplanmış bulunuyoruz,[[ Toplantısının ilk sözü Padişahına sadakat olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, son sözünün de yine bundan ibaret olacağını yüce kapılarınıza en büyük ta'zim ve alçak gönüllülükle arz eder.]] Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 27 Nisan 1336(1920) Kaynak: -------------- 28 Nisan 1920 tarihli TBMM zabıtları,sayfa: 123-124
Bu gibi yayınları yaptığınız için teşekkürler. Bu yayınları yapmak sizin bu vatana ve atamıza borcunuz Bu yayınları yaymak bizim bu vatana ve atamıza borcumuz 🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷
Arsivdeki bu belgeler 50-60 yil once halktan neden saklandi. Aciklanmadiki. Bunlari anlattiklariniz icin sonsuz tesekkurler. Damatlari be yandaslari bugunde goruyoruz. Ulu onder ATATURKUN genclige hitabesini okumak yeterli olur. Ne mutlu TURKUM diyene. 🙏🇹🇷👏
Mabeyn(Protokol) Başkatibi Ali Fuat Türkgeldi beyin 1949 senesinde Türk Tarih Kurumu yayınları tarafından yayınlanmış olan "GÖRÜP İŞİTTİKLERİM"isimli hatıratından Sultan Vahidettin ile alakalı çok mühim bir hatıra olarak diyor ki; Ali Fuat Türkgeldi; "21 Ocak 1919 Salı günü (Hünkarımız tarafından) Resmî bir ma'ruzât için huzura çağrıldım. Halktan gelen ma'ruzatlar çıkarıldıktan sonra müstediyat aralığında ehemmiyet arz eden üç kıt'a gelen telgrafnameyi ayırıp hususî surette okudum. Biri Bosna-Hersek ahalisinden üç yüz bin müslümanın milli hak ve hukuklarının korunması için siz Padişah hazretlerinden yardım, diğeri "Urla"da Rumların müslüman halka karşı yaptıkları zulümler ve saldırılardan bahisle kapsayıcı, üçüncüsü de "Van" ahâlisinden olup hükümetçe "Burdur" sancağına nakil ve boşalan Ermeni evlerine iskân edilmiş olan altı bin müslümanın sekiz aydır yevmiyeleri kesilip ve ikamet edildikleri evler dahi asıl sahiplerine iade olunmak üzere tahliye ettirilip aç ve ilaçsız sokak ortalarında kaldıkları beyâniyle Hünkarımızı merhamete getirmeye hâvi idi. Bu üçüncü telgrafı okur okumaz, Zâtı Şâhâne( Sultan Vahideddin) gözlerinden yaşlar gelerek; "Dün (Beylerbeyi sarayının keyfi olarak işgalinden dolayı) siz ağlıyordunuz; Bugün de ben ağlıyorum,ne yapayım?Buna insanlık kuvveti,hatta paygamberlik kuvveti bile kâfi gelmez. Ancak Allah'ın vereceği kuvvete muhtacım...dedi. ...Bu ecnebiler pek emansız!. Gece gündüz ne çektiğimi bir Allah bilir bir ben bilirim. Bize baskıyla Meclisi Mebusan'ı dağıttırdılar. Fikirlerini gizlemek değil adeta açıktan açığa ortaya çıkarıyorlar... ... Ben milletimin ateşli külü üzerine oturdum, taht-ı saltanatın kuş tüyünden minderleri üzerine oturup gömülmedim. Bunlardan kimseye bahsedilmiyor; millete de malumat verilemiyor. Elbette tarih birgün hakikatleri yazar. Siz sırdaşım olduğunuz için çok mahrem olarak yalnızca size söylüyorum. Vâkıa merhum biraderim (Sultan Reşat) da içerdeki galip bir kuvvetin(İttihatçıların)baskısı altındaydı. Lakin ben onun kat be kat üstünde olarak savaş gemilerinin toplarıyla mücehhez bir kuvvet karşısında bulunuyorum. Eğer akıllı, kötü niyetsiz ve tarafsız olarak devleti iyi idare edecek bir halefim olsaydı ömrümün bu son devrinde bu büyük eziyeti vallahi, billahi ve tallahi kabul etmezdim. Taht-ı saltanat ile teneşir tahtası arasında ne kadar mesafe var bilirim; siz de gözünüzle gördünüz,bir tarafta taht,bir tarafta tabut duruyordu dedi. Ben de pek ziyade çok üzgün olarak: "Hakikaten Allah'ın vereceği kuvvete muhtacız,ancak Merhametlilerin en merhametlisi olan Cenab-ı Allah o kuvveti siz Hünkarımıza ihsan buyurarak yine Allah'ın vereceği kuvvetle bu işlerin tamamını bir neticeye bağlamaya inşaallah sizi muvaffak eylesin. "dedim. Kaynak; ----------------- Ali Fuat Türkgeldi,Görüp İşittiklerim isimli hatıratından sayfa: 176-183, Türk Tarih Kurumu yayınları
FEVZİ ÇAKMAK’IN ANKARA’YA GELİŞİ VE KARŞILANMASI Osmanlı Harbiye Nazırı Fevzi Çakmak, 24 Nisan’da Sultan Vahdettin tarafından Ankara’ya gönderilir. Mareşal, 27 Nisan’da Ankara’ya gelir, Meclis’te tarihî bir konuşma yapar. Bu konuşma Meclis zabıtlarında vardır; konuşmanın metnine internetten de ulaşabilirsiniz. Meclis’in açılışının dördüncü günüdür. Ortam hareketlidir. Meclis kürsüsünde Meclis Başkanı sıfatıyla Mustafa Kemal Paşa şunları söyler: “Efendim resmî görüşmelere geçmeden bir şey arz etmek istiyorum. İstanbul’dan Harbiye Nazırı Fevzi Paşa hazretleri Ankara’ya girmek üzereler. Eğer tensip buyurursanız meclisimizden bir heyet Fevzi Paşa hazretlerini karşılamak üzere yola çıksın. (Meclisten “hep beraber karşılamaya gidelim” sesleri) Mustafa Kemal, “Peki efendim, o halde bütün Meclis olarak hep beraber karşılamaya gidelim. Bu sebeple Meclisi tatil ediyorum” der. Mareşal, tren garında heyecanla karşılanır. Meclis’e getirilir. Bir süre dinlenir. Sonra alkışlar eşliğinde kürsüye çağrılır. Ve şu tarihî konuşmayı yapar: *** “Sevgili mebus arkadaşlar! Söze başlarken İstanbul’un esaret muhitinden kurtularak Ankara’nın hür muhitine geldiğimden dolayı Cenab-ı Hakk’a hamd ve şükür ederim. (Şiddetli alkışlar) Ve beni böyle karşılayan sizlere de teşekkür ederim. Efendiler, gerek padişahımız efendimiz hazretleri, gerek bendeniz, beş yüz senelik bakir payitahtımızın ilk defa düşman tarafından işgali faciasını görmek bedbahtlığına uğramış felaketzedelerdeniz. İstanbul’un işgal edildiği gece İngilizler arabalarla, İstanbul’a, Üsküdar ve Beyoğlu’na bahriye askerleri çıkartarak tüm ehemmiyetli yerleri tuttular. […] Harbiye Nezaretini işgal ederek benim makam odama kadar süngülü neferlerini soktular ve onlar tarafından belirlenen emirleri vermemi istediler. Göğsüne düşman süngüsü dayanmış bir harbiye nazırı, İstanbul’un hür ve makam-ı hilafet olmak meziyetini kaybettiğini görmüş ve bakan olmak sıfatı ile çok üzülmüştüm. Bu konuda derhal Sadrazama (Başbakan’a) malumat verdim. Bakanlar Kurulu’nun toplanması emrini verdi. Ben de bu toplantıya odamın içinde ve dışında bulunan 400 İngiliz askerinin ve onlarla iş birliği yapan Ermeni ve Rum vatandaşların arasından, nefret dolu bakışları altında katılmak üzere bakanlık binasından çıktım. (Kahrolsunlar sadaları…) Hükümet de askerlerimizin şehit olması noktasında lazım gelen protestoyu yazmada geç kalmadı. “SULTAN VAHDETTİN: ANKARA’YLA İRTİBATI KESMEYİN” Bir gün sonra Padişahımız efendimizle görüşmek üzere Cuma selamlığına gittim. Namazdan evvel padişahımız bendenizi kabul ettiler. Fevkalâde üzgün bir halde bulunuyorlardı. Ve bana dediler ki; -‘Ben bugün böyle müthiş bir azap içinde camiye gelmek istemiyordum fakat halife olmam veçhiyle bu Cuma selamlığı bana bir dînî mükellefiyet’ diyerek üzüntüsünü dile getirdi. […] -‘Paşam aman Anadolu ile irtibatı temin ediniz.’ Ben de; -‘Efendim irtibat hazırdır. Fakat İngilizler sıkıntı çıkartıyor.’ dedim. -‘Olsun sakın Anadolu ile irtibatı kesmeyiniz’ buyurdular. Arkadaşlar! İngilizler bizden ve padişahımız efendimizden Anadolu harekâtını ve Kuvay-i Milliye’yi inkâr ve reddetmemizi istediler. Biz bunu kabul edemezdik ve etmedik de. Çünkü Kuvay-ı Milliye’yi reddetmek doğrudan doğruya halkı reddetmektir. Biz bunun farkındaydık. Sonra dediler ki; -‘Siz ve Padişahınız Kuvay-ı Milliye’ yi reddetmezseniz bütün yolları keseceğiz. Anadolu’ya giden tüm buğdaylara el koyup yalnızca bize yakın olan Ermeni ve Rum halka buğday verip, Türk halkını açlığa terk ederiz.’ Hükümet olarak biz ve Padişahımız buna rağmen Anadolu harekâtı ve Kuvay-ı Milliye aleyhinde en küçük bir söz söylemedik. Zinhar söyleyemezdik (Meclisten kahrolsunlar sedaları)… “MUSTAFA KEMAL’i İDAM FETVASI, SÜNGÜ ZORUYLA ALINDI” Padişahımız Ankara’nın zaferleriyle sevinip başarısızlıkları ile hüzünlenmekteydi. O sıralarda hepinizin malumu olduğu üzere İngilizler baskıyla, tehditle o mahut fetvayı aldılar (İdam fetvasını diyor) Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi’nin imzaladığı, Mustafa Kemal hakkındaki idam fermanı. Malumunuz olduğu üzere o fetva süngü zoru ile alınmış ve İslam milletinin birbirine düşürülmesi hesaplanmıştı. O fetva acı bir vesikadır. Millet ve siz sanırım bu fetvanın geçerli olmadığını ve hangi şartlarda zorla yazdırıldığını anlamışsınızdır. (Tüm Meclisten “Şüphesiz” sedası yükselir…) Konya Milletvekili Refik Bey; “Zaten o fetvanın bizce bir hükmü yoktur. Hangi baskılarla yaptırıldığı bizce de malumdur” der. Fevzi Çakmak, sözlerini bitirerek kürsüden iner.
Putunuzun ateşi bol olucak Padişah'ın değil 😂 Milletin dini duygularını kullanarak Milleti arkasına alıp Padişaha karşı çıkan sonra Milletin isteklerinin tam tersini yapan Paşa kılıklı Mürtedin ateşi bol olucak
Sevr’den her bahsedildiğinde “Mecelle-i Mesaib” (Musibetler Mecmuası) diyen Sultan Vahidüddin, Avni Paşa’ya dikte ettirdiği hatıralarında kendini şöyle ifade etmiştir; *“…O Sevr ki ilk defa elime aldığımda keskin bir acı ve korkulu bir ürperti hissettim… Sevr bana göre ne bir antlaşma ne de bir paktı. Kötülüğün baştan aşağıya ta kendisiydi.* *Bu belge elime geldiğinde, mecburi ve geçici bir imza taktiğiyle (Sevr de sadece delegelerin imzasıyla) biraz zaman kazanmaya çalıştım. Eğer işler kötü gider ve bu oyalamayı başaramazsam antlaşmayı imzalamaktansa tahtan feragate kararlıydım”*
FEVZİ ÇAKMAK’IN ANKARA’YA GELİŞİ VE KARŞILANMASI Osmanlı Harbiye Nazırı Fevzi Çakmak, 24 Nisan’da Sultan Vahdettin tarafından Ankara’ya gönderilir. Mareşal, 27 Nisan’da Ankara’ya gelir, Meclis’te tarihî bir konuşma yapar. Bu konuşma Meclis zabıtlarında vardır; konuşmanın metnine internetten de ulaşabilirsiniz. Meclis’in açılışının dördüncü günüdür. Ortam hareketlidir. Meclis kürsüsünde Meclis Başkanı sıfatıyla Mustafa Kemal Paşa şunları söyler: “Efendim resmî görüşmelere geçmeden bir şey arz etmek istiyorum. İstanbul’dan Harbiye Nazırı Fevzi Paşa hazretleri Ankara’ya girmek üzereler. Eğer tensip buyurursanız meclisimizden bir heyet Fevzi Paşa hazretlerini karşılamak üzere yola çıksın. (Meclisten “hep beraber karşılamaya gidelim” sesleri) Mustafa Kemal, “Peki efendim, o halde bütün Meclis olarak hep beraber karşılamaya gidelim. Bu sebeple Meclisi tatil ediyorum” der. Mareşal, tren garında heyecanla karşılanır. Meclis’e getirilir. Bir süre dinlenir. Sonra alkışlar eşliğinde kürsüye çağrılır. Ve şu tarihî konuşmayı yapar: *** “Sevgili mebus arkadaşlar! Söze başlarken İstanbul’un esaret muhitinden kurtularak Ankara’nın hür muhitine geldiğimden dolayı Cenab-ı Hakk’a hamd ve şükür ederim. (Şiddetli alkışlar) Ve beni böyle karşılayan sizlere de teşekkür ederim. Efendiler, gerek padişahımız efendimiz hazretleri, gerek bendeniz, beş yüz senelik bakir payitahtımızın ilk defa düşman tarafından işgali faciasını görmek bedbahtlığına uğramış felaketzedelerdeniz. İstanbul’un işgal edildiği gece İngilizler arabalarla, İstanbul’a, Üsküdar ve Beyoğlu’na bahriye askerleri çıkartarak tüm ehemmiyetli yerleri tuttular. […] Harbiye Nezaretini işgal ederek benim makam odama kadar süngülü neferlerini soktular ve onlar tarafından belirlenen emirleri vermemi istediler. Göğsüne düşman süngüsü dayanmış bir harbiye nazırı, İstanbul’un hür ve makam-ı hilafet olmak meziyetini kaybettiğini görmüş ve bakan olmak sıfatı ile çok üzülmüştüm. Bu konuda derhal Sadrazama (Başbakan’a) malumat verdim. Bakanlar Kurulu’nun toplanması emrini verdi. Ben de bu toplantıya odamın içinde ve dışında bulunan 400 İngiliz askerinin ve onlarla iş birliği yapan Ermeni ve Rum vatandaşların arasından, nefret dolu bakışları altında katılmak üzere bakanlık binasından çıktım. (Kahrolsunlar sadaları…) Hükümet de askerlerimizin şehit olması noktasında lazım gelen protestoyu yazmada geç kalmadı. “SULTAN VAHDETTİN: ANKARA’YLA İRTİBATI KESMEYİN” Bir gün sonra Padişahımız efendimizle görüşmek üzere Cuma selamlığına gittim. Namazdan evvel padişahımız bendenizi kabul ettiler. Fevkalâde üzgün bir halde bulunuyorlardı. Ve bana dediler ki; -‘Ben bugün böyle müthiş bir azap içinde camiye gelmek istemiyordum fakat halife olmam veçhiyle bu Cuma selamlığı bana bir dînî mükellefiyet’ diyerek üzüntüsünü dile getirdi. […] -‘Paşam aman Anadolu ile irtibatı temin ediniz.’ Ben de; -‘Efendim irtibat hazırdır. Fakat İngilizler sıkıntı çıkartıyor.’ dedim. -‘Olsun sakın Anadolu ile irtibatı kesmeyiniz’ buyurdular. Arkadaşlar! İngilizler bizden ve padişahımız efendimizden Anadolu harekâtını ve Kuvay-i Milliye’yi inkâr ve reddetmemizi istediler. Biz bunu kabul edemezdik ve etmedik de. Çünkü Kuvay-ı Milliye’yi reddetmek doğrudan doğruya halkı reddetmektir. Biz bunun farkındaydık. Sonra dediler ki; -‘Siz ve Padişahınız Kuvay-ı Milliye’ yi reddetmezseniz bütün yolları keseceğiz. Anadolu’ya giden tüm buğdaylara el koyup yalnızca bize yakın olan Ermeni ve Rum halka buğday verip, Türk halkını açlığa terk ederiz.’ Hükümet olarak biz ve Padişahımız buna rağmen Anadolu harekâtı ve Kuvay-ı Milliye aleyhinde en küçük bir söz söylemedik. Zinhar söyleyemezdik (Meclisten kahrolsunlar sedaları)… “MUSTAFA KEMAL’i İDAM FETVASI, SÜNGÜ ZORUYLA ALINDI” Padişahımız Ankara’nın zaferleriyle sevinip başarısızlıkları ile hüzünlenmekteydi. O sıralarda hepinizin malumu olduğu üzere İngilizler baskıyla, tehditle o mahut fetvayı aldılar (İdam fetvasını diyor) Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi’nin imzaladığı, Mustafa Kemal hakkındaki idam fermanı. Malumunuz olduğu üzere o fetva süngü zoru ile alınmış ve İslam milletinin birbirine düşürülmesi hesaplanmıştı. O fetva acı bir vesikadır. Millet ve siz sanırım bu fetvanın geçerli olmadığını ve hangi şartlarda zorla yazdırıldığını anlamışsınızdır. (Tüm Meclisten “Şüphesiz” sedası yükselir…) Konya Milletvekili Refik Bey; “Zaten o fetvanın bizce bir hükmü yoktur. Hangi baskılarla yaptırıldığı bizce de malumdur” der. Fevzi Çakmak, sözlerini bitirerek kürsüden iner.
