Teşne Lebler O Gece Kan İle Galtân Oldu (Mersiye) - Osman Şems Efendi / Okuyan: Naim KAYA

Поділитися
Вставка
  • Опубліковано 22 сер 2024
  • Teşne Lebler O Gece Kan İle Galtân Oldu / Mersiye
    Güfte: Osman Şems Efendi (d.1814 / ö.1893) - Meşâyih-i Kâdiriyye’den
    (Hk. geniş bilgi için bk.:
    islamansiklope...
    teis.yesevi.ed... )
    Okuyan: Naim KAYA
    Teşne lebler o gece kan ile galtân oldu,
    O gece arsageh-i Kerb ü belâ kan oldu,
    O gece rûh-ı Nebî hazîn ü giryân oldu,
    Ki Hüseyn İbn-i Ali o gece kurbân oldu.
    Susuz dudaklar o gece kanlar içinde yuvarlandı,
    O gece mâtem yeri Kerbelâ toprağı kanla doldu,
    O gece Peygamber Efendimiz’in ruhu çok üzüldü, çok ağladı,
    Ki Hz. Ali’nin oğlu o gece kurban oldu.
    teşne: susamış
    leb: dudak
    galtan: yuvarlanan
    arsageh: yer, meydan, dünya
    kerb: üzüntü, kaygı, tasa, keder
    belâ: sıkıntı, gam, keder, âfet, musîbet, felâket
    Kerbelâ: Bağdat dolaylarında Hz. Hüseyin’in şehid edildiği ve türbesinin bulunduğu yer, mecâzen “mâtem yeri”.
    hazîn: hüzünlü, kederli, gamlı, mahzun
    giryân: ağlayan
    ibn-i: oğlu
    Çâk-i çâk eyledi furkānı gürûh-i a‘dâ,
    Pây-ı pür-kin ü hakāretle ezildi Tâhâ,
    Bağrına taş vurarak ağladı rûh-ı Zehrâ,
    Ki ciğerpâresi mağdûr ü perişân oldu.
    İyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırt ettiren kişiyi, düşmanlar topluluğu paramparça etti,
    Hz. Peygamber’in evlâdı (Tâhâ), kin ve hakaret dolu ayaklarla ezilip çiğnendi,
    Hz. Fâtımatü’z-Zehrâ’nın ruhu, bağrına taş basarak ağladı / inledi,
    Ki ciğerinin parçası zulme uğrayıp perişan oldu.
    çâk: yırtık, yarık, parçalanmış
    furkan: iyi ile kötü ve doğru ile yanlış arasındaki farkı gösteren, delil
    güruh: topluluk, bölük
    a‘dâ: düşmanlar
    pây: ayak
    pür-kin: kin dolu
    Tâhâ: Kur’an’da bir sûre adı. Peygamberimiz’in ve evlâdının isimlerinden biri
    Zehrâ: Peygamberimiz’in kızı Fâtımatü’z-Zehrâ (r.anhâ)
    Bir zaman dûş-i Muhammed’de gezerdi o vücûd,
    Rûy-i gül-bûyini koklardı Cenâb-ı Mahmûd,
    Şân-ı âlîsini tebcîl ederdi ma‘bûd,
    Öyle bir beyt-i Hudâ zulm ile virân oldu.
    Şehîd edilen o vücud, bir zamanlar Hz. Muhammed’in (s.a.v.) omuzlarında gezerdi,
    Hz. Mahmûd ü Muhammed ü Mustafa, onun gül yüzünün kokusunu koklardı,
    Allah, onun yüce şânını daha da yüceltir ve ikram ederdi,
    Allah’ın evi olan öyle bir kalbe sahip kişi, zulümle yerle bir edildi.
    dûş: omuz
    rûy: Yüz, çehre
    bûy: koku
    tebcîl: ululama, saygı gösterip ikram etme
    ma‘bûd: kendisine tapınılan / ibadet edilen Allah
    beyt: ev (mü’minin kalbi)
    Hudâ: tanrı, ilâh, Allah
    virân: yıkık, yıkılmış
    Kumlu çöllerde benim âilemi yakmayınız,
    Kesiniz bari beni, onları ağlatmayınız,
    Bu yanık sînelere tîr-i cefâ atmayınız,
    Çünkü bu nazlı melekler size mihmân oldu.