@@tark78 Yusuf Kaplan'ın (Şiddetli bir Kadir Mısıroğlu yanlısıdır) internet blogu yazısından alınmış aynı yazı. Kaynaksız, belgesiz bir yazı. Ne zamandan beri internet bloglarından yahut sağlam olmayan tarihi kişiliklerin anılarından aldığımız "tarihi belgeleri" (!) alır olduk? Tarihe ve tarihsel kaynak vermeye ihanettir bu. Ne zamanda aldık bu geleneği söyleyeyim mi? İki kitap okudu diye kendine tarihçi diyen Kadir Mısıroğlu zamanında aldık bu cinayet geleneğini. Ve sizin gibi çürük tohumlar bunu devam ettirerek "Yalan tarih anlatıyorlar, gerçeği bizimki" diyerek yeni oluşan nesli mikroplu bir geleceğe teslim ediyorsunuz. Bunu bile bile kendi menfaatlerinizi gerçekleştirmek için yapıyorsunuz. Allah da sizi bildiği gibi yapsın.
Mabeyn(Protokol) Başkatibi Ali Fuat Türkgeldi beyin 1949 senesinde Türk Tarih Kurumu yayınları tarafından yayınlanmış olan "GÖRÜP İŞİTTİKLERİM"isimli hatıratından Sultan Vahidettin ile alakalı çok mühim bir hatıra olarak diyor ki; Ali Fuat Türkgeldi; "21 Ocak 1919 Salı günü (Hünkarımız tarafından) Resmî bir ma'ruzât için huzura çağrıldım. Halktan gelen ma'ruzatlar çıkarıldıktan sonra müstediyat aralığında ehemmiyet arz eden üç kıt'a gelen telgrafnameyi ayırıp hususî surette okudum. Biri Bosna-Hersek ahalisinden üç yüz bin müslümanın milli hak ve hukuklarının korunması için siz Padişah hazretlerinden yardım, diğeri "Urla"da Rumların müslüman halka karşı yaptıkları zulümler ve saldırılardan bahisle kapsayıcı, üçüncüsü de "Van" ahâlisinden olup hükümetçe "Burdur" sancağına nakil ve boşalan Ermeni evlerine iskân edilmiş olan altı bin müslümanın sekiz aydır yevmiyeleri kesilip ve ikamet edildikleri evler dahi asıl sahiplerine iade olunmak üzere tahliye ettirilip aç ve ilaçsız sokak ortalarında kaldıkları beyâniyle Hünkarımızı merhamete getirmeye hâvi idi. Bu üçüncü telgrafı okur okumaz, Zâtı Şâhâne( Sultan Vahideddin) gözlerinden yaşlar gelerek; *"Dün (Beylerbeyi sarayının keyfi olarak işgalinden dolayı) siz ağlıyordunuz; Bugün de ben ağlıyorum,ne yapayım?Buna insanlık kuvveti,hatta paygamberlik kuvveti bile kâfi gelmez. Ancak Allah'ın vereceği kuvvete muhtacım...dedi.* *...Bu ecnebiler pek emansız!. Gece gündüz ne çektiğimi bir Allah bilir bir ben bilirim. Bize baskıyla Meclisi Mebusan'ı dağıttırdılar. Fikirlerini gizlemek değil adeta açıktan açığa ortaya çıkarıyorlar...* *...Ben milletimin ateşli külü üzerine oturdum, taht-ı saltanatın kuş tüyünden minderleri üzerine oturup gömülmedim. Bunlardan kimseye bahsedilmiyor; millete de malumat verilemiyor. Elbette tarih birgün hakikatleri yazar. Siz sırdaşım olduğunuz için çok mahrem olarak yalnızca size söylüyorum. Vâkıa merhum biraderim (Sultan Reşat) da içerdeki galip bir kuvvetin (İttihatçıların)baskısı altındaydı. Lakin ben onun kat be kat üstünde olarak savaş gemilerinin toplarıyla mücehhez bir kuvvet karşısında bulunuyorum. Eğer akıllı, kötü niyetsiz ve tarafsız olarak devleti iyi idare edecek bir halefim olsaydı ömrümün bu son devrinde bu büyük eziyeti vallahi, billahi ve tallahi kabul etmezdim. Taht-ı saltanat ile teneşir tahtası arasında ne kadar mesafe var bilirim; siz de gözünüzle gördünüz,bir tarafta taht,bir tarafta tabut duruyordu dedi.* Ben de pek ziyade çok üzgün olarak: *"Hakikaten Allah'ın vereceği kuvvete muhtacız,ancak Merhametlilerin en merhametlisi olan Cenab-ı Allah o kuvveti siz Hünkarımıza ihsan buyurarak yine Allah'ın vereceği kuvvetle bu işlerin tamamını bir neticeye bağlamaya inşaallah sizi muvaffak eylesin."* dedim. Kaynak; ----------------- Ali Fuat Türkgeldi,Görüp İşittiklerim isimli hatıratından sayfa: 176-183, Türk Tarih Kurumu yayınları
Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'a Sultan Vahidettin'e teslim edilmek üzere Baş Mabeyn Naci Bey'e 19 Ocak 1920 Tarihli yazıp gönderdiği mektubu *“Padişah hazretlerinin yaveri Naci Beyefendi’ye:* *Muhterem Beyefendi,* *Varlığını korumak ve geleceğinin selâmetini sağlamak için maddî ve manevî bütün kuvvetlerini birleştirmek suretiyle Allah’a hamdolsun genel siyasî vaziyetimiz üzerinde şükredilmesi gereken iyi etkiler yaratmış ve özel anlaşmalarla defalarca getirilen taksim(bölünme) arzularını gerçekleşme zemîninden uzaklaştırmaya muvaffak olmuş bulunan Kuvâ-yı Milliye’nin asıl hedefi ile gayet kutsal gayesi; Osmanlı milletinin en büyük ve en muhterem gerçek temsilcisi olan heybetli Padişah hazretlerini, istiklâlinin ve hakimiyetinin üzerine gelebilecek her türlü etkiden ve kusurdan onu korumaktır.* *Temsil hey’etimiz, Türkiye’nin Padişahı olan ve mukaddes İslâm’ın halifesi sıfatıyla bütün İslam âleminin vicdanî bağlılığını yüce makamında birleştiren efendimiz hazretlerinin değil yalnız Anadolu ve Rumeli’deki, sınırlarımız içerisinde bulunan vatanın her yerinde, hatta bütün İslâm dünyası üzerinde madden ve mânen hâkim ve söz sahibi olmasını bütün Asya’nın geleceği adına yegâne kurtuluş çaresi olarak düşünerek çalışmalarını geniş bir ‘ümmet’ siyasetine çevirmiş, doğrudan doğruya "Hilâfet Makamı"nın korunmasını ve İstiklâlini (bağımsızlığını) gaye kabul eylemiştir.* *Şahsen, zât-ı âlîlerinin vicdânını temsil heyetimizi meydana getiren şahıslardan herbirine ve özellikle de bu sarsılmaz kanaatimize şahit olarak gösteririm. Vaktiyle Padişahımızın ayak toprağına bizzat kabul şerefine erdiğim zaman arzettiğim bu düşünce ve bağlılık, Anadolu’da ortaya çıkan ve bütün şerefi ile gücü Padişah'ın namlı ismi ile münasebeti bulunan çalışmalarla kuvvetlenmiştir. Meslek ve kanaatimin değişmesinin mevzubahis olmadığı esasen yüksek bilgileriniz dâhilindedir. Dolayısı ile bu hususu da Padişahımızın ayağının toprağına tekrar arzedip ulaştırmanızı faydalı görüyorum.* *Anadolu’da büyük bir itimat ile arzettiğim kutsal gaye etrafında teşkilâtını düzenleyip yoğunlaştıran Kuvây-ı Milliye’nin, artık tamamen ve bütün köyleri de içerisine alacak biçimde şekillendiğini, dolayısı ile Padişahın dokunulmazlığı ve hâkimiyeti uğrunda canını fedâ etmeye istisnasız bütün milletin güçlü bir anlayışla hazırlanmış olduğunu arzedip müjdelerim. Başta vicdanlarındaki dinleri ve nihâyetsiz bir kölelik duygusu ve sadakatle hâkim (yalnızca) Padişahları olduğu halde, milletin tamamının bugün gösterdiği birlik ve uyum, gelmesi yakın olan sulhun(Barışın) şartları hakkında ümitler vermekte olduğu gibi, bilhassa gelecek için de büyük gelişmeler vaad etmektedir.* *Bir haftadan buyana toplantı hâlinde olan İstanbul’daki Meclis’te de aynı gaye ve emeller etrafında kuvvetli bir çoğunluk hâlinde dayanışma birliği ortaya çıkmıştır. Mütün millî teşkilâtların bu çoğunluğa kuvvetle bağlılığı, Hilâfet Makamının sahibi olan heybetli padişahımızın devletle ilgili düşüncelerini, tebâsının mevcudiyetini ve Allah tarafından korunmakta olan memleketinin bütünlüğünü her zamandan ziyade emniyet altında bulundurmaktadır.* *Millî teşkilâtımızın yüzyüze bulunduğu amaçlarla millî ve siyasî konulardaki genel durumumuza ve Padişahın isteklerine bağlı olan temel düşüncelerimize dair ayrıntıyı ve açıklamaları Padişahımızın ayağının toprağına yakından arzetmek üzere eski Denizcilik Bakanı Rauf Beyefendi ile Padişahımızın valilerden Bekir Sami Beyefendi, İstanbul’a gittiler. Padişahımız tarafından kabul edilme şerefine nâil olmalarının sağlanmasını istirhâm ederim.* *Âcizleri(yani ben), halife hazretlerinin gökyüzü seviyesindeki sarayının eşiğine bizzat yüz sürmek şerefinden mahrum kalmanın daha fazla devam etmeyeceği ümidi ve her zaman tekrarladığım sadakat ve bağlılık duygularımın sonsuz olduğunu Padişahımızın huzuruna bir defa daha sunmayı başarma fikriyle bahtiyâr olarak çok yüksek tâzimlerimi takdime aracılık etmenizi rica eylerim efendim.* Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal 19 Ocak 1336(1920) Kaynak: ------------ Murat Bardakçı'nın Habertürk gazeteside 21 Nisan 2019 tarihli köşe yazısı,Bu mektup Murat Bardakçı'nın şahsi arşivinden..
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN 28 NİSAN 1920 TARİHİNDE OYBİRLİĞİYLE ALDIĞI KARAR ÜZERE, SULTAN MEHMET VAHİDETTİN'E GÖNDERDİĞİ MECLİSİN BAĞLILIK TELGRAFI; Halife ve Yüce Hâkânımız Efendimiz; İstanbul'un işgali ve yine yaşanan faciaları araştırıp incelemek ve Saltanatı seniyyenin hak ve hukukunu ve milli istiklâlimizi savunmak ve temin etmek maksadıyla bu defa Ankara da Büyük Millet Meclisi halinde toplandık. Anadolu'nun düşman işgali altında olmayan her köşesinden gelen ve millet tarafından olağanüstü yetkilerle seçilen milletvekilleri ittifakla aldıkları bir kararla siz Padişahımız hazretlerine bazı hakikatleri anlatmayı bir sadakat ve kulluk vazifesi bildiler. Padişahımız: Siz Hünkarımızın malumu olduğu üzeredir ki,Osmanlı Hanedanın mübarek ve yüce atası olan Sultan Osman Gazi, milli tarihimizin mesut ve mübarek sayılan bir gecesinde hatırası nesillerden nesillere aktarılan bir rüya görmüştü. O rüyanın, üç kıta üzerine gölgesini salan ve altında yüz milyonluk bir dünya barındıran Kutsal ağacından artık bütün dallar kesilmiş ve yalnız ortada muazzam bir gövde kalmıştır. Yüce atalarımızın Rumeli de kendi başına bir Cihan olan toprakları fethedip ele geçirirken ordularını bu Anadolu topraklarından davet eder ve uzak memleketlerin büyük ana hatlarını, askeri yollarını korumak üzere yine Anadolu'dan halkları götürür ve en mühim noktalara yerleştirirdi. Bu halk Bosna-Hersek ve Mora içlerine kadar yayıldı.Basra körfezine kadar Suriye ve Filistin yollarında kısım kısım yerleştirildi. Padişahımız: Osmanlı Devleti'nin şeref ve bekası için Anadolu halkı asırlardır hayatlarını feda etmeyi kendine Kutsi bir borç bilmiştir. Anadolu boşaldı. Anadolu viran oldu,fakat iklimlerden iklimlere uzayan Osmanlı Hakanlığımızın yüceliği ve kudreti için her sıkıntıyı,her felâketi canına minnet bildi. Osmanlı öyle bir topraktır ki; Macaristan içlerinden Yemen çöllerine kadar, Kafkas eteklerinden Basra körfezine kadar, kuşak kuşak uzayıp giden uçsuz bucaksız şehitliklerle kuşatılmış, ve o şehitlikleri her yerden fazla şimdi hürriyet ve istiklâli için yeni bir halk direnişi yapan bu eski Anadolu verdi. Yüce Padişahımız: İslâmın her tarafta hezimete uğrayan bayrakları gelip onun(İslam'ın)ufkunda toplandı. Onun ufukların da kendine sığınak ve kurtuluş aradı. İzmirin işgali üzerine Osmanlı Memleketlerinin en mamur ve mesut kısımları nasıl ateşle,yağma ve katliamlarla baştan başa harap oldu bilirsiniz. Hiçbir hakka hukuka dayanmayan ve milletinizi son yurdunda esaret altına düşürmeyi emel edinen bu vahşi akından siz Padişahımızın kalbinin duyduğu acı ve ızdırapları dünya basınına bizzat göndermiştiniz. İzmirin işgali, Adana faciaları; Bu faciaları Maraş,Antep toprakları ve onu da falaketlerimizin en büyüğü olmak üzere İstanbul'un işgali takip etti. Soyundan yetiştiğimiz bu millet, binlerce seneden beri dünyanın en muhteşem tahtlarına Sultanlar yetiştirmiş ve hür yaşamış olan bir millet sıfatıyla ne yapabiliirdi ? Siz Padişahını can yakıcı bir harp sonucu ordularını kullanmaktan engellenmiş ve yasaklanmış olarak gördüğü için kendi kendine silaha sarıldı ve nerede anavatanı saldırıya uğramışsa oraya dinî ve millî namusunu korumak için koştu. Padişahımız, Kafkasyanın İslam kahramanları,babalarının ocaklarını, kendilerinden yüz kere daha kuvvetli bir düşmana karşı otuz sene kadın ve erkek müdafaa ettiler. Zavallı Fas on senedir Fransız işgalini tanımıyor ve silahını teslim etmiyor. Libya bir avuç toprağı ve kahramanıyla aynı mücade içindedir. Bugün İslam Dünyasının her tarafı kendini korumak için silahtan tamamen mahrum bir haldeyken, zulüm ve ihanetin boyunduruğunu atmak için ayaklanıp isyan ederken Abbasî ve Fatımî Halifeliklerinden, Selçuklu Türklerinden beri hemen hemen bin yüz seneyi aşan bir zamandır istiklâl ve hürriyet vede din için gaza eden büyük milletiniz; Asya'nın ve İslam'ın bayraktarı diye dünyaca bir şöhreti olan milletiniz, kurtuluşunu canına susamış düşmanlarının merhametinden bekler mi? Yüce Padişah Efendimiz,Milli Müdafaamızı mübarek Padişahlık makamınıza karşı bir isyan sûretinde göstermek,ve halkı aldatmak için sürekli olarak çalışan hainler var. Onlar milleti birbirine kırdırmak ve düşman işgaline yolu açık bırakmak istiyorlar. Halbuki ölende öldürülende sizindir. Hepsi aynı derecede sizin sadık evladınızdır. Millî Müdafaamızı, düşmanların bayrakları babalarımızın ocakları üzerinden çekilinceye kadar terk edemeyiz. Her yeri bir büyük Hakanımız ve Padişahımızın, Allah ve Din aşkına görkemli ve heybetli bir delili olan İstanbul Camiileri etrafında düşmanlar gezdikçe, öz vatanın üstünden yabancı adamların ayakları çekilmedikçe biz mücadelemize devam etmeye mecburuz. Cenabı hak, atalarımızın yurdunu koruyan,halife ve Padişahının şeref ve istiklâli için uğraşan evlatlarınızla beraberdir. Kendi hükümetimiz altında bedbaht ve fakir yaşamak, yabancı esareti pahasına nail olacağımız huzur ve saadetten bin kere yeğdir. Padişahımız, kalbimiz sadakat ve kulluk hissiyle dolu olarak tahtınızın etrafında herzamankinden daha sıkı gönül bağı ile toplanmış bulunuyoruz,[[ Toplantısının ilk sözü Padişahına sadakat olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, son sözünün de yine bundan ibaret olacağını yüce kapılarınıza en büyük ta'zim ve alçak gönüllülükle arz eder.]] Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 27 Nisan 1336(1920) Kaynak: -------------- 28 Nisan 1920 tarihli TBMM zabıtları,sayfa: 123-124
Mustafa Kemal Paşa'nın 24 Nisan 1920 tarihinde TBMM'DE yaptığı konuşmasında Sultan Vahideddin ile ilgili şöyle diyor: *“Padişahımız Efendimiz Hazretleri edayi salât (Namaz kılmak) için Camiye gittikleri zaman kendilerini muhafaza eden kıtaatı askeriye İslâm askeri değildir. İngiliz askeridir. Bu şeraiti elimeye(can yakıcı şartlara) duçar olmuş olan Padişahımızla hususî temas dahi mümkün olamaz. Sureti umumiyede bir şey arzedeyim :* *Farzedelim ki Padişahımızla resmî ve hususî her türlü temas mümkündür. Ne anlamak istiyoruz? Bu temastan millet; istiklâlini, tamamiyeti mülikiyesini (siyasi bütünlüğünü), Makam-ı Hilâfet ve Saltanatın müstakil ve masun (bağımsız ve dokunulmaz) olmasını vicdanî bir emel telâkki etmiştir. Bunun için burada (Ankara'da) çalışıyoruz ve çalışacağız. Halife-i müsliminin bundan başka bir şey düşünmesine imkân tasavvur ediyor musunuz? Ben şahsan hiç bir şey düşünmem. Zati Şahanenin (Padişah’ımızın) ağzından işitsem mutlaka bunun icbar ve tazyik (zorlama ve baskı) altında olduğuna hükmederim. (…)* *Daha dün okuduğumuz sâniadan (iftiradan) ibaret olan fetva cümlenizin malûmudur. Hürriyetine, serbestisine sahip olan böyle bir Halife verdirir mi? Cümlenin malûmu olan Hükümetin evamiri muhtacı tefsirdir.* *Bu kabineden evvel Harbiye Nazırı Fevzi Paşa Hazretleri namus ve haysiyet ve şerefi itibarile kendisini yakından tanıyan arkadaşlarımızın tahtı tasdikında olduğu üzere şüphe ve tereddüt edilmiyecek evsafı güzideye maliktir. Bir emirde: *"İngilizlere hürmet edeceksiniz, İngilizlerin emrini dinliyeceksiniz, böyle hareket etmediğiniz takdirde mahvolacağız, bu tarzı hareketi hamiyeti vataniyenizden rica ederim" diyor ve bazı zaif muhakemeli insanlar ihtimal ki vaziyet başka türlüdür, bu kadar muhterem bir arkadaş böyle desin. Fakat biz böyle bir teeniye lüzum görmedik ve bunun düşman tarafından not edildiğine hükmettik. Kaçırdığı yaveri Salih Bey buraya geldi ve aman dedi. Harbiye Nazırı Fevzi Paşa süngü altında'dır ve İşgalciler zorla imlâ ve imza ettiriyorlar, o emre ehemmiyet vermemesi lüzumunu bildirmek için beni gönderdi dedi ve bu gün o zati şerif tahlisi giriban ediyor, Geyvede bulunuyor. Bir saat evvel kendisile kezalik Dahiliye Nazırı(İç işleri bakanı) Hazim Bey ayni tebliği ediyor. Rüesayı memurini mülkiyeye rica ediyor. "Bütün hissiyat-ı vataniyesine müracaat ederek aman ingilizlere bir şey yapmayınız" diyor. Beyefendiler; şimdi İstanbul muhitine nasıl emniyet edeceğiz ve İstanbul'un uğradığı o tazyiki elimi(can yakıcı baskılar) muvacehesinde biz dahi olsak insanız, bizim karşımıza gelen sözün düşmanlarımız tarafından işidilmiyecek ve işidildiği takdirde duçarı mehalik olmıyacağımıza emniyet ederek nasıl söyliyebiliriz?* Kaynak -------------------- T.B.M.M. Gizli Celse Zabıtları, 24 Nisan 1336 (1920), Devre: 1, İçtima(toplantı): 1, 2. in’ikat - 4 ncü celse, Cilt : 1, sayfa 9.
Ahmet Hoca ile en iyi anlasacaklari konu Celal Şengör un tarihci olmaması ve bilgisizce konuşmaları.Ataturk ve özellikle Cumhuriyet tarihi konusunda anlasamazlar
@muhammetminder7056 Açıkçası bir videosunun bir kısmını izledim ki o da yeterli oldu. Kendisi 19. Tümen'in varolmadığını söyleyip Mustafa Kemal Paşanın olmayan bi orduya hizmete atandığını falan iddia etti. Zaten amacını aşağı yukarı anlamışsındır. Belge açıp okumanın bir sakıncası yok, gerçeği öğrenmiş olursun.