    Benim âilemi o kumlu çöllerde yakmayınız,
    Bari beni kesiniz de onları ağlatmayınız,
    Bu yanık göğüslere cefa okları atmayınız,
    Çünkü nazlı melekler gibi olan bu evlâd-ı Resûl size komşu oldu.
    sîne: göğüs, bağır, kalp
    tîr: ok
    mihmân: komşu
    Böyle söyler iken ol gonce-i mahbûb-i Hudâ,
    Remh ü şimşîr ile hücûm etti gürûh-i a‘da,
    Aldılar orta yere şâh-ı şehîdi hayfâ,
    Ol zaman Kerb ü belâ saha-yı tuğyân oldu.
    Allah’ın daha henüz açmamış o sevgili tomurcuğu böyle söylerken,
    Düşmanlar bölüğü süngülerle ve kılıçlarla onlara saldırdılar,
    Ortalarına o şehidler şâhını aldılar, vah ne yazık!
    O zaman o mâtem yeri olan Kerbelâ toprağı baskınlarla doldu taştı.
    gonce: henüz açılmamış çiçek, tomurcuk
    mahbûb: sevilen, sevgili
    remh: süngü, ucu sivri ve kesici silâh
    şimşir: kılıç
    güruh: topluluk, bölük
    a‘dâ: düşmanlar
    hayfâ: yazık
    kerb: üzüntü, kaygı, tasa, keder
    belâ: sıkıntı, gam, keder, âfet, musîbet, felâket
    Kerbelâ: Bağdat dolaylarında Hz. Hüseyin’in şehid edildiği ve türbesinin bulunduğu yer, mecâzen “mâtem yeri”.
    sahra: boş ve geniş alan, ova, çöl
    tuğyân: taşma, coşma, baskın
    Bûsegâh-ı leb-i Zehrâ idi ruhsâr-ı Hüseyn,
    Lem‘a-i nûr-i hüveydâ idi dîdâr-ı Hüseyn,
    Nerdesin nerde eyâ vâlid-i Kerrâr Hüseyn?
    Bak senin nazlı Hüseyn’in nice kurbân oldu?
    Hz. Hüseyin’in yanakları, Hz. Fâtımatü’z-Zehrâ’nın öptüğü yerdi,
    Hz. Hüseyin’in yüzü, o apaçık Allah ve Muhammed (s.a.v.) nûrunun parıldadığı yerdi,
    Nerdesin, ey Hüseyin’in döne döne düşmana defalarca saldıran babası, nerde?
    Bak, senin nazlı Hüseyin’in nasıl kurban oldu?
    bûsegâh: öptüğü yer
    leb: dudak
    Zehrâ: Peygamberimiz’in kızı Fâtımatü’z-Zehrâ (r.anhâ)
    ruhsâr: yanak, yüz
    lem‘a: parıltı
    hüveydâ: âşikâr, belli, apaçık
    dîdâr: yüz, güzel yüz, çehre
    eyâ: ey
    vâlid: baba
    Kerrâr: savaşta döne döne düşmana defalarca saldıran Hz. Ali (k.v.)
    Hubb-i Rahmân gibidir Âl-i Muhammed hevesi,
    Sâbit ol emr-i muhabbette bırak pîş ü pesi,
    Hânedân-ı Nebevî uğruna can ver Şemsî,
    Ki bize irs-i Nebî gayret-i Kur’ân oldu.
    Hz. Muhammed (s.a.v.)’in evlâdını sevmek, Rahmân olan Allah’ı sevmek gibidir,
    Onları sevmekten bir an bile olsa geri kalma, bırak önünü ardını,
    Hz. Peygamber’in şanlı soyu uğruna can ver, ey Şemsî,
    Ki bize Peygamber’den kalan en büyük mîras, Kur’an uğrunda çaba harcamaktır.
    hub: sevgi, tutku
    âl: âile bireyleri, âile, sülâle
    piş: ön, ön taraf
    pes: arka, arka taraf
    hânedân: köklü ve asil âile, soy, sülâle
    Şemsî: Osman Şems Efendi’nin mahlası
    irs: vârislik, miras, kalıtım, soya çekim

КОМЕНТАРІ •