Bu videoyu yapan hanımefendiye teşekkürlerimi sunarım daha videonun başında yazıyorum bu kadar ayrıntı ve belgeden haberimiz yoktu vebence bu disgucler hep vardı hep oldu ve hep olacaklar ve çok curretliler Allah Türkü korusun kollasin
Bunlarin yuzunden bu kadar Sehit verdik😢Dusmana Vatanimizi Hediye vere vere ve coook korkak oldukları için Atamiz devreye gecti❤biraz Toprak kalsin diye😢😢Vahdettin Sapığı Çocuklarla Evlenirken BIZIM Atalarimiz Cephede CAN veriyordu😢😢😢
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN 28 NİSAN 1920 TARİHİNDE OYBİRLİĞİYLE ALDIĞI KARAR ÜZERE, SULTAN MEHMET VAHİDETTİN'E GÖNDERDİĞİ MECLİSİN BAĞLILIK TELGRAFI; Halife ve Yüce Hâkânımız Efendimiz; İstanbul'un işgali ve yine yaşanan faciaları araştırıp incelemek ve Saltanatı seniyyenin hak ve hukukunu ve milli istiklâlimizi savunmak ve temin etmek maksadıyla bu defa Ankara da Büyük Millet Meclisi halinde toplandık. Anadolu'nun düşman işgali altında olmayan her köşesinden gelen ve millet tarafından olağanüstü yetkilerle seçilen milletvekilleri ittifakla aldıkları bir kararla siz Padişahımız hazretlerine bazı hakikatleri anlatmayı bir sadakat ve kulluk vazifesi bildiler. Padişahımız: Siz Hünkarımızın malumu olduğu üzeredir ki,Osmanlı Hanedanın mübarek ve yüce atası olan Sultan Osman Gazi, milli tarihimizin mesut ve mübarek sayılan bir gecesinde hatırası nesillerden nesillere aktarılan bir rüya görmüştü. O rüyanın, üç kıta üzerine gölgesini salan ve altında yüz milyonluk bir dünya barındıran Kutsal ağacından artık bütün dallar kesilmiş ve yalnız ortada muazzam bir gövde kalmıştır. Yüce atalarımızın Rumeli de kendi başına bir Cihan olan toprakları fethedip ele geçirirken ordularını bu Anadolu topraklarından davet eder ve uzak memleketlerin büyük ana hatlarını, askeri yollarını korumak üzere yine Anadolu'dan halkları götürür ve en mühim noktalara yerleştirirdi. Bu halk Bosna-Hersek ve Mora içlerine kadar yayıldı.Basra körfezine kadar Suriye ve Filistin yollarında kısım kısım yerleştirildi. Padişahımız: Osmanlı Devleti'nin şeref ve bekası için Anadolu halkı asırlardır hayatlarını feda etmeyi kendine Kutsi bir borç bilmiştir. Anadolu boşaldı. Anadolu viran oldu,fakat iklimlerden iklimlere uzayan Osmanlı Hakanlığımızın yüceliği ve kudreti için her sıkıntıyı,her felâketi canına minnet bildi. Osmanlı öyle bir topraktır ki; Macaristan içlerinden Yemen çöllerine kadar, Kafkas eteklerinden Basra körfezine kadar, kuşak kuşak uzayıp giden uçsuz bucaksız şehitliklerle kuşatılmış, ve o şehitlikleri her yerden fazla şimdi hürriyet ve istiklâli için yeni bir halk direnişi yapan bu eski Anadolu verdi. Yüce Padişahımız: İslâmın her tarafta hezimete uğrayan bayrakları gelip onun(İslam'ın)ufkunda toplandı. Onun ufukların da kendine sığınak ve kurtuluş aradı. İzmirin işgali üzerine Osmanlı Memleketlerinin en mamur ve mesut kısımları nasıl ateşle,yağma ve katliamlarla baştan başa harap oldu bilirsiniz. Hiçbir hakka hukuka dayanmayan ve milletinizi son yurdunda esaret altına düşürmeyi emel edinen bu vahşi akından siz Padişahımızın kalbinin duyduğu acı ve ızdırapları dünya basınına bizzat göndermiştiniz. İzmirin işgali, Adana faciaları; Bu faciaları Maraş,Antep toprakları ve onu da falaketlerimizin en büyüğü olmak üzere İstanbul'un işgali takip etti. Soyundan yetiştiğimiz bu millet, binlerce seneden beri dünyanın en muhteşem tahtlarına Sultanlar yetiştirmiş ve hür yaşamış olan bir millet sıfatıyla ne yapabiliirdi ? Siz Padişahını can yakıcı bir harp sonucu ordularını kullanmaktan engellenmiş ve yasaklanmış olarak gördüğü için kendi kendine silaha sarıldı ve nerede anavatanı saldırıya uğramışsa oraya dinî ve millî namusunu korumak için koştu. Padişahımız, Kafkasyanın İslam kahramanları,babalarının ocaklarını, kendilerinden yüz kere daha kuvvetli bir düşmana karşı otuz sene kadın ve erkek müdafaa ettiler. Zavallı Fas on senedir Fransız işgalini tanımıyor ve silahını teslim etmiyor. Libya bir avuç toprağı ve kahramanıyla aynı mücade içindedir. Bugün İslam Dünyasının her tarafı kendini korumak için silahtan tamamen mahrum bir haldeyken, zulüm ve ihanetin boyunduruğunu atmak için ayaklanıp isyan ederken Abbasî ve Fatımî Halifeliklerinden, Selçuklu Türklerinden beri hemen hemen bin yüz seneyi aşan bir zamandır istiklâl ve hürriyet vede din için gaza eden büyük milletiniz; Asya'nın ve İslam'ın bayraktarı diye dünyaca bir şöhreti olan milletiniz, kurtuluşunu canına susamış düşmanlarının merhametinden bekler mi? Yüce Padişah Efendimiz,Milli Müdafaamızı mübarek Padişahlık makamınıza karşı bir isyan sûretinde göstermek,ve halkı aldatmak için sürekli olarak çalışan hainler var. Onlar milleti birbirine kırdırmak ve düşman işgaline yolu açık bırakmak istiyorlar. Halbuki ölende öldürülende sizindir. Hepsi aynı derecede sizin sadık evladınızdır. Millî Müdafaamızı, düşmanların bayrakları babalarımızın ocakları üzerinden çekilinceye kadar terk edemeyiz. Her yeri bir büyük Hakanımız ve Padişahımızın, Allah ve Din aşkına görkemli ve heybetli bir delili olan İstanbul Camiileri etrafında düşmanlar gezdikçe, öz vatanın üstünden yabancı adamların ayakları çekilmedikçe biz mücadelemize devam etmeye mecburuz. Cenabı hak, atalarımızın yurdunu koruyan,halife ve Padişahının şeref ve istiklâli için uğraşan evlatlarınızla beraberdir. Kendi hükümetimiz altında bedbaht ve fakir yaşamak, yabancı esareti pahasına nail olacağımız huzur ve saadetten bin kere yeğdir. Padişahımız, kalbimiz sadakat ve kulluk hissiyle dolu olarak tahtınızın etrafında herzamankinden daha sıkı gönül bağı ile toplanmış bulunuyoruz,[[ Toplantısının ilk sözü Padişahına sadakat olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, son sözünün de yine bundan ibaret olacağını yüce kapılarınıza en büyük ta'zim ve alçak gönüllülükle arz eder.]] Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 27 Nisan 1336(1920) Kaynak: -------------- 28 Nisan 1920 tarihli TBMM zabıtları,sayfa: 123-124
merhaba ceren hanım, bu tarz videolarınıza bayılıyorum. özellikle sizin yayınlarınızla birlikte osmanlının son 100 yılı daha çok ilgimi çekmeye başladı. bu yayınları youtube katıla özel mi yapıyorsunuz? bu tarz yayınların daha fazla olmasını dilerim.
Belgelere bakarsak Vahdettin ve damat Ferit i İngilizler ile işbirliği yapmış olfuğunu anlıyoruz fakat anlamadığım İngilizler İstanbul u neden terketti?
Güçleri yoktu kardeşim. Zaten büyük bir savaştan çıktılar ve onlarda çok insan kaybetti. Ve halkın desteğini kaybettiler. Halkının desteğini kaybeden bir ülke savaşamaz. 11 eylül saldırısından öncede amerika afganistana saldırmak istiyordu ama halk desteği olmadığı için bu mümkün değildi. 11 eylülden sonra 500 bin kişi gönüllü asker olmak istiyor. Nitekim loyd george halkı bu kanlı savaşa ikna edememişti. Zaten bu yüzden yunanlıların insan gücünü kullanmaya çalıştı ancak onlarda başarısız olunca çekilmekten başka çareleri kalmadı.
Çünkü tek karışıklık bizim topraklarımızda değil. Onlarda uzun savaşlardan yorulmuş halk savaş istemiyor. Üstelik ordusunun çoğunu terhis etmiş durumdalardi. İngiliz imparatorluğu sadece burda değil birçok yerde birçok sorunla uğraşıyordu. Tek silahlı müttefikleri Yunanlılar yenilince mevcut durumunda savaş falan cikaramazlardi. Velhasıl İngilizlerin çekilmesinden başka çaresi kalmadı
İstanbulu terketme sebepleri anadoluda bir çok cephede kaybetmeleri. Sizce egede yunanistan güneyde fransa vs garantisi olmasa istanbula öyle girebilirler miydi?
Cephelerde kaybedildikten sonra kuvayi milliye direnişi başarılı olunca çekildi. Çünkü kendi topraklarından yeterince uzak. Bu ikmalden uzak olmak demek. Anadoluda başarılı olunca yapabilecek birşeyi kalmaz
Arkadaşın belirttiği sebeplerin yanında İngiliz kamuoyunun İngiliz hükümeti üzerindeki baskısıda oldukça etkili. Zira 1918 yılında savaş bittiği halde 5 yıl daha ordunu Anadolu'da tutmak ekonomik olarak yıpratıcı olsa gerek ki birde dünya savaşını atlatmişsın. Resmi olarak savaş bittiği ve tekrar savaş açamadikları için üzerimize yunani saldılar. Yunanistan da bunu başaramayinca İngiliz hükümeti düşmüş ve Yunan generaller Yunanistan'da idam edilmişlerdir. Asıl sebep budur. Ha birde İstanbul'dan çekildikten sonra boğazlar ruslarin çökmesini İngilizler pek istemezler.
Allah allah. Bir taraflarından salladığın komplo teorisi şu röportaj belgesini paylaşsana bakalım neymiş, hep başkalarından beklemeyin. Siz tüm gizli tarihi biliyorsunuz ya hani.
Anlattıklarınızın hepsi doğru ve insanları bilgilendirmeniz gurur verici. Fakat anlatım tarzınız asla bana hitap etmedi. Daha akıcı ve basit tepkilerden ziyade uzman gibi aktarmanızı beklerdim.
1:21 Öyle demiyor ''sadece bakanların bazıları neredeyse bilinmez adamlar'' diyor ma genel olarak kabine değerli değersiz demiyor yine aynı şekilde mektuba göre feridin kendisi kuvayi milliyecileri affetiğini söylüyor
Haanımefendi, 3.26’ncı saniyede söylediğiniz lâf, “Avrupa EfkÂrı Umûmiyesi” şeklinde telâffûz olunur;. efkAr şeklinde değil. Özen gösterdiğiniz bir konuda sizi ikâz etmek istedim. Saygılarımla..
Bildirim açma tuşu var. Zil işareti şeklinde. Kanal isminin yanında. Oraya tıklayıp açabilirsiniz. Canlı yayın yapıldığında bildirim gelir. İnşallah anlatabilmisimdir. Ceren hanımın mesaj atması bence pek mümkün bir şey değil
07:46 Şanlı ordumuz yunanı denize döktüğünde Sultan Vahdettin Han Ayasofya Camisinde Hutbe okutmuştur. İşte küçükhanım Padişahımız gerçek milliyetçilik davası için bunu yapmıştır.
11 Mart 1920 de neler olmuş? Mustafa Kemal, 27 Aralık 1919 tarihinde Ankara'ya geldiğinde Ankara, bir yıldır İngiliz işgali altındaydı... Whittal, 11 Mart 1920 tarihinde İstanbul'dan gelen emir üzerine işgale son verdi. Askerlerini trene bindirdi ve gitti.
Ceren hanım tarihi iyi derecede okumak dijital dünyada aydınlatmak.bu vatan için bir taş koyan başta MUSTAFA KAMAL ATATÜŔK ve silah arkadaşları ve nice şehitlerimiz nur içinde yatsınlar.
Tarih tekrarlaması hayret verici ... diyecek o kadar şey var ki , onları şöyle bir kenara dosyalıyor koyuyorum ama size hayran kaldım
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN 28 NİSAN 1920 TARİHİNDE OYBİRLİĞİYLE ALDIĞI KARAR ÜZERE, SULTAN MEHMET VAHİDETTİN'E GÖNDERDİĞİ MECLİSİN BAĞLILIK TELGRAFI;
Halife ve Yüce Hâkânımız Efendimiz; İstanbul'un işgali ve yine yaşanan faciaları araştırıp incelemek ve Saltanatı seniyyenin hak ve hukukunu ve milli istiklâlimizi savunmak ve temin etmek maksadıyla bu defa Ankara da Büyük Millet Meclisi halinde toplandık. Anadolu'nun düşman işgali altında olmayan her köşesinden gelen ve millet tarafından olağanüstü yetkilerle seçilen milletvekilleri ittifakla aldıkları bir kararla siz Padişahımız hazretlerine bazı hakikatleri anlatmayı bir sadakat ve kulluk vazifesi bildiler.
Padişahımız: Siz Hünkarımızın malumu olduğu üzeredir ki,Osmanlı Hanedanın mübarek ve yüce atası olan Sultan Osman Gazi, milli tarihimizin mesut ve mübarek sayılan bir gecesinde hatırası nesillerden nesillere aktarılan bir rüya görmüştü. O rüyanın, üç kıta üzerine gölgesini salan ve altında yüz milyonluk bir dünya barındıran Kutsal ağacından artık bütün dallar kesilmiş ve yalnız ortada muazzam bir gövde kalmıştır. Yüce atalarımızın Rumeli de kendi başına bir Cihan olan toprakları fethedip ele geçirirken ordularını bu Anadolu topraklarından davet eder ve uzak memleketlerin büyük ana hatlarını, askeri yollarını korumak üzere yine Anadolu'dan halkları götürür ve en mühim noktalara yerleştirirdi. Bu halk Bosna-Hersek ve Mora içlerine kadar yayıldı.Basra körfezine kadar Suriye ve Filistin yollarında kısım kısım yerleştirildi.
Padişahımız: Osmanlı Devleti'nin şeref ve bekası için Anadolu halkı asırlardır hayatlarını feda etmeyi kendine Kutsi bir borç bilmiştir. Anadolu boşaldı. Anadolu viran oldu,fakat iklimlerden iklimlere uzayan Osmanlı Hakanlığımızın yüceliği ve kudreti için her sıkıntıyı,her felâketi canına minnet bildi. Osmanlı öyle bir topraktır ki; Macaristan içlerinden Yemen çöllerine kadar, Kafkas eteklerinden Basra körfezine kadar, kuşak kuşak uzayıp giden uçsuz bucaksız şehitliklerle kuşatılmış, ve o şehitlikleri her yerden fazla şimdi hürriyet ve istiklâli için yeni bir halk direnişi yapan bu eski Anadolu verdi.
Yüce Padişahımız: İslâmın her tarafta hezimete uğrayan bayrakları gelip onun(İslam'ın)ufkunda toplandı. Onun ufukların da kendine sığınak ve kurtuluş aradı. İzmirin işgali üzerine Osmanlı Memleketlerinin en mamur ve mesut kısımları nasıl ateşle,yağma ve katliamlarla baştan başa harap oldu bilirsiniz. Hiçbir hakka hukuka dayanmayan ve milletinizi son yurdunda esaret altına düşürmeyi emel edinen bu vahşi akından siz Padişahımızın kalbinin duyduğu acı ve ızdırapları dünya basınına bizzat göndermiştiniz. İzmirin işgali, Adana faciaları; Bu faciaları Maraş,Antep toprakları ve onu da falaketlerimizin en büyüğü olmak üzere İstanbul'un işgali takip etti. Soyundan yetiştiğimiz bu millet, binlerce seneden beri dünyanın en muhteşem tahtlarına Sultanlar yetiştirmiş ve hür yaşamış olan bir millet sıfatıyla ne yapabiliirdi ? Siz Padişahını can yakıcı bir harp sonucu ordularını kullanmaktan engellenmiş ve yasaklanmış olarak gördüğü için kendi kendine silaha sarıldı ve nerede anavatanı saldırıya uğramışsa oraya dinî ve millî namusunu korumak için koştu.
Padişahımız, Kafkasyanın İslam kahramanları,babalarının ocaklarını, kendilerinden yüz kere daha kuvvetli bir düşmana karşı otuz sene kadın ve erkek müdafaa ettiler. Zavallı Fas on senedir Fransız işgalini tanımıyor ve silahını teslim etmiyor. Libya bir avuç toprağı ve kahramanıyla aynı mücade içindedir. Bugün İslam Dünyasının her tarafı kendini korumak için silahtan tamamen mahrum bir haldeyken, zulüm ve ihanetin boyunduruğunu atmak için ayaklanıp isyan ederken Abbasî ve Fatımî Halifeliklerinden, Selçuklu Türklerinden beri hemen hemen bin yüz seneyi aşan bir zamandır istiklâl ve hürriyet vede din için gaza eden büyük milletiniz; Asya'nın ve İslam'ın bayraktarı diye dünyaca bir şöhreti olan milletiniz, kurtuluşunu canına susamış düşmanlarının merhametinden bekler mi?
Yüce Padişah Efendimiz,Milli Müdafaamızı mübarek Padişahlık makamınıza karşı bir isyan sûretinde göstermek,ve halkı aldatmak için sürekli olarak çalışan hainler var. Onlar milleti birbirine kırdırmak ve düşman işgaline yolu açık bırakmak istiyorlar. Halbuki ölende öldürülende sizindir. Hepsi aynı derecede sizin sadık evladınızdır. Millî Müdafaamızı, düşmanların bayrakları babalarımızın ocakları üzerinden çekilinceye kadar terk edemeyiz. Her yeri bir büyük Hakanımız ve Padişahımızın, Allah ve Din aşkına görkemli ve heybetli bir delili olan İstanbul Camiileri etrafında düşmanlar gezdikçe, öz vatanın üstünden yabancı adamların ayakları çekilmedikçe biz mücadelemize devam etmeye mecburuz.
Cenabı hak, atalarımızın yurdunu koruyan,halife ve Padişahının şeref ve istiklâli için uğraşan evlatlarınızla beraberdir. Kendi hükümetimiz altında bedbaht ve fakir yaşamak, yabancı esareti pahasına nail olacağımız huzur ve saadetten bin kere yeğdir.
Padişahımız, kalbimiz sadakat ve kulluk hissiyle dolu olarak tahtınızın etrafında herzamankinden daha sıkı gönül bağı ile toplanmış bulunuyoruz,[[ Toplantısının ilk sözü Padişahına sadakat olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, son sözünün de yine bundan ibaret olacağını yüce kapılarınıza en büyük ta'zim ve alçak gönüllülükle arz eder.]]
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı
27 Nisan 1336(1920)
Kaynak:
--------------
28 Nisan 1920 tarihli TBMM zabıtları,sayfa: 123-124
Öff ya , insanın içi kararıyor. Canım Atam ve beraber yürüdükleri ne kadar büyük iş başarmışlar ❤
Uçurumun kenarından döndük.
Hehe
Bu gibi yayınları yaptığınız için teşekkürler.
Bu yayınları yapmak sizin bu vatana ve atamıza borcunuz
Bu yayınları yaymak bizim bu vatana ve atamıza borcumuz 🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷
aang haklıdır!
Hocam KONUŞ HOCAM. Senin de işçi bayramın kutlu olsun cesur kadın ❤️🔥❤️🔥
Arsivdeki bu belgeler 50-60 yil once halktan neden saklandi. Aciklanmadiki. Bunlari anlattiklariniz icin sonsuz tesekkurler. Damatlari be yandaslari bugunde goruyoruz. Ulu onder ATATURKUN genclige hitabesini okumak yeterli olur. Ne mutlu TURKUM diyene. 🙏🇹🇷👏
Mabeyn(Protokol) Başkatibi Ali Fuat Türkgeldi beyin 1949 senesinde Türk Tarih Kurumu yayınları tarafından yayınlanmış olan "GÖRÜP İŞİTTİKLERİM"isimli hatıratından Sultan Vahidettin ile alakalı çok mühim bir hatıra olarak diyor ki;
Ali Fuat Türkgeldi;
"21 Ocak 1919 Salı günü (Hünkarımız tarafından) Resmî bir ma'ruzât için huzura çağrıldım. Halktan gelen ma'ruzatlar çıkarıldıktan sonra müstediyat aralığında ehemmiyet arz eden üç kıt'a gelen telgrafnameyi ayırıp hususî surette okudum. Biri Bosna-Hersek ahalisinden üç yüz bin müslümanın milli hak ve hukuklarının korunması için siz Padişah hazretlerinden yardım, diğeri "Urla"da Rumların müslüman halka karşı yaptıkları zulümler ve saldırılardan bahisle kapsayıcı, üçüncüsü de "Van" ahâlisinden olup hükümetçe "Burdur" sancağına nakil ve boşalan Ermeni evlerine iskân edilmiş olan altı bin müslümanın sekiz aydır yevmiyeleri kesilip ve ikamet edildikleri evler dahi asıl sahiplerine iade olunmak üzere tahliye ettirilip aç ve ilaçsız sokak ortalarında kaldıkları beyâniyle Hünkarımızı merhamete getirmeye hâvi idi. Bu üçüncü telgrafı okur okumaz, Zâtı Şâhâne( Sultan Vahideddin) gözlerinden yaşlar gelerek;
"Dün (Beylerbeyi sarayının keyfi olarak işgalinden dolayı) siz ağlıyordunuz; Bugün de ben ağlıyorum,ne yapayım?Buna insanlık kuvveti,hatta paygamberlik kuvveti bile kâfi gelmez. Ancak Allah'ın vereceği kuvvete muhtacım...dedi.
...Bu ecnebiler pek emansız!. Gece gündüz ne çektiğimi bir Allah bilir bir ben bilirim. Bize baskıyla Meclisi Mebusan'ı dağıttırdılar. Fikirlerini gizlemek değil adeta açıktan açığa ortaya çıkarıyorlar...
... Ben milletimin ateşli külü üzerine oturdum, taht-ı saltanatın kuş tüyünden minderleri üzerine oturup gömülmedim. Bunlardan kimseye bahsedilmiyor; millete de malumat verilemiyor. Elbette tarih birgün hakikatleri yazar. Siz sırdaşım olduğunuz için çok mahrem olarak yalnızca size söylüyorum. Vâkıa merhum biraderim (Sultan Reşat) da içerdeki galip bir kuvvetin(İttihatçıların)baskısı altındaydı. Lakin ben onun kat be kat üstünde olarak savaş gemilerinin toplarıyla mücehhez bir kuvvet karşısında bulunuyorum. Eğer akıllı, kötü niyetsiz ve tarafsız olarak devleti iyi idare edecek bir halefim olsaydı ömrümün bu son devrinde bu büyük eziyeti vallahi, billahi ve tallahi kabul etmezdim. Taht-ı saltanat ile teneşir tahtası arasında ne kadar mesafe var bilirim; siz de gözünüzle gördünüz,bir tarafta taht,bir tarafta tabut duruyordu dedi.
Ben de pek ziyade çok üzgün olarak:
"Hakikaten Allah'ın vereceği kuvvete muhtacız,ancak Merhametlilerin en merhametlisi olan Cenab-ı Allah o kuvveti siz Hünkarımıza ihsan buyurarak yine Allah'ın vereceği kuvvetle bu işlerin tamamını bir neticeye bağlamaya inşaallah sizi muvaffak eylesin. "dedim.
Kaynak;
-----------------
Ali Fuat Türkgeldi,Görüp İşittiklerim isimli hatıratından sayfa: 176-183, Türk Tarih Kurumu yayınları
07:44 Padişah ve yanlıları benzerleri bu gün hâlâ var.
Ateşiniz bol olsun sultan ve hanedan damadı.
❤
FEVZİ ÇAKMAK’IN ANKARA’YA GELİŞİ VE KARŞILANMASI
Osmanlı Harbiye Nazırı Fevzi Çakmak, 24 Nisan’da Sultan Vahdettin tarafından Ankara’ya gönderilir. Mareşal, 27 Nisan’da Ankara’ya gelir, Meclis’te tarihî bir konuşma yapar.
Bu konuşma Meclis zabıtlarında vardır; konuşmanın metnine internetten de ulaşabilirsiniz.
Meclis’in açılışının dördüncü günüdür. Ortam hareketlidir. Meclis kürsüsünde Meclis Başkanı sıfatıyla Mustafa Kemal Paşa şunları söyler:
“Efendim resmî görüşmelere geçmeden bir şey arz etmek istiyorum. İstanbul’dan Harbiye Nazırı Fevzi Paşa hazretleri Ankara’ya girmek üzereler. Eğer tensip buyurursanız meclisimizden bir heyet Fevzi Paşa hazretlerini karşılamak üzere yola çıksın. (Meclisten “hep beraber karşılamaya gidelim” sesleri) Mustafa Kemal, “Peki efendim, o halde bütün Meclis olarak hep beraber karşılamaya gidelim. Bu sebeple Meclisi tatil ediyorum” der.
Mareşal, tren garında heyecanla karşılanır. Meclis’e getirilir. Bir süre dinlenir. Sonra alkışlar eşliğinde kürsüye çağrılır. Ve şu tarihî konuşmayı yapar:
***
“Sevgili mebus arkadaşlar!
Söze başlarken İstanbul’un esaret muhitinden kurtularak Ankara’nın hür muhitine geldiğimden dolayı Cenab-ı Hakk’a hamd ve şükür ederim. (Şiddetli alkışlar) Ve beni böyle karşılayan sizlere de teşekkür ederim. Efendiler, gerek padişahımız efendimiz hazretleri, gerek bendeniz, beş yüz senelik bakir payitahtımızın ilk defa düşman tarafından işgali faciasını görmek bedbahtlığına uğramış felaketzedelerdeniz.
İstanbul’un işgal edildiği gece İngilizler arabalarla, İstanbul’a, Üsküdar ve Beyoğlu’na bahriye askerleri çıkartarak tüm ehemmiyetli yerleri tuttular. […] Harbiye Nezaretini işgal ederek benim makam odama kadar süngülü neferlerini soktular ve onlar tarafından belirlenen emirleri vermemi istediler. Göğsüne düşman süngüsü dayanmış bir harbiye nazırı, İstanbul’un hür ve makam-ı hilafet olmak meziyetini kaybettiğini görmüş ve bakan olmak sıfatı ile çok üzülmüştüm. Bu konuda derhal Sadrazama (Başbakan’a) malumat verdim. Bakanlar Kurulu’nun toplanması emrini verdi. Ben de bu toplantıya odamın içinde ve dışında bulunan 400 İngiliz askerinin ve onlarla iş birliği yapan Ermeni ve Rum vatandaşların arasından, nefret dolu bakışları altında katılmak üzere bakanlık binasından çıktım. (Kahrolsunlar sadaları…)
Hükümet de askerlerimizin şehit olması noktasında lazım gelen protestoyu yazmada geç kalmadı.
“SULTAN VAHDETTİN: ANKARA’YLA İRTİBATI KESMEYİN”
Bir gün sonra Padişahımız efendimizle görüşmek üzere Cuma selamlığına gittim. Namazdan evvel padişahımız bendenizi kabul ettiler. Fevkalâde üzgün bir halde bulunuyorlardı.
Ve bana dediler ki;
-‘Ben bugün böyle müthiş bir azap içinde camiye gelmek istemiyordum fakat halife olmam veçhiyle bu Cuma selamlığı bana bir dînî mükellefiyet’ diyerek üzüntüsünü dile getirdi. […]
-‘Paşam aman Anadolu ile irtibatı temin ediniz.’
Ben de;
-‘Efendim irtibat hazırdır. Fakat İngilizler sıkıntı çıkartıyor.’ dedim.
-‘Olsun sakın Anadolu ile irtibatı kesmeyiniz’ buyurdular.
Arkadaşlar! İngilizler bizden ve padişahımız efendimizden Anadolu harekâtını ve Kuvay-i Milliye’yi inkâr ve reddetmemizi istediler. Biz bunu kabul edemezdik ve etmedik de. Çünkü Kuvay-ı Milliye’yi reddetmek doğrudan doğruya halkı reddetmektir. Biz bunun farkındaydık.
Sonra dediler ki;
-‘Siz ve Padişahınız Kuvay-ı Milliye’ yi reddetmezseniz bütün yolları keseceğiz. Anadolu’ya giden tüm buğdaylara el koyup yalnızca bize yakın olan Ermeni ve Rum halka buğday verip, Türk halkını açlığa terk ederiz.’ Hükümet olarak biz ve Padişahımız buna rağmen Anadolu harekâtı ve Kuvay-ı Milliye aleyhinde en küçük bir söz söylemedik. Zinhar söyleyemezdik (Meclisten kahrolsunlar sedaları)…
“MUSTAFA KEMAL’i İDAM FETVASI, SÜNGÜ ZORUYLA ALINDI”
Padişahımız Ankara’nın zaferleriyle sevinip başarısızlıkları ile hüzünlenmekteydi.
O sıralarda hepinizin malumu olduğu üzere İngilizler baskıyla, tehditle o mahut fetvayı aldılar (İdam fetvasını diyor) Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi’nin imzaladığı, Mustafa Kemal hakkındaki idam fermanı. Malumunuz olduğu üzere o fetva süngü zoru ile alınmış ve İslam milletinin birbirine düşürülmesi hesaplanmıştı. O fetva acı bir vesikadır. Millet ve siz sanırım bu fetvanın geçerli olmadığını ve hangi şartlarda zorla yazdırıldığını anlamışsınızdır. (Tüm Meclisten “Şüphesiz” sedası yükselir…)
Konya Milletvekili Refik Bey; “Zaten o fetvanın bizce bir hükmü yoktur. Hangi baskılarla yaptırıldığı bizce de malumdur” der.
Fevzi Çakmak, sözlerini bitirerek kürsüden iner.
Putunuzun ateşi bol olucak Padişah'ın değil 😂 Milletin dini duygularını kullanarak Milleti arkasına alıp Padişaha karşı çıkan sonra Milletin isteklerinin tam tersini yapan Paşa kılıklı Mürtedin ateşi bol olucak
Ins senin atesinde bollllll olsun ismanogulllari bu ülkeyi kuranlardir
Osmanliya soz söyleyen yansin
Sevr’den her bahsedildiğinde “Mecelle-i Mesaib” (Musibetler Mecmuası) diyen Sultan Vahidüddin, Avni Paşa’ya dikte ettirdiği hatıralarında kendini şöyle ifade etmiştir;
*“…O Sevr ki ilk defa elime aldığımda keskin bir acı ve korkulu bir ürperti hissettim… Sevr bana göre ne bir antlaşma ne de bir paktı. Kötülüğün baştan aşağıya ta kendisiydi.*
*Bu belge elime geldiğinde, mecburi ve geçici bir imza taktiğiyle (Sevr de sadece delegelerin imzasıyla) biraz zaman kazanmaya çalıştım. Eğer işler kötü gider ve bu oyalamayı başaramazsam antlaşmayı imzalamaktansa tahtan feragate kararlıydım”*
Damat Ferit ve Vahdettin'e RAĞMEN kazandık. Hürriyet karakterimizdir.
FEVZİ ÇAKMAK’IN ANKARA’YA GELİŞİ VE KARŞILANMASI
Osmanlı Harbiye Nazırı Fevzi Çakmak, 24 Nisan’da Sultan Vahdettin tarafından Ankara’ya gönderilir. Mareşal, 27 Nisan’da Ankara’ya gelir, Meclis’te tarihî bir konuşma yapar.
Bu konuşma Meclis zabıtlarında vardır; konuşmanın metnine internetten de ulaşabilirsiniz.
Meclis’in açılışının dördüncü günüdür. Ortam hareketlidir. Meclis kürsüsünde Meclis Başkanı sıfatıyla Mustafa Kemal Paşa şunları söyler:
“Efendim resmî görüşmelere geçmeden bir şey arz etmek istiyorum. İstanbul’dan Harbiye Nazırı Fevzi Paşa hazretleri Ankara’ya girmek üzereler. Eğer tensip buyurursanız meclisimizden bir heyet Fevzi Paşa hazretlerini karşılamak üzere yola çıksın. (Meclisten “hep beraber karşılamaya gidelim” sesleri) Mustafa Kemal, “Peki efendim, o halde bütün Meclis olarak hep beraber karşılamaya gidelim. Bu sebeple Meclisi tatil ediyorum” der.
Mareşal, tren garında heyecanla karşılanır. Meclis’e getirilir. Bir süre dinlenir. Sonra alkışlar eşliğinde kürsüye çağrılır. Ve şu tarihî konuşmayı yapar:
***
“Sevgili mebus arkadaşlar!
Söze başlarken İstanbul’un esaret muhitinden kurtularak Ankara’nın hür muhitine geldiğimden dolayı Cenab-ı Hakk’a hamd ve şükür ederim. (Şiddetli alkışlar) Ve beni böyle karşılayan sizlere de teşekkür ederim. Efendiler, gerek padişahımız efendimiz hazretleri, gerek bendeniz, beş yüz senelik bakir payitahtımızın ilk defa düşman tarafından işgali faciasını görmek bedbahtlığına uğramış felaketzedelerdeniz.
İstanbul’un işgal edildiği gece İngilizler arabalarla, İstanbul’a, Üsküdar ve Beyoğlu’na bahriye askerleri çıkartarak tüm ehemmiyetli yerleri tuttular. […] Harbiye Nezaretini işgal ederek benim makam odama kadar süngülü neferlerini soktular ve onlar tarafından belirlenen emirleri vermemi istediler. Göğsüne düşman süngüsü dayanmış bir harbiye nazırı, İstanbul’un hür ve makam-ı hilafet olmak meziyetini kaybettiğini görmüş ve bakan olmak sıfatı ile çok üzülmüştüm. Bu konuda derhal Sadrazama (Başbakan’a) malumat verdim. Bakanlar Kurulu’nun toplanması emrini verdi. Ben de bu toplantıya odamın içinde ve dışında bulunan 400 İngiliz askerinin ve onlarla iş birliği yapan Ermeni ve Rum vatandaşların arasından, nefret dolu bakışları altında katılmak üzere bakanlık binasından çıktım. (Kahrolsunlar sadaları…)
Hükümet de askerlerimizin şehit olması noktasında lazım gelen protestoyu yazmada geç kalmadı.
“SULTAN VAHDETTİN: ANKARA’YLA İRTİBATI KESMEYİN”
Bir gün sonra Padişahımız efendimizle görüşmek üzere Cuma selamlığına gittim. Namazdan evvel padişahımız bendenizi kabul ettiler. Fevkalâde üzgün bir halde bulunuyorlardı.
Ve bana dediler ki;
-‘Ben bugün böyle müthiş bir azap içinde camiye gelmek istemiyordum fakat halife olmam veçhiyle bu Cuma selamlığı bana bir dînî mükellefiyet’ diyerek üzüntüsünü dile getirdi. […]
-‘Paşam aman Anadolu ile irtibatı temin ediniz.’
Ben de;
-‘Efendim irtibat hazırdır. Fakat İngilizler sıkıntı çıkartıyor.’ dedim.
-‘Olsun sakın Anadolu ile irtibatı kesmeyiniz’ buyurdular.
Arkadaşlar! İngilizler bizden ve padişahımız efendimizden Anadolu harekâtını ve Kuvay-i Milliye’yi inkâr ve reddetmemizi istediler. Biz bunu kabul edemezdik ve etmedik de. Çünkü Kuvay-ı Milliye’yi reddetmek doğrudan doğruya halkı reddetmektir. Biz bunun farkındaydık.
Sonra dediler ki;
-‘Siz ve Padişahınız Kuvay-ı Milliye’ yi reddetmezseniz bütün yolları keseceğiz. Anadolu’ya giden tüm buğdaylara el koyup yalnızca bize yakın olan Ermeni ve Rum halka buğday verip, Türk halkını açlığa terk ederiz.’ Hükümet olarak biz ve Padişahımız buna rağmen Anadolu harekâtı ve Kuvay-ı Milliye aleyhinde en küçük bir söz söylemedik. Zinhar söyleyemezdik (Meclisten kahrolsunlar sedaları)…
“MUSTAFA KEMAL’i İDAM FETVASI, SÜNGÜ ZORUYLA ALINDI”
Padişahımız Ankara’nın zaferleriyle sevinip başarısızlıkları ile hüzünlenmekteydi.
O sıralarda hepinizin malumu olduğu üzere İngilizler baskıyla, tehditle o mahut fetvayı aldılar (İdam fetvasını diyor) Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi’nin imzaladığı, Mustafa Kemal hakkındaki idam fermanı. Malumunuz olduğu üzere o fetva süngü zoru ile alınmış ve İslam milletinin birbirine düşürülmesi hesaplanmıştı. O fetva acı bir vesikadır. Millet ve siz sanırım bu fetvanın geçerli olmadığını ve hangi şartlarda zorla yazdırıldığını anlamışsınızdır. (Tüm Meclisten “Şüphesiz” sedası yükselir…)
Konya Milletvekili Refik Bey; “Zaten o fetvanın bizce bir hükmü yoktur. Hangi baskılarla yaptırıldığı bizce de malumdur” der.
Fevzi Çakmak, sözlerini bitirerek kürsüden iner.
@@tark78 Yusuf Kaplan'ın (Şiddetli bir Kadir Mısıroğlu yanlısıdır) internet blogu yazısından alınmış aynı yazı. Kaynaksız, belgesiz bir yazı. Ne zamandan beri internet bloglarından yahut sağlam olmayan tarihi kişiliklerin anılarından aldığımız "tarihi belgeleri" (!) alır olduk? Tarihe ve tarihsel kaynak vermeye ihanettir bu. Ne zamanda aldık bu geleneği söyleyeyim mi? İki kitap okudu diye kendine tarihçi diyen Kadir Mısıroğlu zamanında aldık bu cinayet geleneğini. Ve sizin gibi çürük tohumlar bunu devam ettirerek "Yalan tarih anlatıyorlar, gerçeği bizimki" diyerek yeni oluşan nesli mikroplu bir geleceğe teslim ediyorsunuz. Bunu bile bile kendi menfaatlerinizi gerçekleştirmek için yapıyorsunuz. Allah da sizi bildiği gibi yapsın.
Mabeyn(Protokol) Başkatibi Ali Fuat Türkgeldi beyin 1949 senesinde Türk Tarih Kurumu yayınları tarafından yayınlanmış olan "GÖRÜP İŞİTTİKLERİM"isimli hatıratından Sultan Vahidettin ile alakalı çok mühim bir hatıra olarak diyor ki;
Ali Fuat Türkgeldi;
"21 Ocak 1919 Salı günü (Hünkarımız tarafından) Resmî bir ma'ruzât için huzura çağrıldım. Halktan gelen ma'ruzatlar çıkarıldıktan sonra müstediyat aralığında ehemmiyet arz eden üç kıt'a gelen telgrafnameyi ayırıp hususî surette okudum. Biri Bosna-Hersek ahalisinden üç yüz bin müslümanın milli hak ve hukuklarının korunması için siz Padişah hazretlerinden yardım, diğeri "Urla"da Rumların müslüman halka karşı yaptıkları zulümler ve saldırılardan bahisle kapsayıcı, üçüncüsü de "Van" ahâlisinden olup hükümetçe "Burdur" sancağına nakil ve boşalan Ermeni evlerine iskân edilmiş olan altı bin müslümanın sekiz aydır yevmiyeleri kesilip ve ikamet edildikleri evler dahi asıl sahiplerine iade olunmak üzere tahliye ettirilip aç ve ilaçsız sokak ortalarında kaldıkları beyâniyle Hünkarımızı merhamete getirmeye hâvi idi. Bu üçüncü telgrafı okur okumaz, Zâtı Şâhâne( Sultan Vahideddin) gözlerinden yaşlar gelerek;
*"Dün (Beylerbeyi sarayının keyfi olarak işgalinden dolayı) siz ağlıyordunuz; Bugün de ben ağlıyorum,ne yapayım?Buna insanlık kuvveti,hatta paygamberlik kuvveti bile kâfi gelmez. Ancak Allah'ın vereceği kuvvete muhtacım...dedi.*
*...Bu ecnebiler pek emansız!. Gece gündüz ne çektiğimi bir Allah bilir bir ben bilirim. Bize baskıyla Meclisi Mebusan'ı dağıttırdılar. Fikirlerini gizlemek değil adeta açıktan açığa ortaya çıkarıyorlar...*
*...Ben milletimin ateşli külü üzerine oturdum, taht-ı saltanatın kuş tüyünden minderleri üzerine oturup gömülmedim. Bunlardan kimseye bahsedilmiyor; millete de malumat verilemiyor. Elbette tarih birgün hakikatleri yazar. Siz sırdaşım olduğunuz için çok mahrem olarak yalnızca size söylüyorum. Vâkıa merhum biraderim (Sultan Reşat) da içerdeki galip bir kuvvetin (İttihatçıların)baskısı altındaydı. Lakin ben onun kat be kat üstünde olarak savaş gemilerinin toplarıyla mücehhez bir kuvvet karşısında bulunuyorum. Eğer akıllı, kötü niyetsiz ve tarafsız olarak devleti iyi idare edecek bir halefim olsaydı ömrümün bu son devrinde bu büyük eziyeti vallahi, billahi ve tallahi kabul etmezdim. Taht-ı saltanat ile teneşir tahtası arasında ne kadar mesafe var bilirim; siz de gözünüzle gördünüz,bir tarafta taht,bir tarafta tabut duruyordu dedi.*
Ben de pek ziyade çok üzgün olarak:
*"Hakikaten Allah'ın vereceği kuvvete muhtacız,ancak Merhametlilerin en merhametlisi olan Cenab-ı Allah o kuvveti siz Hünkarımıza ihsan buyurarak yine Allah'ın vereceği kuvvetle bu işlerin tamamını bir neticeye bağlamaya inşaallah sizi muvaffak eylesin."* dedim.
Kaynak;
-----------------
Ali Fuat Türkgeldi,Görüp İşittiklerim isimli hatıratından sayfa: 176-183, Türk Tarih Kurumu yayınları
Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'a Sultan Vahidettin'e teslim edilmek üzere Baş Mabeyn Naci Bey'e 19 Ocak 1920 Tarihli yazıp gönderdiği mektubu
*“Padişah hazretlerinin yaveri Naci Beyefendi’ye:*
*Muhterem Beyefendi,*
*Varlığını korumak ve geleceğinin selâmetini sağlamak için maddî ve manevî bütün kuvvetlerini birleştirmek suretiyle Allah’a hamdolsun genel siyasî vaziyetimiz üzerinde şükredilmesi gereken iyi etkiler yaratmış ve özel anlaşmalarla defalarca getirilen taksim(bölünme) arzularını gerçekleşme zemîninden uzaklaştırmaya muvaffak olmuş bulunan Kuvâ-yı Milliye’nin asıl hedefi ile gayet kutsal gayesi; Osmanlı milletinin en büyük ve en muhterem gerçek temsilcisi olan heybetli Padişah hazretlerini, istiklâlinin ve hakimiyetinin üzerine gelebilecek her türlü etkiden ve kusurdan onu korumaktır.*
*Temsil hey’etimiz, Türkiye’nin Padişahı olan ve mukaddes İslâm’ın halifesi sıfatıyla bütün İslam âleminin vicdanî bağlılığını yüce makamında birleştiren efendimiz hazretlerinin değil yalnız Anadolu ve Rumeli’deki, sınırlarımız içerisinde bulunan vatanın her yerinde, hatta bütün İslâm dünyası üzerinde madden ve mânen hâkim ve söz sahibi olmasını bütün Asya’nın geleceği adına yegâne kurtuluş çaresi olarak düşünerek çalışmalarını geniş bir ‘ümmet’ siyasetine çevirmiş, doğrudan doğruya "Hilâfet Makamı"nın korunmasını ve İstiklâlini (bağımsızlığını) gaye kabul eylemiştir.*
*Şahsen, zât-ı âlîlerinin vicdânını temsil heyetimizi meydana getiren şahıslardan herbirine ve özellikle de bu sarsılmaz kanaatimize şahit olarak gösteririm. Vaktiyle Padişahımızın ayak toprağına bizzat kabul şerefine erdiğim zaman arzettiğim bu düşünce ve bağlılık, Anadolu’da ortaya çıkan ve bütün şerefi ile gücü Padişah'ın namlı ismi ile münasebeti bulunan çalışmalarla kuvvetlenmiştir. Meslek ve kanaatimin değişmesinin mevzubahis olmadığı esasen yüksek bilgileriniz dâhilindedir. Dolayısı ile bu hususu da Padişahımızın ayağının toprağına tekrar arzedip ulaştırmanızı faydalı görüyorum.*
*Anadolu’da büyük bir itimat ile arzettiğim kutsal gaye etrafında teşkilâtını düzenleyip yoğunlaştıran Kuvây-ı Milliye’nin, artık tamamen ve bütün köyleri de içerisine alacak biçimde şekillendiğini, dolayısı ile Padişahın dokunulmazlığı ve hâkimiyeti uğrunda canını fedâ etmeye istisnasız bütün milletin güçlü bir anlayışla hazırlanmış olduğunu arzedip müjdelerim. Başta vicdanlarındaki dinleri ve nihâyetsiz bir kölelik duygusu ve sadakatle hâkim (yalnızca) Padişahları olduğu halde, milletin tamamının bugün gösterdiği birlik ve uyum, gelmesi yakın olan sulhun(Barışın) şartları hakkında ümitler vermekte olduğu gibi, bilhassa gelecek için de büyük gelişmeler vaad etmektedir.*
*Bir haftadan buyana toplantı hâlinde olan İstanbul’daki Meclis’te de aynı gaye ve emeller etrafında kuvvetli bir çoğunluk hâlinde dayanışma birliği ortaya çıkmıştır. Mütün millî teşkilâtların bu çoğunluğa kuvvetle bağlılığı, Hilâfet Makamının sahibi olan heybetli padişahımızın devletle ilgili düşüncelerini, tebâsının mevcudiyetini ve Allah tarafından korunmakta olan memleketinin bütünlüğünü her zamandan ziyade emniyet altında bulundurmaktadır.*
*Millî teşkilâtımızın yüzyüze bulunduğu amaçlarla millî ve siyasî konulardaki genel durumumuza ve Padişahın isteklerine bağlı olan temel düşüncelerimize dair ayrıntıyı ve açıklamaları Padişahımızın ayağının toprağına yakından arzetmek üzere eski Denizcilik Bakanı Rauf Beyefendi ile Padişahımızın valilerden Bekir Sami Beyefendi, İstanbul’a gittiler. Padişahımız tarafından kabul edilme şerefine nâil olmalarının sağlanmasını istirhâm ederim.*
*Âcizleri(yani ben), halife hazretlerinin gökyüzü seviyesindeki sarayının eşiğine bizzat yüz sürmek şerefinden mahrum kalmanın daha fazla devam etmeyeceği ümidi ve her zaman tekrarladığım sadakat ve bağlılık duygularımın sonsuz olduğunu Padişahımızın huzuruna bir defa daha sunmayı başarma fikriyle bahtiyâr olarak çok yüksek tâzimlerimi takdime aracılık etmenizi rica eylerim efendim.*
Heyet-i Temsiliye Reisi
Mustafa Kemal
19 Ocak 1336(1920)
Kaynak:
------------
Murat Bardakçı'nın Habertürk gazeteside 21 Nisan 2019 tarihli köşe yazısı,Bu mektup Murat Bardakçı'nın şahsi arşivinden..
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN 28 NİSAN 1920 TARİHİNDE OYBİRLİĞİYLE ALDIĞI KARAR ÜZERE, SULTAN MEHMET VAHİDETTİN'E GÖNDERDİĞİ MECLİSİN BAĞLILIK TELGRAFI;
Halife ve Yüce Hâkânımız Efendimiz; İstanbul'un işgali ve yine yaşanan faciaları araştırıp incelemek ve Saltanatı seniyyenin hak ve hukukunu ve milli istiklâlimizi savunmak ve temin etmek maksadıyla bu defa Ankara da Büyük Millet Meclisi halinde toplandık. Anadolu'nun düşman işgali altında olmayan her köşesinden gelen ve millet tarafından olağanüstü yetkilerle seçilen milletvekilleri ittifakla aldıkları bir kararla siz Padişahımız hazretlerine bazı hakikatleri anlatmayı bir sadakat ve kulluk vazifesi bildiler.
Padişahımız: Siz Hünkarımızın malumu olduğu üzeredir ki,Osmanlı Hanedanın mübarek ve yüce atası olan Sultan Osman Gazi, milli tarihimizin mesut ve mübarek sayılan bir gecesinde hatırası nesillerden nesillere aktarılan bir rüya görmüştü. O rüyanın, üç kıta üzerine gölgesini salan ve altında yüz milyonluk bir dünya barındıran Kutsal ağacından artık bütün dallar kesilmiş ve yalnız ortada muazzam bir gövde kalmıştır. Yüce atalarımızın Rumeli de kendi başına bir Cihan olan toprakları fethedip ele geçirirken ordularını bu Anadolu topraklarından davet eder ve uzak memleketlerin büyük ana hatlarını, askeri yollarını korumak üzere yine Anadolu'dan halkları götürür ve en mühim noktalara yerleştirirdi. Bu halk Bosna-Hersek ve Mora içlerine kadar yayıldı.Basra körfezine kadar Suriye ve Filistin yollarında kısım kısım yerleştirildi.
Padişahımız: Osmanlı Devleti'nin şeref ve bekası için Anadolu halkı asırlardır hayatlarını feda etmeyi kendine Kutsi bir borç bilmiştir. Anadolu boşaldı. Anadolu viran oldu,fakat iklimlerden iklimlere uzayan Osmanlı Hakanlığımızın yüceliği ve kudreti için her sıkıntıyı,her felâketi canına minnet bildi. Osmanlı öyle bir topraktır ki; Macaristan içlerinden Yemen çöllerine kadar, Kafkas eteklerinden Basra körfezine kadar, kuşak kuşak uzayıp giden uçsuz bucaksız şehitliklerle kuşatılmış, ve o şehitlikleri her yerden fazla şimdi hürriyet ve istiklâli için yeni bir halk direnişi yapan bu eski Anadolu verdi.
Yüce Padişahımız: İslâmın her tarafta hezimete uğrayan bayrakları gelip onun(İslam'ın)ufkunda toplandı. Onun ufukların da kendine sığınak ve kurtuluş aradı. İzmirin işgali üzerine Osmanlı Memleketlerinin en mamur ve mesut kısımları nasıl ateşle,yağma ve katliamlarla baştan başa harap oldu bilirsiniz. Hiçbir hakka hukuka dayanmayan ve milletinizi son yurdunda esaret altına düşürmeyi emel edinen bu vahşi akından siz Padişahımızın kalbinin duyduğu acı ve ızdırapları dünya basınına bizzat göndermiştiniz. İzmirin işgali, Adana faciaları; Bu faciaları Maraş,Antep toprakları ve onu da falaketlerimizin en büyüğü olmak üzere İstanbul'un işgali takip etti. Soyundan yetiştiğimiz bu millet, binlerce seneden beri dünyanın en muhteşem tahtlarına Sultanlar yetiştirmiş ve hür yaşamış olan bir millet sıfatıyla ne yapabiliirdi ? Siz Padişahını can yakıcı bir harp sonucu ordularını kullanmaktan engellenmiş ve yasaklanmış olarak gördüğü için kendi kendine silaha sarıldı ve nerede anavatanı saldırıya uğramışsa oraya dinî ve millî namusunu korumak için koştu.
Padişahımız, Kafkasyanın İslam kahramanları,babalarının ocaklarını, kendilerinden yüz kere daha kuvvetli bir düşmana karşı otuz sene kadın ve erkek müdafaa ettiler. Zavallı Fas on senedir Fransız işgalini tanımıyor ve silahını teslim etmiyor. Libya bir avuç toprağı ve kahramanıyla aynı mücade içindedir. Bugün İslam Dünyasının her tarafı kendini korumak için silahtan tamamen mahrum bir haldeyken, zulüm ve ihanetin boyunduruğunu atmak için ayaklanıp isyan ederken Abbasî ve Fatımî Halifeliklerinden, Selçuklu Türklerinden beri hemen hemen bin yüz seneyi aşan bir zamandır istiklâl ve hürriyet vede din için gaza eden büyük milletiniz; Asya'nın ve İslam'ın bayraktarı diye dünyaca bir şöhreti olan milletiniz, kurtuluşunu canına susamış düşmanlarının merhametinden bekler mi?
Yüce Padişah Efendimiz,Milli Müdafaamızı mübarek Padişahlık makamınıza karşı bir isyan sûretinde göstermek,ve halkı aldatmak için sürekli olarak çalışan hainler var. Onlar milleti birbirine kırdırmak ve düşman işgaline yolu açık bırakmak istiyorlar. Halbuki ölende öldürülende sizindir. Hepsi aynı derecede sizin sadık evladınızdır. Millî Müdafaamızı, düşmanların bayrakları babalarımızın ocakları üzerinden çekilinceye kadar terk edemeyiz. Her yeri bir büyük Hakanımız ve Padişahımızın, Allah ve Din aşkına görkemli ve heybetli bir delili olan İstanbul Camiileri etrafında düşmanlar gezdikçe, öz vatanın üstünden yabancı adamların ayakları çekilmedikçe biz mücadelemize devam etmeye mecburuz.
Cenabı hak, atalarımızın yurdunu koruyan,halife ve Padişahının şeref ve istiklâli için uğraşan evlatlarınızla beraberdir. Kendi hükümetimiz altında bedbaht ve fakir yaşamak, yabancı esareti pahasına nail olacağımız huzur ve saadetten bin kere yeğdir.
Padişahımız, kalbimiz sadakat ve kulluk hissiyle dolu olarak tahtınızın etrafında herzamankinden daha sıkı gönül bağı ile toplanmış bulunuyoruz,[[ Toplantısının ilk sözü Padişahına sadakat olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, son sözünün de yine bundan ibaret olacağını yüce kapılarınıza en büyük ta'zim ve alçak gönüllülükle arz eder.]]
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı
27 Nisan 1336(1920)
Kaynak:
--------------
28 Nisan 1920 tarihli TBMM zabıtları,sayfa: 123-124
Mustafa Kemal Paşa'nın 24 Nisan 1920 tarihinde TBMM'DE yaptığı konuşmasında Sultan Vahideddin ile ilgili şöyle diyor:
*“Padişahımız Efendimiz Hazretleri edayi salât (Namaz kılmak) için Camiye gittikleri zaman kendilerini muhafaza eden kıtaatı askeriye İslâm askeri değildir. İngiliz askeridir. Bu şeraiti elimeye(can yakıcı şartlara) duçar olmuş olan Padişahımızla hususî temas dahi mümkün olamaz. Sureti umumiyede bir şey arzedeyim :*
*Farzedelim ki Padişahımızla resmî ve hususî her türlü temas mümkündür. Ne anlamak istiyoruz? Bu temastan millet; istiklâlini, tamamiyeti mülikiyesini (siyasi bütünlüğünü), Makam-ı Hilâfet ve Saltanatın müstakil ve masun (bağımsız ve dokunulmaz) olmasını vicdanî bir emel telâkki etmiştir. Bunun için burada (Ankara'da) çalışıyoruz ve çalışacağız. Halife-i müsliminin bundan başka bir şey düşünmesine imkân tasavvur ediyor musunuz? Ben şahsan hiç bir şey düşünmem. Zati Şahanenin (Padişah’ımızın) ağzından işitsem mutlaka bunun icbar ve tazyik (zorlama ve baskı) altında olduğuna hükmederim. (…)*
*Daha dün okuduğumuz sâniadan (iftiradan) ibaret olan fetva cümlenizin malûmudur. Hürriyetine, serbestisine sahip olan böyle bir Halife verdirir mi? Cümlenin malûmu olan Hükümetin evamiri muhtacı tefsirdir.*
*Bu kabineden evvel Harbiye Nazırı Fevzi Paşa Hazretleri namus ve haysiyet ve şerefi itibarile kendisini yakından tanıyan arkadaşlarımızın tahtı tasdikında olduğu üzere şüphe ve tereddüt edilmiyecek evsafı güzideye maliktir. Bir emirde: *"İngilizlere hürmet edeceksiniz, İngilizlerin emrini dinliyeceksiniz, böyle hareket etmediğiniz takdirde mahvolacağız, bu tarzı hareketi hamiyeti vataniyenizden rica ederim" diyor ve bazı zaif muhakemeli insanlar ihtimal ki vaziyet başka türlüdür, bu kadar muhterem bir arkadaş böyle desin. Fakat biz böyle bir teeniye lüzum görmedik ve bunun düşman tarafından not edildiğine hükmettik. Kaçırdığı yaveri Salih Bey buraya geldi ve aman dedi. Harbiye Nazırı Fevzi Paşa süngü altında'dır ve İşgalciler zorla imlâ ve imza ettiriyorlar, o emre ehemmiyet vermemesi lüzumunu bildirmek için beni gönderdi dedi ve bu gün o zati şerif tahlisi giriban ediyor, Geyvede bulunuyor. Bir saat evvel kendisile kezalik Dahiliye Nazırı(İç işleri bakanı) Hazim Bey ayni tebliği ediyor. Rüesayı memurini mülkiyeye rica ediyor. "Bütün hissiyat-ı vataniyesine müracaat ederek aman ingilizlere bir şey yapmayınız" diyor. Beyefendiler; şimdi İstanbul muhitine nasıl emniyet edeceğiz ve İstanbul'un uğradığı o tazyiki elimi(can yakıcı baskılar) muvacehesinde biz dahi olsak insanız, bizim karşımıza gelen sözün düşmanlarımız tarafından işidilmiyecek ve işidildiği takdirde duçarı mehalik olmıyacağımıza emniyet ederek nasıl söyliyebiliriz?*
Kaynak
--------------------
T.B.M.M. Gizli Celse Zabıtları, 24 Nisan 1336 (1920), Devre: 1, İçtima(toplantı): 1,
2. in’ikat - 4 ncü celse, Cilt : 1, sayfa 9.
Selamın aleyküm bugün Ahmet anapalı canlı yayında sizin tarihi kaynakları ile anlattığınızı söyledi için sizi takip etmeye başladım. Başarılar hocam.
Ahmet Hoca ile en iyi anlasacaklari konu Celal Şengör un tarihci olmaması ve bilgisizce konuşmaları.Ataturk ve özellikle Cumhuriyet tarihi konusunda anlasamazlar
Ahmet anapalı belgeyle konuşsa
Umarım Ahmet Bey de kahvehane ağzıyla konuşmak yerine belge okumaya başlar.
@@sevenyurek7492 Sallamayın da eskisi gibi değil üslubu
@muhammetminder7056 Açıkçası bir videosunun bir kısmını izledim ki o da yeterli oldu. Kendisi 19. Tümen'in varolmadığını söyleyip Mustafa Kemal Paşanın olmayan bi orduya hizmete atandığını falan iddia etti. Zaten amacını aşağı yukarı anlamışsındır. Belge açıp okumanın bir sakıncası yok, gerçeği öğrenmiş olursun.
Bu videoyu yapan hanımefendiye teşekkürlerimi sunarım daha videonun başında yazıyorum bu kadar ayrıntı ve belgeden haberimiz yoktu vebence bu disgucler hep vardı hep oldu ve hep olacaklar ve çok curretliler Allah Türkü korusun kollasin
Bunlarin yuzunden bu kadar Sehit verdik😢Dusmana Vatanimizi Hediye vere vere ve coook korkak oldukları için Atamiz devreye gecti❤biraz Toprak kalsin diye😢😢Vahdettin Sapığı Çocuklarla Evlenirken BIZIM Atalarimiz Cephede CAN veriyordu😢😢😢
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN 28 NİSAN 1920 TARİHİNDE OYBİRLİĞİYLE ALDIĞI KARAR ÜZERE, SULTAN MEHMET VAHİDETTİN'E GÖNDERDİĞİ MECLİSİN BAĞLILIK TELGRAFI;
Halife ve Yüce Hâkânımız Efendimiz; İstanbul'un işgali ve yine yaşanan faciaları araştırıp incelemek ve Saltanatı seniyyenin hak ve hukukunu ve milli istiklâlimizi savunmak ve temin etmek maksadıyla bu defa Ankara da Büyük Millet Meclisi halinde toplandık. Anadolu'nun düşman işgali altında olmayan her köşesinden gelen ve millet tarafından olağanüstü yetkilerle seçilen milletvekilleri ittifakla aldıkları bir kararla siz Padişahımız hazretlerine bazı hakikatleri anlatmayı bir sadakat ve kulluk vazifesi bildiler.
Padişahımız: Siz Hünkarımızın malumu olduğu üzeredir ki,Osmanlı Hanedanın mübarek ve yüce atası olan Sultan Osman Gazi, milli tarihimizin mesut ve mübarek sayılan bir gecesinde hatırası nesillerden nesillere aktarılan bir rüya görmüştü. O rüyanın, üç kıta üzerine gölgesini salan ve altında yüz milyonluk bir dünya barındıran Kutsal ağacından artık bütün dallar kesilmiş ve yalnız ortada muazzam bir gövde kalmıştır. Yüce atalarımızın Rumeli de kendi başına bir Cihan olan toprakları fethedip ele geçirirken ordularını bu Anadolu topraklarından davet eder ve uzak memleketlerin büyük ana hatlarını, askeri yollarını korumak üzere yine Anadolu'dan halkları götürür ve en mühim noktalara yerleştirirdi. Bu halk Bosna-Hersek ve Mora içlerine kadar yayıldı.Basra körfezine kadar Suriye ve Filistin yollarında kısım kısım yerleştirildi.
Padişahımız: Osmanlı Devleti'nin şeref ve bekası için Anadolu halkı asırlardır hayatlarını feda etmeyi kendine Kutsi bir borç bilmiştir. Anadolu boşaldı. Anadolu viran oldu,fakat iklimlerden iklimlere uzayan Osmanlı Hakanlığımızın yüceliği ve kudreti için her sıkıntıyı,her felâketi canına minnet bildi. Osmanlı öyle bir topraktır ki; Macaristan içlerinden Yemen çöllerine kadar, Kafkas eteklerinden Basra körfezine kadar, kuşak kuşak uzayıp giden uçsuz bucaksız şehitliklerle kuşatılmış, ve o şehitlikleri her yerden fazla şimdi hürriyet ve istiklâli için yeni bir halk direnişi yapan bu eski Anadolu verdi.
Yüce Padişahımız: İslâmın her tarafta hezimete uğrayan bayrakları gelip onun(İslam'ın)ufkunda toplandı. Onun ufukların da kendine sığınak ve kurtuluş aradı. İzmirin işgali üzerine Osmanlı Memleketlerinin en mamur ve mesut kısımları nasıl ateşle,yağma ve katliamlarla baştan başa harap oldu bilirsiniz. Hiçbir hakka hukuka dayanmayan ve milletinizi son yurdunda esaret altına düşürmeyi emel edinen bu vahşi akından siz Padişahımızın kalbinin duyduğu acı ve ızdırapları dünya basınına bizzat göndermiştiniz. İzmirin işgali, Adana faciaları; Bu faciaları Maraş,Antep toprakları ve onu da falaketlerimizin en büyüğü olmak üzere İstanbul'un işgali takip etti. Soyundan yetiştiğimiz bu millet, binlerce seneden beri dünyanın en muhteşem tahtlarına Sultanlar yetiştirmiş ve hür yaşamış olan bir millet sıfatıyla ne yapabiliirdi ? Siz Padişahını can yakıcı bir harp sonucu ordularını kullanmaktan engellenmiş ve yasaklanmış olarak gördüğü için kendi kendine silaha sarıldı ve nerede anavatanı saldırıya uğramışsa oraya dinî ve millî namusunu korumak için koştu.
Padişahımız, Kafkasyanın İslam kahramanları,babalarının ocaklarını, kendilerinden yüz kere daha kuvvetli bir düşmana karşı otuz sene kadın ve erkek müdafaa ettiler. Zavallı Fas on senedir Fransız işgalini tanımıyor ve silahını teslim etmiyor. Libya bir avuç toprağı ve kahramanıyla aynı mücade içindedir. Bugün İslam Dünyasının her tarafı kendini korumak için silahtan tamamen mahrum bir haldeyken, zulüm ve ihanetin boyunduruğunu atmak için ayaklanıp isyan ederken Abbasî ve Fatımî Halifeliklerinden, Selçuklu Türklerinden beri hemen hemen bin yüz seneyi aşan bir zamandır istiklâl ve hürriyet vede din için gaza eden büyük milletiniz; Asya'nın ve İslam'ın bayraktarı diye dünyaca bir şöhreti olan milletiniz, kurtuluşunu canına susamış düşmanlarının merhametinden bekler mi?
Yüce Padişah Efendimiz,Milli Müdafaamızı mübarek Padişahlık makamınıza karşı bir isyan sûretinde göstermek,ve halkı aldatmak için sürekli olarak çalışan hainler var. Onlar milleti birbirine kırdırmak ve düşman işgaline yolu açık bırakmak istiyorlar. Halbuki ölende öldürülende sizindir. Hepsi aynı derecede sizin sadık evladınızdır. Millî Müdafaamızı, düşmanların bayrakları babalarımızın ocakları üzerinden çekilinceye kadar terk edemeyiz. Her yeri bir büyük Hakanımız ve Padişahımızın, Allah ve Din aşkına görkemli ve heybetli bir delili olan İstanbul Camiileri etrafında düşmanlar gezdikçe, öz vatanın üstünden yabancı adamların ayakları çekilmedikçe biz mücadelemize devam etmeye mecburuz.
Cenabı hak, atalarımızın yurdunu koruyan,halife ve Padişahının şeref ve istiklâli için uğraşan evlatlarınızla beraberdir. Kendi hükümetimiz altında bedbaht ve fakir yaşamak, yabancı esareti pahasına nail olacağımız huzur ve saadetten bin kere yeğdir.
Padişahımız, kalbimiz sadakat ve kulluk hissiyle dolu olarak tahtınızın etrafında herzamankinden daha sıkı gönül bağı ile toplanmış bulunuyoruz,[[ Toplantısının ilk sözü Padişahına sadakat olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, son sözünün de yine bundan ibaret olacağını yüce kapılarınıza en büyük ta'zim ve alçak gönüllülükle arz eder.]]
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı
27 Nisan 1336(1920)
Kaynak:
--------------
28 Nisan 1920 tarihli TBMM zabıtları,sayfa: 123-124
HAYINLER VE HAYINLERIN TORUNLARI HALA FALIYETTELER😊
Adıtürkler heryerde.
Dedim ya halaaaa icimizdeler Cumhuriyet Dusmanlari😢😢hem de yüksek Koltuklarda maalesef
hocam cok teşekkürler bizleri aydinlattiginiz icin
Dinlerken ağladım.
merhaba ceren hanım, bu tarz videolarınıza bayılıyorum. özellikle sizin yayınlarınızla birlikte osmanlının son 100 yılı daha çok ilgimi çekmeye başladı. bu yayınları youtube katıla özel mi yapıyorsunuz? bu tarz yayınların daha fazla olmasını dilerim.
Çok güzel çok faydalı bir yayın çok teşekkürler
Cok tskler, cok guzel anlatiniz I ❤ love you.
NE MUTLU TURKUM DiYEN ❤❤❤
Teşekkürler Hoca'm.
Hainleri açıklamaya devam.
Çok teşekkürler hepinize anlasınlar artık osmanlıyı
Ruhun şad olsun Atam sen ve devrimlerin Türk milletinin kalbinde ve zihninde sonsuza kadar yaşayacak bu vatan hainleri yok olup gitti.
Teşekkürler
teşekkürler
Abla günümüz Türkçesiyle oku da alıp sosyal medyada paylaşalım.
Minber gazetesi Kasım 1918 de yapılan mülakatları okumanızı tavsiye ederim internette var
Kanun hukmunde kararname bu işte...
Damat feride küfrettim diye youtube yorumlarımı kaldırdı.
Ceren hocayı iyi dinleyelim.
neler söyle mişşşşşş !!!!!!!
Vaha beyin konuşmasını beklerken kesildi.
👏❤️👏❤️👏❤️👏❤️👏❤️👏❤️👏
❤👏🏼👏🏼👏🏼👏🏼
Hâlâ bunlari sevenler var.akıl dışı 😡😡😡
ABLA PİYASADA YAVUZ SULTAN SELİMİ DETAYLI ANLATAN BİRİSİ YOK RİCA ETSEM BİR VİDEONDA YAVUZ SULTAN SELİMİ ANLATIRMISIN
👍👍👍
Belgelere bakarsak Vahdettin ve damat Ferit i İngilizler ile işbirliği yapmış olfuğunu anlıyoruz fakat anlamadığım İngilizler İstanbul u neden terketti?
Güçleri yoktu kardeşim. Zaten büyük bir savaştan çıktılar ve onlarda çok insan kaybetti. Ve halkın desteğini kaybettiler. Halkının desteğini kaybeden bir ülke savaşamaz. 11 eylül saldırısından öncede amerika afganistana saldırmak istiyordu ama halk desteği olmadığı için bu mümkün değildi. 11 eylülden sonra 500 bin kişi gönüllü asker olmak istiyor. Nitekim loyd george halkı bu kanlı savaşa ikna edememişti. Zaten bu yüzden yunanlıların insan gücünü kullanmaya çalıştı ancak onlarda başarısız olunca çekilmekten başka çareleri kalmadı.
Çünkü tek karışıklık bizim topraklarımızda değil. Onlarda uzun savaşlardan yorulmuş halk savaş istemiyor. Üstelik ordusunun çoğunu terhis etmiş durumdalardi. İngiliz imparatorluğu sadece burda değil birçok yerde birçok sorunla uğraşıyordu. Tek silahlı müttefikleri Yunanlılar yenilince mevcut durumunda savaş falan cikaramazlardi. Velhasıl İngilizlerin çekilmesinden başka çaresi kalmadı
İstanbulu terketme sebepleri anadoluda bir çok cephede kaybetmeleri. Sizce egede yunanistan güneyde fransa vs garantisi olmasa istanbula öyle girebilirler miydi?
Cephelerde kaybedildikten sonra kuvayi milliye direnişi başarılı olunca çekildi. Çünkü kendi topraklarından yeterince uzak. Bu ikmalden uzak olmak demek. Anadoluda başarılı olunca yapabilecek birşeyi kalmaz
Arkadaşın belirttiği sebeplerin yanında İngiliz kamuoyunun İngiliz hükümeti üzerindeki baskısıda oldukça etkili. Zira 1918 yılında savaş bittiği halde 5 yıl daha ordunu Anadolu'da tutmak ekonomik olarak yıpratıcı olsa gerek ki birde dünya savaşını atlatmişsın. Resmi olarak savaş bittiği ve tekrar savaş açamadikları için üzerimize yunani saldılar. Yunanistan da bunu başaramayinca İngiliz hükümeti düşmüş ve Yunan generaller Yunanistan'da idam edilmişlerdir. Asıl sebep budur. Ha birde İstanbul'dan çekildikten sonra boğazlar ruslarin çökmesini İngilizler pek istemezler.
Atatürk'ün de İngilizlerden valilik istedeği röportajın belgesini paylaşın lütfen.
Kendin öğren her şeyi. Herkesin her lafına inanma.
Onuda sen paylaş dinleyelim
Allah allah. Bir taraflarından salladığın komplo teorisi şu röportaj belgesini paylaşsana bakalım neymiş, hep başkalarından beklemeyin. Siz tüm gizli tarihi biliyorsunuz ya hani.
Anlattıklarınızın hepsi doğru ve insanları bilgilendirmeniz gurur verici. Fakat anlatım tarzınız asla bana hitap etmedi. Daha akıcı ve basit tepkilerden ziyade uzman gibi aktarmanızı beklerdim.
Öyle bir derdi yok
❤
👏 👏 👏
Algoritmaya destek yorumu
Rıfat börekcinin izindeyiz sonsuza kadar
3.el mediha sultan eş damat ferit İngiliz uşağu
2) eyaletlerden birinin yöbeticiliğinr talibim diye messj gondermişti.
Böyle biri olduğu için de 19 Nayısda Karadeniz'de asayişi teftişe gidecek müfettiş olarak
olarak onu seçtiler.
🙋
1:21 Öyle demiyor ''sadece bakanların bazıları neredeyse bilinmez adamlar'' diyor ma genel olarak kabine değerli değersiz demiyor yine aynı şekilde mektuba göre feridin kendisi kuvayi milliyecileri affetiğini söylüyor
ingiliz arşivinde ataturk hakkında yazılanlar da doğru ozaman :D
Damat ferit paşa rumdur aslen dönme
Haanımefendi, 3.26’ncı saniyede söylediğiniz lâf, “Avrupa EfkÂrı Umûmiyesi” şeklinde telâffûz olunur;. efkAr şeklinde değil. Özen gösterdiğiniz bir konuda sizi ikâz etmek istedim. Saygılarımla..
Ne fırıldakmis tokmak ferid
🍀🫶
destek yorumu
Neresi yalan
TTT
ben bu sanal alemi beceremiyorum lütfen canlı yayınlarını bana mesaj olarak atarmısın
kanalın bildirimlerini aç mesajı gelir
🤣🤣🤣🤣
Çay da gönderelim size
Bildirim açma tuşu var. Zil işareti şeklinde. Kanal isminin yanında. Oraya tıklayıp açabilirsiniz. Canlı yayın yapıldığında bildirim gelir. İnşallah anlatabilmisimdir. Ceren hanımın mesaj atması bence pek mümkün bir şey değil
@sademaznurgevsemezoglu3437 gülmek yakışmadı adam açık açık belitmiş anlamadığını. Saygılar
07:46 Şanlı ordumuz yunanı denize döktüğünde Sultan Vahdettin Han Ayasofya Camisinde Hutbe okutmuştur. İşte küçükhanım Padişahımız gerçek milliyetçilik davası için bunu yapmıştır.
İngiliz muhipler derneğine üyeydi zatı şahane
allah razi olsun bu kadar yormasaymis kendini maazallah basina bir is falan gelirdi 🙄
Yok artık... Önce kuvayi inzibatiyeyi kur, sonra hutbe okut 🤣🤣 tarihi eğip bükeceğiz diye saçmalakta çığır açıyorsunuz 👌
😂😂😂😂😂😂😂😂
@@birihtimaldahavar2884 bu kötü bir şey değil ki.
11 Mart 1920 de neler olmuş?
Mustafa Kemal, 27 Aralık 1919 tarihinde Ankara'ya geldiğinde Ankara, bir yıldır İngiliz işgali altındaydı... Whittal, 11 Mart 1920 tarihinde İstanbul'dan gelen emir üzerine işgale son verdi. Askerlerini trene bindirdi ve gitti.
🇸🇦🐑♿
Hepsi YALAN
dogrusu neymis ertugrul
Peki neo-ottoman devshirme :)
Aynen kardeşim kaynak ?
@@ghostwalkerx5807sizin gibi sabetaycı değiliz ya
@@YKSBarsAktas 🐫🇸🇦♿
❤
❤